Le grade, degrade… Fransızca bir kelime, bir deyiş…Türkçesi, “rütbe onurun/haysiyetin değerini düşürür” demek ya da bazen “tenzil-i rütbe” olarak da tercüme ediliyor. Bilenler bilir ve hemen hatırlar Ömer Seyfettin'in “Bir Hatıra” isimli hikayesinde ete kemiğe bürünmüş haliyle tasvir edilir ve geniş bir şekilde yer alır. Efendim, bizim güzel Türkçemizde de buna karşılık gelen birçok atasözü vardır; “Abdal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa girince yağ oldum sanır.”, “Çingeneye beylik vermişler, önce babasını asmış.” gibi… Yani kısaca “le grade degrade”; hak etmeyen veya onu taşıyamayacak kişilere verilen rütbe, makam, unvan, paye ve mertebelerin, yükseltmesi beklenirken tam tersiyle o kişiyi daha da alçaltacağı ve “ne oldum delisine” çevirip haysiyetini ve heybetini umulanın aksine düşüreceğini anlatmak ister.
Aslında hiç de yabancı olmadığımız bir durum ve ifade olduğuna inanıyorum. Çünkü eminim hemen hemen hepimiz yaşamışızdır daha düne kadar eline geçen ilk fırsatta etrafına yardımcı olacağını söyleyip bizimle sıkı-fıkı olanların hasbel kader başına talih kuşu konunca bir anda buharlaşması, telefonlarınızı açmaması, iletişim taleplerinize cevap vermemesi yani kısaca havalara girmesi… Tabii bunda karakter özelliklerinin, şunun, bunun etkisi de vardır muhakkak ki kelimenin anlatmak istediği de tam olarak bu. Taşıyamayan, hak etmeyen kişiye makam, paye ve unvan verildiğinde böyle davranmasının normal olduğu ve liyakatin önemsenmesi gerektiği…
Bu Fransızca deyişten yola çıkarak sözü Fransız siyasetine ve Avrupa Birliği'ne (AB) getirmek istiyorum. Bilindiği üzere Fransa uzun bir süredir iç siyasette krizlerle boğuşuyor ve çalkantılı bir dönemden geçiyor. Bir hükümet krizi yaşayan Fransa yaklaşan 2027 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde siyasi ve ekonomik bir kaosa sürüklenmiş gibi görünüyor. Kimilerine göre bu durumun başlıca müsebbibi bizzat Mösyö Macron ve ekibi. Yarı-başkanlık sisteminin uygulandığı Fransa'da 2024'ten bu yana hiçbir siyasi parti mutlak çoğunluğu elde edemediği gibi kimi zaman da başbakanlık koltuğuna oturanlar jet hızıyla kalkmak zorunda kaldı ve bariz bir hükümet krizi yaşandı. Yaklaşık 1,5 yıldır bu krizden çıkamayan Fransa'da “sonun başlangıcı” birçok kesime göre Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Haziran 2024'te oynadığı deyim yerindeyse “büyük kumar”. Macron ani bir kararla erken seçime gidilmesini sağlamış ve ideolojik olarak aşırı uçlarda yer alarak birbiriyle iş birliğine gitmek istemeyen ancak aynı zamanda parlamentoda da çoğunluğu sağlayamayan partiler denkleminin ortaya çıkmasına yol açan seçim adeta ülkede sistemi kilitlemiştir. İşte bu durumun ortaya çıkardığı siyasi, toplumsal ve ekonomik krizler bugüne değin sürüp gitmekte…
Geçtiğimiz günlerde ise meclis hükümetin bütçe tasarısını tarihte eşi benzeri görülmemiş bir çoğunlukla reddetmiş bütçeye sadece 1 kabul oyu çıkmıştır. Yine çoğu Macron'un partisinden (RE) toplam 84 milletvekili oylamaya katılmazken 404 redde karşılık 1 kabul oyu alan bütçe taslağı sağ çoğunluğa sahip Senato'ya gönderilmiştir. 31 Aralık'a kadar kabul edilmesi lazım gelen bütçenin bu haliyle kabul ihmali zayıf olduğundan Fransız hükümetini ya bütçeyi kararnamelerle geçirmek ya da özel yasa çıkarmak gibi birbirinden riskli, tehlikeli ve “otomatik güvensizlik oyu” anlamı taşıyan alternatifler bekliyor.
Fransa'nın Macron yönetimi altında bugün geldiği durum, arka planında farklı dinamikler barındırması yanında AB'nin lokomotif aktörlerinden Paris'in aktör imajını da iyiden iyiye zedeliyor. Yıllardır Atlantikçiler-Avrupacılar kavgasının yaşandığı Birliğin (AB) Almanya yanında en önemli temsilcilerinden biri sayılan ülkede siyasetin ehil olmayan ellere mi verildiği (?) ya da hatanın/yanlışın nerede yapıldığı (?) soruları sürekli akıllara ve gündeme geliyor. Ya da Fransa siyasetinde Macron'dan itibaren yaşanan ekonomik krizler, sarı-yelekliler protestoları, başbakan değişiklikleri ve hükümet krizleri açıkça bir “le grade degrade” etkisinin sonucu olarak mı gelişti? Bilindiği üzere Fransa geçtiğimiz 10 yıl boyunca birçok çatışma bölgesinde (Libya, Doğu Akdeniz, Kafkasya vb.) Türkiye ile karşı kamplarda yer alarak enerjisini ve ekonomisini jeopolitik güç mücadelelerine ve meydan-okumalara ayırdı. Geldiğimiz noktada bugünkü haliyle “Birliğe başvuru yapsa üye dahi olamayacağı” konuşulan Fransa, AB içerisinde “en zayıf halka” durumuna düşmüştür. Hatta Kılıçkaya'nın deyimiyle mevcut durumuyla “yalnız komşularına zarar vermekle kalmayıp Kremlin'i bile cesaretlendirmektedir”.”[1]
Çünkü büyük resme/fotoğrafa baktığımızda gördüğümüz; Covid-19 Pandemisi, Ukrayna Savaşı, küresel ekonomik resesyon gibi nedenlerin de etkisiyle derin bir ekonomik ve siyasi kriz içerisine gömülen Paris'in eğer yılbaşına kadar bütçe sürecini resmi olarak kotaramazsa daha vahim sonuçlar yaşamaya kendisini hazırlaması gerektiği. Ayrıca tüm bunların yanında yukarıda kastedilen durumla ilişkili olarak Fransa Genelkurmay Başkanı'nın Rus tehdidini kastederek “Çocuklarınız kaybetmeye hazır olun!” ifadesini kullanması ve savaş çağrısı yapması Fransız siyaseti ve kamuoyunda şok etkisi yaratmış, toplumsal infiale yol açmış ve siyasi krizlere bir yenisini daha eklemiştir. Bir zamanlar Avrupa'nın en “İslamofobik” söylem ve düzenlemelerine konu olarak dikkatleri üzerine çeken Fransa günümüzde siyasi, askeri, ekonomik, hukuki kısaca çok-boyutlu bir tehditler silsilesi ile yüz yüze gelmiş durumdadır. Daha da önemlisi Fransa özelinde yaşanan bu krizlerin arka arkaya Brexit, Covid-19, Ukrayna Savaşı ve Trump ABD'si ile ilişkilerin koordinasyonu gibi birçok kritik aşamadan geçen AB'ye de önemli yansımaları bulunmaktadır.
Trump'un Gazze'deki kırılgan ateşkes sonrası Ukrayna Savaşı için de yine belirlediği bir Plan/Barış tasarısı üzerinden Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüşerek barışı sağlamasına yönelik ümitvar olmayı sürdüren Avrupa kıtasını ve Birliği (AB) aksi halde daha güç ve diken üstünde bir kış bekleyecek…
*
Fransa'da kelimenin (“le grade degrade”) diğer anlamı yanı “tenzili rütbe” olarak kullanışı pek yaygın olmasa da bu anlamı içeren tarihi bir olayı da burada vurgulamadan geçmek olmaz. Fransız ordusunda yüzbaşı olarak görev yapan Alfred Dreyfus'un 1894'te bir askerî casusluk yargılaması sonucunda suçlu bulunarak rütbelerinin sökülmesi (ancak daha sonradan suçsuz olduğu anlaşılır) Fransa'da Yahudi karşıtı hareketlerin başlangıcı olmuştur. Bu olay ve sonrasında Avrupa'da Yahudilere olan baskı giderek artmış ve Yahudilerin ulusal vatan arayışları (Siyonizmin doğuşu) hızlanmıştır.
*
Değerli Okuyucular! Geçtiğimiz haftaki “Kimlik, Siyaset ve Dış Politika” başlıklı yazıda malumunuz olduğu üzere dış politikada kimlik öğelerinin ve iç siyasetin etkisini dilimiz döndüğünce ifade etmeye çalışmış, bu hususta birkaç örnek vermiş ve bir Türk atasözünü hatırlatarak “Biz kim olduğumuzu, kimliğimizi unutsak da hasım/düşman unutmaz” demiştik. Tam da bu görüş ve ifadelerimizin üzerine yine malumlarınız olduğu üzere; Sırbistan'daki Euroleague Fenerbahçe-Partizan Beko Maçında Tribünlerde Miloş Obiliç'in Osmanlı Padişahı 1. Murad'ı hançerlediği sahne tasvir edilirken, Türklere karşı provakatif besteler söylenmiştir.
Dr. Mehmet BABACAN \ Timeturk
[1] Belkıs Kılıçkaya, “Fransa: Macron'la da Macron'dan Sonra da Tufan”, Kriter, Yıl: 10, Sayı: 106, (Kasım-2025), s. 25.