Dolar

42,6973

Euro

50,1272

Altın

5.907,53

Bist

11.311,31

Trafikteki Öfke: Kurallara Uyma ve Nezaket Sınavında Kaybeden Bir Toplum

2 Ay Önce Güncellendi

2025-10-31 00:37:27

Nuray Canan Songür

Trafik yoğunluğunun her geçen gün arttığı şehir merkezlerinde öyle manzaralarla karşılaşıyoruz ki, insanın huzurla bir noktadan diğerine ulaşması neredeyse imkânsız hale geliyor.

Örneğin çift şeritli bir yolda, yaya geçidinde bekleyen birine yol verdiğinizde, iki ayrı tehlikeyi göze almanız gerekiyor:
Birincisi, arkanızdaki takip mesafesinden bihaber sürücünün aracınıza çarpma ihtimali…
İkincisi ise, sizin durduğunuzu gören yayanın, aracınızın önünden geçtikten sonra diğer şeritten hızla gelen aracın durmaması.

Oysa kural açık: Yaya varsa, durup yol verilir.
Ancak ülkemizin birçok yerinde, şehir içinde bu basit kural bile önemsenmiyor.
Sorun bununla da sınırlı değil.
Sinyal vermeden şerit değiştiren, trafikte makas atarak hem kendi hem de başkalarının canını hiçe sayan sürücüler yüzünden şehir hayatı her geçen gün biraz daha zorlaşıyor.
Her gün yollar öfke, kavga ve hakaretle dolup taşıyor.
Bir korna sesiyle başlayan gerginlik, kimi zaman bir can kaybıyla son buluyor.

Oysa herkes kurallara uysa, biraz sabretse, bu çirkin tabloyu değiştirmek mümkün.
Biz, manevi değerleriyle övünen bir toplum olarak, gelişmiş ülkelerdeki trafik düzenine imrenmek yerine o standartların ötesine geçmemiz gerekmez miydi?

Kur'an-ı Kerim'de Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Öfkesini yutan ve insanları affeden kimseler, Allah'ın sevgisini kazanırlar.” (Âl-i İmrân, 134)

Bizler, bu ayetin muhatapları olarak, nasıl oluyor da bir yerden bir yere gitmeyi öfke, sabırsızlık ve nezaketsizlikle dolu bir çileye dönüştürebiliyoruz?

Çare aslında bellidir: Eğitim ve disiplin.
Kurallara uymanın bir tercih değil, zorunluluk olduğunu, bunun da ciddi denetim ve caydırıcı cezalarla sağlanması gerektiğini hatırlamalıyız.

Çünkü trafik yalnızca araçların değil, insanların vicdanının da sınandığı bir alandır.


Çocuklarda Artan Şiddet ve Akran Zorbalığı: Ekranların Kurbanları

Son yıllarda gerek okullarda gerek sokaklarda, çocukların birbirine sözlü, duygusal hatta fiziksel şiddet uyguladığı olayların sayısı endişe verici bir şekilde artıyor.
Kurban seçilen bir çocuğun onlarca çocuk tarafından darp edildiği ve bu görüntülerin kamerayla kaydedilip sosyal medyada paylaşılması, toplum olarak hepimizi derinden yaraladı.

Masum bir fıtrat üzere dünyaya gelen çocuklarımızın, hangi zehirlerle temas ederek böylesine hoyrat bir hâle geldiklerini sorgulamak zorundayız.
Peki, onları bu noktaya getiren nedir?
Şiddeti bir eğlence unsuru gibi sunan bilgisayar oyunları mı, yoksa sosyal medyada “fenomen” adı altında şiddeti ve küfrü normalleştiren prototipler mi?
Yoksa sevgi, saygı ve disiplin yoksunu aile yapısı ile değersizleştirilen din eğitimi mi?

Kur'an-ı Kerim, bu konuda açık bir uyarıda bulunur:

“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrîm, 6)

Bir çocuğu korumak sadece onun yeme, içme, barınma gibi fiziksel ihtiyaçlarını karşılamakla sınırlı değildir.
Asıl koruma; ruhunu, ahlakını, vicdanını muhafaza etmektir.
Kendine ve çevresine zarar vermekten sakınan, faydalı uğraşlarla meşgul, sorumluluk bilinci gelişmiş bireyler yetiştirmek, ebeveynliğin en temel görevidir.
Çünkü sağlıklı toplumlar, ancak ruhen ve aklen sağlıklı bireylerin omuzlarında yükselir.

Ne Yapmalıyız?
• Aile içi sohbet kültürü yeniden canlandırılmalı, ebeveynler bu konuda bilinçlendirilmelidir.
• Çocuklara hayali kahramanlar yerine, Kur'an kıssalarından gerçek kahramanlık modelleri sunulmalıdır.
• Okullarda değerler eğitimi bir seçenek değil, bir zorunluluk haline getirilmelidir.
• En önemlisi, her anne-baba artık “Çocuğum iyi mi?” diye değil,
“Çocuğum kiminle, ne izliyor, ne konuşuyor?” diye sormalıdır.
Zira çocuklarımızı kaybedersek, geleceğimizi de kaybederiz.
……….

Emaneti Unutanlar: Belediyede Casusluk ve Yolsuzluk

Bir zamanlar adaletin, ilmin ve irfanın simgesi olan İstanbul'un ismi, bugün ne yazık ki yolsuzluklar, usulsüzlükler ve casusluk iddialarıyla anılıyor.
Fatih Sultan Mehmet'in “Bu şehir emin ellerde mi?” diye sorduğu o mukaddes şehir, emaneti unutanların elinde yıpratılıyor.

Belediyeler, hizmetin değil; reklamın, gösterişin ve kişisel hırsların merkezi haline geldikçe, ortaya çıkan tablo da maalesef bundan ibaret oluyor.
Emanet makamların, şahsi şöhret ya da siyasi gelecek için değil, halka hizmet için var olduğunu unutanlara yetki verildiğinde; hizmet değil ihanet, üretim değil israf büyüyor.

Bir belediye başkanının işi; yolları onarmak, köprüleri yapmak, şehri temiz tutmak, halkın huzurunu sağlamak olmalıydı.
Ama bugün bu kelimeleri değil, “savcı ifadeleri”, “soruşturma dosyaları” ve “casusluk iddialarını” konuşuyoruz.
Bu da gösteriyor ki, adalet terazisi yalnızca mahkemelerde değil, kalplerimizde de bozulmuş.

Düşünsenize, halkın emanetiyle hizmet üretmesi gereken bir kurum, artık yapması gerekenleri değil, yapmaması gerekenleri tercih ediyor.
Bu durumda sadece yönetenler değil, seçenler de sorumluluk sahibidir. Çünkü emanet yanlış ellere verildiğinde, bedelini tüm toplum öder.

Siyaset, sadece bir tercih değil; ahlaki bir imtihandır.
Bir belediye başkanına, bir milletvekiline, bir lidere oy verirken aslında sadece bir kişiyi değil, toplumun gelecekteki yönünü belirlemiş oluyoruz.
Bu yüzden tercihlerimizde, “kim bize daha çok vaatte bulundu?” değil, “kim emanete en çok sahip çıkar?” sorusunun cevabını aramalıyız.

Kur'an bizlere bu konuda apaçık bir ölçü verir:

“Şüphesiz Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisâ, 58)

Bugün emanetin değeri unutulduysa, bunun vebali sadece adaleti zedeleyenlerde değil, emaneti ehline vermeyerek bu çürümeye sessiz kalanlardadır.

Nuray Canan Songür \ Timeturk

Tüm Yazıları

Haber Ara