Dolar

42,9355

Euro

50,5811

Altın

6.253,45

Bist

11.294,37

Dünya gündemi 2026'ya dair neler söylüyor?

2 Saat Önce Güncellendi

2025-12-29 00:01:37

Dr. Mehmet Babacan

Ne kadar çok dillendirilse de yapılanların kendisi için, kendi uğruna yapıldığı belirtilip eylem ve politikalara kendisine referansla meşruiyet atfedilse de uluslararası sistemde 2025 boyunca “barıştan” uzak hatta tam aksine savaş, çatışma, katliam, soykırım, askeri müdahale, güç kullanma tehdidi, bariz saldırı, sıcak temas ve kaosla dolu günler geçirdik. Hangisinden başlayalım ya da hangisini sayalım; 2023'ten bu yana devam eden ateşkese rağmen bitmek bilmeyen İsrail'in devlet terörü ve Gazze soykırımı, 2022'den beri devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı, Sudan'daki insani felaket ve iç çatışma, Afganistan-Pakistan ve Pakistan-Hindistan hattında yaşanan sıcak temas ve çatışmalar, ABD'nin Venezuela'ya yönelik güç kullanma tehdidi ve çok yakın savaş tehlikesi, Haziran ayında vuku bulan İsrail-İran (12 Gün) savaşı, yine İsrail'in başrolde olduğu Ortadoğu'daki ateş çemberi; Lübnan, Batı Şeria, Suriye ve Yemen'e yönelik saldırıları, Katar'ın başkenti Doha'da barış görüşmeleri için bir araya gelen Hamas'ın diplomatik temsilcilerine yönelik hava harekâtı, daha birkaç gün öncesine kadar yeniden hareketlenen, rejim güçleri ile SDG arasındaki çatışmalara sahne olan, Suriye sahası ve…. Biliyorum okurken sıkıldınız, kalbiniz karardı ve tıkandınız. O nedenle burada noktalıyorum saymayı. Velhâsıl küresel sistem; liderlerin, siyasetçilerin idealize ettiği çerçeveden çok uzakta güçlünün güçsüzü ezmeye odaklandığı, ahlâk ve değerlerini yitiren meçhul bir yöne doğru evrilirken yarın/gelecek ise ne olacağı kestiril(e)meyen bir muamma olarak betimleniyor. AB ile ABD hızla ayrışırken, Çin ve Rusya'nın dünyayı hangi yöne doğru iteceği üzerine tezler birbirini izliyor.

Büyük Güç Rekabetinin Dönüşü ve Oyunun Değişen Kuralları (ya da “Kuralsızlığı”)

Tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi süper güçler-arası mücadelenin küresel boyutta yeniden geçerli olmaya başladığı bir süreçten geçiyoruz. ABD'nin çoktan imtina ettiği “hegemon güç” vasfının keza geçerliliğini de kaybetmeye başlamasıyla öteden beri yoğun bir şekilde yapılan “çok-kutupluluk” ve “çok-merkezlilik” tartışmaları sık sık gündeme gelirken ekonomik ve ticari açılardan büyüyen nüfuzuyla dikkat çeken Çin'e yönelik “dizginleme stratejileri” bizi daha önce ABD ile SSCB arasında şahit olduğumuz büyük güç rekabetinin/çekişmesinin benzerini bu defa Washington ile Pekin arasında şahit olmaya doğru itmektedir. Ancak gerek küreselleşme ve dijitalleşmenin etkileri ve gerekse de küresel ve bölgesel bağlamlarda çok-aktörlü bir yapının ortaya çıkması eskisinden daha farklı koşullarda bir rekabeti gündeme getirmektedir.

Bu çok-boyutlu rekabetin kuralları Soğuk Savaş döneminden farklı olarak gevşek-iki kutuplu bir sistem şartları altında değil, aşınan norm bazlı liberal uluslararası düzenin artık normatif özelliğini kaybetmiş dönüşmekte olan yapısı içinde uluslararası kurumların sadece olanı-biteni “seyretmekle” yetindiği bir zeminde cereyan etmektedir. Ayrıca ekonomik çıkarların diğer bütün amaçlardan üstün tutulduğu bu rekabette dünyanın farklı coğrafî bölgeleri sadece “ekonomi” perspektifi açısından değerlendirilmekte, bu açıdan önem taşıyan örneğin; nadir toprak elementleri, doğal kaynaklar, enerji rezervleri ve diğer mineraller bakımından önemli bir potansiyel taşıyan “Afrika”, “Ortadoğu”, “Kafkasya” ve “Orta Asya” gibi coğrafyalar doğrudan jeopolitik güç mücadelesinin şiddetlendiği alanlar olarak belirginleşmektedir.

“Gazze”, “Doğu Türkistan”, “Yemen” ve “Filistin” gibi soykırım, ağır insan hakları ihlalleri ve insani felaketleri bünyesinde barındıran coğrafyalar büyük güç rekabetinde bir kıymet-i harbiye taşımamakta sadece büyük güçlerin ekonomi-politik ve diplomatik rekabetlerinde birbirlerini bahse konu yarışta zayıflatacak ve uluslararası platformlarda küçük düşürecek birer suçlama ve aşağılama unsuru olarak “elverişli” olduğu ölçüde kullanılmakta ya da araçsallaştırılmaktadır. Yani nihayetinde yeni büyük güç rekabeti evrensel ahlâkî değerlerden yoksun bir ortamda daha doğrusu normsuz, ilkesiz, değersiz ve kuralsız bir atmosferde gerçekleşmektedir. AB, ABD'den ayrı ve bağımsız bir aktör olarak daha söylem aşamasında dahi “güvenlik”, “ekonomik”, “askeri” ve diğer açılardan olan transatlantik bağımlılığı nedeniyle rüştünü halen dahi ispat edemezken ABD'ye alternatif norm üretici aktörler olarak gösterilen Rusya ve Çin ise küresel düzeyde kabul edilebilir, asgari bir değerler manzumesi ortaya koymaktan halen çok uzaktır.

Türkiye'ye Yönelik Tehditler

Peki, kabaca çerçevesini çizmeye çalıştığımız uluslararası sistemdeki güncel durum ve hâl böyle iken ve muhtemelen 2026'ya da sistem bu koşullar altında girmek üzereyken Türkiye ve dış politikası hakkında neleri ifade edebiliriz? Takdir edeceğiniz üzere bu konu ve yukarıdaki sistemik durum hakkındaki açıklamalar bir-iki cümle ile anlatılamayacak derecede geniş-kapsamlı bir niteliğe sahip. Burada az ve öz olarak düşüncelerimizi ve öngörülerimizi paylaşmaya çalışalım. Yazılarımızı da takip edenler bilir ki her şeyden önce sıklıkla belirttiğimiz gibi Ankara pandemi döneminden bu yana global politikadaki etkinliğini belirgin bir biçimde artırarak sistemin “sivrilen güçleri” arasında göze çarpıyor ve uluslararası siyasetteki diplomatik, askeri ve siyasi etkinliği ile adından çokça söz ettiriyor. Birçok kriz ve çatışma bölgesinde sorunlar Türkiye'nin “arabulucu” ve “yapıcı” rolü ile aşılıyor. “Suriye”, “Ukrayna” ve “Gazze” dosyalarında Türk dış politika-yapıcılarının gösterdiği çaba ve maharet herkesin malûmu…

Ancak başta ABD Başkanı Donald Trump'un da övgülerine mazhar olan Türkiye'nin Ortadoğu'dan Karadeniz'e, Kafkasya'dan Doğu Avrupa'ya kadar olan geniş bir ölçekteki diplomatik ve siyasi hamleleri komşularımız da dahil sistemin bütün aktörleri tarafından alkış tutulup göklere çıkarılmıyor. Deyim yerindeyse isteyenimiz olduğu kadar istemeyenimiz/çekemeyenimiz de var. Nitekim bu minvalde eminim hemen herkesin aklına gelen bir tablo var. Son dönemde artık Türkiye karşıtı politikalarını hiç çekinmeden aşikâr bir biçimde beyan ederek bu yöndeki askeri-ekonomik-diplomatik iş birliklerini yoğunlaştıran Tel Aviv-Güney Kıbrıs-Atina hattı dikkatleri çekiyor.

“Gazze Soykırımında” adeta küresel vicdanın sesi olan Ankara'nın Tel Aviv ile olan asıl cepheleşmesi ve nüfuz mücadelesi günümüzde “Suriye” sahasında gerçekleşiyor. 2026'ya dair dış politikada Türkiye'yi test eden ve sinir uçlarıyla oynayan asıl gelişme de yine Suriye sahasında yaşanacak gibi görünüyor. Tabii bu arada Ahmed el-Şara hükümeti ile imzaladığı ve entegrasyonu öngören “10 Mart Mutabakatına” rağmen İsrail ve Batı destekli rüyalar görmeye devam eden SDG'nin de Kuzey Suriye kırsalında yakın zamanda çıkarmaya çalıştığı kaos ve istikrarsızlık da bu denkleme dahil elbette…

Diğer yandan “Ukrayna Savaşı” bağlamında çatışma ve misillemelerin Rusya'nın “operasyonel çeşitlilik” doktrini bağlamında birçok noktaya yönelmesi kapsamında Türk hava sahasına ve Karadeniz'e taşması son günlerin sıcak gündemi olarak 2026'ya da sarkması muhtemel dış politika başlıklarından… Türkiye birkaç kez tekrarlayan ve düşürülen İHA'larla da sıkça medyada yer bulan bu gelişmeler ekseninde muhataplarına gerekli uyarı ve ikazları ulaştırmaya devam ediyor. Ancak Trump-Putin görüşmeleri bağlamında beklenen neticeyi vermeyen ve yaklaşık 3 senenin ardından hâlâ tüm çabalara rağmen ufukta bir türlü “barışın” görünmediği “Ukrayna Savaşı” Ankara'nın dış politikaya dair hassas ve en önemli gündemlerinden biri olarak varlığını sürdürmeye devam edecek…

Sonuç

Netice itibarıyla; Türk dış politikasının risk ve tehlikeler yanında çeşitli fırsatlar penceresinden 2026'ya bakmakta olduğunu söyleyebiliriz. Ne var ki pencereden bakınca görülen manzarada; riskler ve meydan okumalar fırsatlar ve avantajlara nazaran sayıca daha fazla. Ege'de silahlandırılan adalar ve Doğu Akdeniz'de Kıbrıs sorunu ve enerji dosyası nedeni ile yaşanan gel-gitlerin barışçıl bir çözüme evrilmesi çabalarını sonuçsuz bırakan Atina yönetiminin Rum kesimini de yanına alarak son günlerde bölgede artan Ankara nüfuzuna karşı artık açıkça meydan okumaya başlayan Tel Aviv ile oluşturduğu “şer ekseni” bu meydan okumaların başında gelirken, kuzeyde artan NATO-Rusya çatışması riski yanında Tayvan, Afrika, Ortadoğu ve Orta Asya üzerinde yoğunlaşan ve bölgesel izdüşümlerini gördüğümüz ABD-Çin mücadelesinin olası vekil mücadeleleri de önümüzdeki dönemde Türkiye'nin stratejik tercihlerini belirleyecek düzeyde…

NOT: Değerli okuyucularımıza, ülkemize, milletimize ve tüm insanlığa bütün karamsar tablolara rağmen barış, sevgi, sağlık ve mutluluk dolu bir yeni yıl diliyorum…

Dr. Mehmet BABACAN \ Timeturk

Tüm Yazıları

Haber Ara