Türkiye'nin jeopolitik ve jeostratejik açılardan ilköğretim yıllarından itibaren hepimize öğretilen, ezber ettiğimiz çok klasik ama aynı zamanda realist bir ifade olan “önemli bir konumda” bulunduğumuz gerçeği bir realiteden öte aynı zamanda işimizin zorluğunu belirten, ödev ve sorumluluklarımızın çerçevesini de çizen bir kalıp. Türkiye Cumhuriyeti, 1923'ten bu yana yaklaşık 102 senedir Osmanlı bakiyesi topraklarda hem çok-uluslu bir İmparatorluğun temsilcisi olarak kıta-aşırı, deniz-aşırı coğrafyalardaki gönüldaşlarını unutmazken hem de bölgede ve kürede barışın ve sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilmesine olanca gücü ve çabasıyla destek veriyor.
Antlaşmalar, ortaklıklar, zirve ve lider diplomasisi yoluyla bir yandan ikili ve çok-taraflı ilişkiler hassasiyetle korunup geliştirilirken BRICS'e üyelik başvurusu, TDT'nin global siyasette etkinliğinin artırılması gibi dış politikada yeni ve öncü hamleler de peş peşe geliyor. Tabii tüm bunlar küresel siyasetteki güç dengeleri gözetilerek, ikili ve çok-taraflı yükümlülüklere bağlı kalınarak ve ulusal güvenlik öncelikleri temelinde yapılandırılıyor. Bugün 44 diplomatik temsilcilik ile Afrika'yı bir ağ gibi ören ve buradaki yatırım ve girişimleriyle Batı ve rakipleri arasında adeta bir tercihe zorlanan bölge halkına ve mazlum gönüllere hitap eden Ankara “dost”, “kardeş”, “akraba” ve “müttefik” olarak isimlendiriliyor. Ukrayna, Kafkasya, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz gibi rekabet ve çatışmanın kızıştığı her bölgede Türkiye aklıselim sahibi, barışı yüksek sesle dillendiren, diplomasi ve diyalog kanallarının açık kalması çağrılarını sürekli yineleyen bir aktör olarak sivriliyor. Böylelikle küresel siyasetin tıkandığı her kriz, buhran ve büyük çatışmalara gebe risklerde gözler Türkiye'yi arıyor. Türk dış-politika yapıcıları ise attıkları her adım ve giriştikleri her eylemde makul ve üzerinde uzlaşılan çözüm fikirleriyle tüm tarafları ortak bir noktada toplamayı başarıyor.
Nitekim “Doha Forum-2025” bunun en nitelikli örneklerinden biri. Keza “Antalya Diplomasi Forumu” gibi bütün dünyada adından söz ettiren ve her sene büyük çapta diplomatik gelişmelere sahne olan oldukça önemli diplomatik girişimlerin mimarı olan Ankara, Katar'ın küresel bir iletişim ve diplomasi paltformu olan Doha Forum'da da yine adından söz ettirmiştir. Öncelikle Körfez'de “akıllı güç” olarak isimlendirilen ve dış politikasındaki hamlelerle bölgesel aktörler arasında farklı bir yerde konumlanan Katar'ın “El-Cezire” örneğinde olduğu gibi medya ve iletişim konularındaki mahareti uluslararası kamuoyunun öteden beri malûmu. Doha-Forum ise 2021'den beri bölge ve sistem düzeyinde önemli işlevleri olan küresel bir platform özelliği taşımakta.
Bu yılki teması “Yenilik Zorunluluğu” olan Doha Forum; siyaset, dış politika, güvenlik, ekonomi, iletişim ve kalkınma gibi birbirinden önemli ve kritik alanlarda dünya genelindeki karar alıcıları, liderleri ve paydaşları bir araya getirerek uluslararası diyalog ve iş birliğini güçlendirmeyi amaçlıyor. Forum'da yaptığı konuşmayla dikkatleri üzerine çeken Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, özellikle Suriye'deki mevcut durum yanında İsrail'in bölgesel düzeydeki agresyonuna dikkat çekerek; “(…) sahada güvenilir bir mekanizma olmadıkça hiç kimsenin güç kaldıracını İsrail'e karşı kullanamadığına dikkat etmek gerek. Sadece ABD İsrail'i durdurabildi. Ve sadece belirli sayıda ülke bir araya gelerek Amerikan hükümetini ikna edebildi. Bir zincirleme reaksiyon yaşandı. Biz Amerikalılarla konuştuk ve onlar sorunun ağırlığını kabul ettiler.” İfadelerini kullanmıştır.
Özellikle Eylül ayındaki İsrail saldırısının ardından bölgesel bir aktör ve devlet olarak egemenliği Tel Aviv tarafından ihlal edilen Katar'a en büyük desteği Türkiye vermiş ve derhal bölgesel örgütlerin toplanmasını sağlayarak İsrail'in menfur saldırısı en üst perdeden kınanmıştır. Bölgedeki (Ortadoğu) güç dengesinin İsrail lehine ortadan kaldırılması sayesinde halihazırdaki güç dengesizliğinden cesaret alarak pervasız bir biçimde birçok devlete (Suriye, Lübnan, Yemen, Irak, İran, Tunus, Filistin Özerk Yönetimi) saldıran Netanyahu rejimine karşı bölgesel ve kollektif bir duruş sergilenmesi Ankara'nın önderliği sayesinde olmaktadır. Bu da yukarıda bahsettiğimiz gibi dünya üzerindeki birçok coğrafyada (Doğu Avrupa, Kafkasya, Balkanlar, Afrika, Doğu Akdeniz vb. gibi) olduğu gibi Ortadoğu'da da barışın ve istikrarın sağlanması adına Türkiye'nin elini taşın altına koymaktan çekinmediğinin en bariz göstergesidir.
Yaklaşık 160 ülkeden 6 bini aşkın katılımcı ile 471 konuşmacı katıldığı, 6-7 Aralık 2025 tarihleri arasında Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al-Sani himayesinde gerçekleşen “Doha Forum-2025”; alt-başlıklarından biri olan “Adaletin Tesisi: Vaatlerden Somut Gerçekliğe” sloganıyla bölgesel düzeyde önemli mesajlar verirken yine Dışişleri Bakanı Fidan Forum hakkındaki düşüncelerini “Her geçen gün Doha Forumu'nun biraz daha ileri gittiğini, daha da geliştiğini görüyorum. Bu yıl bütün yıllara nazaran daha önemli bir hale geldi. Çünkü Katar bizim kardeşimiz olduğu için de gurur duyuyorum bunu ayrıca söylemekten. Katar sadece bölgesel bir arabulucu değil, artık küresel bir arabulucu oldu. Afrika'da, Güney Amerika'da çatışmaların çözümünde, son bulmasında büyük bir rol oynuyor.” şeklinde dile getirmiştir.
Türkiye'nin Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar, Afrika gibi değişik jeopolitik eksenlerin yanı sıra Ortadoğu'da geliştirdiği bölgesel iş birlikleri de Ankara'nın “büyük stratejisi” açısından kritik düzeyde önem taşıyor. Ve Ortadoğu'daki en önemli, hatta “model ortaklık” diyebileceğimiz stratejik müttefiklik ilişkilerinden birini de Katar ile yıllar içerisinde geliştirilen diyalog ve kardeşlik oluşturuyor. Bunu daha önceki vesilelerin yanında Doha-Forum 2025'te de net bir şekilde gözlemledik.
Dr. Mehmet BABACAN\ Timeturk