Son yıllarda hepimizin gündeminde aynı soru var:
“Türkiye'nin nüfusu neden hızla düşüyor?”
Bu sorunun cevabını yalnızca ekonomik zorluklarda ya da modern yaşam alışkanlıklarında aramak kolaycılık olur. Elbette hayat pahalı, elbette şehirler yorucu; fakat bugünün gençleri, anne babalarından çok daha iyi imkânlara sahip olarak büyüdüler. Modern hayat da kimseye zorla dayatılmıyor; isteyen benimser, istemeyen kendi yolunu seçer. Bütün bunlara rağmen nüfusumuz hızla azalıyor çünkü asıl mesele ekonomik değil; toplumsal bilinç, aile algısı ve değer dünyamızdaki derin kırılma.
Doğru bir bilinçlendirme, sağlam bir aile vizyonu ve geleceğe dair umut inşasıyla bu gidişatı tersine çevirebiliriz.
Evlilik Yaşı Yükseldikçe Doğum Oranı Düşüyor
Harvard ve Max Planck'ın ortak araştırması uzun süredir sezgisel olarak bildiğimiz gerçeği bilimsel olarak doğruluyor:
Evlilik yaşı ne kadar gecikirse, doğum oranı o kadar düşüyor.
1990'larda ilk evlilik yaşı 21–22 iken doğurganlık 3'e yakındı.
Bugün evlilik yaşı 26–27'ye çıktı ve doğurganlık 1.51'e geriledi.
Bu tablo bize gösteriyor ki:
Sorun ekonomik değil, kültürel değil, modernlik değil…
Asıl sorun, evliliği ve aile kurmayı destekleyen bir toplumsal iklimi kuramamamız.
Gençlere güven veren bir sosyal atmosfer oluşturulmadan; evliliği zorlaştıran bürokratik engeller kaldırılmadan; şehirler aile dostu yapılara kavuşturulmadan ve medyada sağlıklı bir aile dili yerleşmeden bu akışı tersine çevirmek mümkün değil.
Kısacası, doğru destek sağlandığında gençler evliliği bir “yük” değil; hayatın bereketli, doğal ve umut dolu bir adımı olarak yeniden görecektir.
Ailenin Sıcağı Kaybolunca Toplum Üşür
Aile, hayatın hengâmesinde insanın sığındığı; kalbin kendi elleriyle ördüğü en gerçek bağdır.
Bu sıcaklık kayboldukça toplumun üzerindeki o görünmez üşüme de artıyor. Çünkü aile, insanın ilk nefes aldığı, ilk sevgiyi öğrendiği, ilk defa “güvendeyim” dediği yerdir.
O güven çatladığında insanın içindeki ışık da soluyor; kalpler yoruluyor, ilişkiler zayıflıyor.
Aile sarsıldığında toplum da sarsılıyor; çünkü toplumun gücü evlerin içindeki huzurdan başlıyor.
Tam da bu nedenle, aileyi güçlendiren her adım yalnızca bugünü değil, yarının Türkiye'sini de koruyan bir siper niteliği taşıyor.
Medya ve Popüler Kültür: Sessiz Bir Çürüme Rüzgârı
Bugün ekranlara baktığımızda toplumun aile algısını şekillendiren güçlü bir kültürel değişimin izlerini görüyoruz. Dizilerde, kliplerde ve sosyal medyada “özgürlük” adı altında sunulan hayat tarzları çoğu zaman yalnızlığı, bağsızlığı ve sorumsuzluğu cazip gösteriyor.
Aile değil, kaçış övülüyor.
Sorumluluk değil, bireysel haz kutsanıyor.
Evlilik değil, sınırsız bireysellik idealize ediliyor.
Bu atmosferde gençlerin evlilikten uzaklaşması elbette şaşırtıcı değil. Oysa hem araştırmalar hem de hayatın gerçekliği, sağlıklı aile bağlarının insanı güçlendirdiğini, toplumu ayakta tuttuğunu açıkça gösteriyor.
Medya aileyi zayıflatan değil, destekleyen bir dil kullandığında toplumsal denge de kendiliğinden güçlenecektir.
Cehalet Üzerinden Kurulan Dramlar: Toplumu Sessizce Erozyona Uğratan Bir Çukur
Geçtiğimiz günlerde, kadınların en çok televizyon izlediği saatlerde yayınlanan bir programda iç acıtan bir tabloya şahit olduk. İnsanlıktan nasibini almamış bir adam bir kadını kandırıyor; ardından kuzenler, komşular derken cehaletin, değersizliğin ve gayri İslami yaşayışın çirkin yüzü milyonların gözü önüne seriliyordu.
Burada en kolay şey tek bir adamı suçlamak olabilir; ama esas mesele o değil.
Cahil bırakılan, güvencesiz bırakılan kadınların hem kendi hayatlarını hem de toplumun genel yaşam kalitesini nasıl aşağı çektiği gerçeğiyle yüzleşiyoruz.
Böyle ortamlarda büyüyen çocukları düşünmek bile yüreği burkuyor.
Kültürel Çürüme Doğumu Düşürüyor
Cambridge ve UNFPA'nın bulguları çok net:
Aileyi küçümseyen, bireyselliği kutsayan medya dili doğurganlığı keskin biçimde düşürüyor.
* Japonya'da “single life freedom” akımından sonra doğum oranları %30 düştü.
* İzlanda'da nikâhsız ilişkilerin normalleşmesi evlilik kurumunu %40 küçülttü.
Bizde de manzara farklı değil.
Gençler sorumluluktan kaçıyor, evlilikten korkuyor, yalnız yaşamayı daha güvenli buluyor; çünkü onlara yıllardır böyle anlatıldı.
Bu gidiş, sessiz bir çözülüşün ayak sesleri…
Toplumsal dokuyu içeriden eriten bir intihar yürüyüşü adeta.
Ama unutmayalım:
Aynı kültürü biz zayıflattıysak, onu yeniden güçlendirecek irade de yine bizde.
Devlet Teşvik Verir, Ama Aile Kültürünü Devlet Kuramaz
Yıllardır sorulan soru şu:
“Doğumu artırmak için para versek çözülür mü?”
Cevap net: Hayır.
OECD ve World Population Journal'ın verileri gösteriyor ki:
Aile kültürü zayıfsa teşvikler işe yaramaz.
* Fransa'da aile güçlü → teşvikler etkili.
* Polonya aile kültürünü korudu → doğum arttı.
* Güney Kore kültürü kaybetti → milyarlar boşa gitti.
Demek ki mesele para değil;
hayata bakışımız, aileye verdiğimiz değer ve birbirimizi yük değil emanet olarak görebilmek.
Pew Research Center'ın raporu çok çarpıcı bir şeyi söylüyor:
“Aile merkezli dini kültür, nüfus artışının en güçlü belirleyicisidir.”
* Nijer, Pakistan, Somali fakir olabilir; ama aile kutsiyetini korudukları için gelecekleri var.
* İtalya, Portekiz, Güney Kore zengin olabilir; ama aile kültürü çöktüğü için geleceksizler.
Bir toplumun geleceği, aile sıcaklığını koruyup koruyamadığıyla ölçülür.
Bazı ülkeler kadını iş hayatı ile aile arasında sıkıştırıyor; doğum oranları çöküyor.
Bazıları kadını aileyle birlikte güçlendiriyor; doğum artıyor.
* Norveç ve İsveç'te esnek çalışma → doğum artıyor.
* Japonya ve Kore'de acımasız iş düzeni → doğum çöküyor.
Demek ki mesele “kadın çalışsın mı çalışmasın mı” değil.
Mesele aile dostu bir hayat kurabilmek.
Kadın da mutlu olacak, çocuk da huzurlu büyüyecek, aile de ayakta duracak.
Son Söz: Aile Kaybolursa Gelecek de Kaybolur
Türkiye bugün ekonomik değil; kültürel bir yorgunluğun ve aile kırılmasının bedelini ödüyor.
Gençler evlenmekten korkuyor, ekranlar aileyi değersizleştiriyor, dini ve ahlaki bağlarımız zayıflıyor.
Bu tabloyu değiştirecek olan sadece teşvikler değil;
yeniden hatırlayacağımız değerlerdir.
Merhamet, sadakat, fedakârlık, sabır…
Bir yuvayı sıcak yapan, bir toplumu ayakta tutan özler…
Aileyi kaybeden toplum, geleceğini kaybeder. Biz yeniden aileyi güçlendirdiğimizde, yarınlarımız da güçlenecektir.
Nuray Canan Songür \ Timeturk