Uluslararası sistemde egemen bir birim olarak devletin dış dünya ile olan ilişkilerinin yönetilmesini kapsayan “dış politika” çeşitli şekillerde tanımlanabilir ve açıklanabilir. Keza günümüze kadar birçok teorisyen, düşünür, siyaset bilimci, yazar ve idareci bir ülkenin diğer devletlerle ve bir bütün olarak sistemle (uluslararası sistem) olan ilişkilerinin idaresini ve yönlendirilmesini kasteden dış politikayı farklı açılardan ele alarak tanımlamayı tercih etmiştir. Misalen; James Rosenau dış politikayı sadece dış siyaset olarak değil dış dünyaya ilişkin tüm öğeleri kapsayacak bir şekilde yanı kısaca “dış ilişkiler” olarak ele alırken, Hans Morgenthau dış politikayı “güç mücadelesi” olarak adlandırır, devletlerarasındaki ilişkilerin güçten başka bir amaca yönelik olamayacağını savunur.
Tarih boyunca devletler dış politikada çeşitli amaçlar benimsemişler ve buna uygun stratejiler izlemişlerdir. Ayrıca dış politikanın belirlenmesinde diğer devlet ve/veya siyasi birimler ile olan rekabet, güç mücadelesi, anlaşmazlık konuları, doğal kaynaklar üzerinde egemenlik mücadelesi, diaspora, kültür ve kimlik öğeleri gibi unsurlar da etkili olmuştur. Bu konuda yine tarihsel bir bakış açısıyla birçok örnek verilebilir ve bu perspektifle geçmişten günümüze vuku bulmuş çeşitli savaş, mücadele, çatışma vaka çalışması/analizi olarak sunulabilir. Keza İran'ın Ortadoğu'da izlemiş olduğu “Şii hilali” politikası ya da 1. Dünya Savaşı öncesinde Rusya'nın Osmanlı Devleti aleyhine Balkanlar'da izlemiş olduğu “Panslavizm” politikası etnik kimlik ve mezhep motifli kimlik öğelerinin dış politikada araçsallaştırılmasına birer örnek iken, ABD'nin 2. Dünya Savaşından günümüze Ortadoğu bölgesindeki enerji kaynakları üzerinde kurmaya çalıştığı hegemonya ve SSCB ile giriştiği rekabet ise dış politikanın doğal kaynaklar üzerindeki mücadele ekseninde her Başkan döneminde ilan edilen “Doktrinler” ile revize edilmesi bağlamında önemli örneklerdir.
Bununla birlikte “dış politika yapım süreci” adı verilen oldukça hassas bir süreç vardır ki daha çok iç/ulusal şartlar ekseninde şekillenerek gelişen ve yine iç siyasi katmana dair bir süreci işaret eden bu karar süreci oldukça riskli ama hayati bir devlet fonksiyonunun adıdır. Çıktısı dışarıya doğru olan ama belirlenme ve biçimlenme aşaması dış şartların/koşulların etkisi bulunsa da daha çok içsel faktörler ekseninde gerçekleşen dış politika yapım süreci çoğu egemen siyasi sistemde “Dışişleri/Dış ilişkiler Bakanlığı” adı verilen bir kamusal organın görevi olarak görülmektedir. Ayrıca yasama faaliyetini yerine getiren Meclis (Parlamento) yanında meslek odalarına ve bireylere kadar uzanan geniş bir yelpazede birçok değişken ve unsur dış politika yapım sürecini etkilemektedir. Tarım ürünlerinin ticaretini (ithalat ve ihracat) içeren sözgelimi İtalya ile olan bir antlaşma karşısında çiftçiler gösteri yapıp boykot vb. eylemlerle bu antlaşma sürecini etkilerken doğrudan dış politikaya dahil olmakta, yükseköğrenimini sürdürürken Erasmus programı kapsamında dünyanın başka coğrafyalarına giden bir genç ise orada yaptığı çalışmaları ve arkadaş ortamındaki söz, eylem ve davranışları ile ülkesinin gönüllü bir kamu diplomasisi görevlisi veya temsilcisi olabilmektedir. Doğrudan ve dolaylı olarak ülkenin dış politikasına zayıf veya büyük ölçekte etki eden bu gibi sayısız unsur her hâlükârda olumlu ya da olumsuz birer çıktı veya geri-bildirim/geri-dönüş (feed-back) olarak bahse konu ülkeye bir şekilde dönmekte ya da yansımaktadır.
Yine bazı yazarlar, dış politikayı “iç politikanın bir devamı veya dışarıya doğru uzantısı” olarak nitelerken yine diğer bazı bilim insanları ve yazarlar dış politikanın o ülkenin yönetim şekli (demokrasi olup olmaması), yer aldığı coğrafya, komşuları, sahip olduğu doğal kaynakları, nüfusu kısaca nitel ve nicel güç kaynakları ile yapısı arasında belirleyici bir ilişki bulunduğundan da bahsetmektedirler. Gerçekten de dış politika ile iç politika arasında sarsılmaz ve güçlü bir bağ/ilişki bulunmakla birlikte bir ülkenin yetişmiş ve donanımlı insan gücü, nüfus yapısı, ekonomik ve teknolojik kapasitesi ile bütün bu unsurları bir araya getirerek doğru şekilde yönlendirebilecek güçlü, vizyoner ve iddia sahibi bir siyasi iradeye sahip olup olmaması da adeta kaderini belirleyecek kritik düzeyde bir ölçüt olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu meyanda sık sık BM gibi platformlarda ve çeşitli uluslararası örgütlerin toplantı ve zirvelerinde yılmadan ve usanmadan “Dünya 5'ten büyüktür” ya da “Daha adil bir dünya mümkün” gibi kilit önemdeki söylemlerin sahibi Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan gibi siyaset ustası mahir bir siyasetçinin günümüzde Türkiye'yi global ölçekte diplomatik ve diğer açılardan olmazsa olmaz önde gelen bir aktör konumuna getirmesi herhalde şaşılacak ya da tesadüf eseri olarak nitelenecek bir durum olmasa gerektir.
Bireysel, kollektif, hukuki, mesleki, akademik, bilimsel, siyasal, yönetsel, yargısal, ticari, ekonomik, demografik, teknolojik, bürokratik, coğrafi, toplumsal birçok unsur ve değişkenin yanında diaspora, yabancı ülke istihbarat teşkilatları, dışarıdan gelen açık ve potansiyel askeri/fiziki tehditler, diğer ülkelerin izledikleri dış politikalar, güvenlik ikilemleri gibi dışsal çevreden yönelen faktörlerin de etkisiyle yasa yapıcı (yasama organı) ile birlikte yürütülen ancak büyük ölçüde Dışişleri Bakanlığınca son şekli verilen, karar ve icrası da yine bu organ tarafından gerçekleştirilen dış politika; hayati derecede hassas ve önem taşıyan bir devlet fonksiyonu olması nedeniyle izlenen dış politikanın neticeleri, faydaları yanında zararları da milletçe ödenmektedir. Dış politikanın her ne kadar kapalı kapılar arkasında gizli pazarlıklar, anlaşmalar ve istihbarat faaliyetleri neticesinde yürütülen bir süreç ve eylem olduğu algısı uzun yıllar kamuoylarına hâkim olmuşsa da küreselleşmenin getirdiği yeni yönetişim süreçleri ve iletişim teknolojilerindeki baş döndürücü gelişmeler de dış politika sürecini şeffaflaştırmış ve eski “ketum”, “esrarengiz” imajını bir nebze de olsa dönüşüme uğratmıştır. Bunun yanında içsel ve dışsal faktörlerin etkisiyle şekillenen dış politika karar süreçlerinin çoğu kez baskı altında ve çeşitli pazarlıklarla yürütülen, riskli, hassas ve hayati bir devlet fonksiyonu olduğu her dönemde geçerli olmaya devam etmektedir. Nitekim tam da bu noktada ister istemez Almanya'nın ilk Şansölyesi “Demir” lakaplı Otto von Bismarck'ın çok ünlü bir sözü akıllara geliyor; “Sosis ve siyasetin nasıl yapıldığını bilseydiniz, geceleri uyuyamazdınız. Bunlar kitlelerin önünde yapılmaz, mide bozar”
Dr. Mehmet BABACAN \ Timeturk