Tarım ve hayvancılık yapıldığı dönemlerde köylerimiz çok kalabalık ve insanlar da mevsimine göre arı gibi çalışırlardı. Boş durmaya âvâre olmak denir ve kınanırdı. Sanayileşme ile birlikte insanlar doğal olarak iş arama amacıyla daha büyük şehirlere göç etmeye başladı. Bu durum normaldir. Yetmeyen arazi, karın doyurmayan tarım ve hayvancılık genç nesli köyleri terk etmeye sevk etti. İnsan rahatına düşkündür. Aşırılığa düşmemek kaydıyla buna da söylenecek hiçbir sözümüz yoktur.
Emekli olmadan her yaz köyüme geldim ailemle birlikte. Emekli olduktan sonra da senenin yarıdan fazlasını köyde yaşayarak geçiriyorum. Bu yazımı da sakin köy ortamında sizlere sunuyorum. Çocuklarım şehirde doğdu ama çocukluklarını köyde geçirdiler. Bunu bilerek ve isteyerek yaptım. Köy hayatının doğallığını, temiz havasını, komşuluk ilişkilerini, yardımlaşmayı hatta bazen kavga etmeyi burada öğrensinler istedim. Kavgası da doğaldır köyün. Pusu kurmak yok. Yiğitçe ve adam gibi kavgalara şahit olsunlar istedim. Sonra da bu kavgayı ehl-i hukukun araya girip barış sağladığını görsünler istedim. Pek çok mesele böylece köyün büyüklerince olay dışarı sızmadan taraflar arasında halledilirdi. Buna batı dilinde ombudsmanlık; Türkçe 'de Kamu Denetçiliği diyorlar.
İki kuşak geçmeden toplumuzda çok önemli ve kökten değişiklikler oldu. Şehirlerimiz patolojik bir büyüme gösterirken, köylerimiz ince ağrıya tutulmuşçasına eridi de eridi. Ve artık köyler canlılığını kaybederken yaban hayvanları neredeyse köylerin içinde yaşamaya başladı. Tilkiler, kurtlar, bazı bölgelerde domuzlar, ayılar köye mücavir alanlara kadar geldiler. Köpekler, kediler sahipsiz kalınca ya telef oldular ya da biraz şansı varsa barınaklara yani toplama kamplarına alındılar. Şehre gitmeyi istemeyen veya gidemeyen yaşlılar köylerde ocak tüttürüyorlar. Gerçi nispeten Orta Anadolu'da köylerde canlılık var ama eskiye göre çok önemsenecek bir durum değil maalesef.
Köylerde yıkık evler, örenler, çatısı çökmüş ama hala ayakta kalmaya direnen konaklar insanı üzüyor. Manevi dil ile “ neden bizi terk ettiniz, bahçem vardı. Püfür- püfür esen rüzgârlarım vardı. Sizleri soğuktan da sıcaktan da koruyan sığınağınızdım. Beni neden terk ettiniz?” diyerek bizlere sesleniyor. Büyük ailelerin yaşadığı evlerin bir kısmı ihmal ve vefasızlık nedeniyle terkedilmiş, bir kısmı da çoğu okuma yazma bilmeyen anne babaların bir arada tutup yetiştirdiği, evlendirdiği, okuttuğu çocukları kahrolası tamahkârlık yüzünden miraslarını paylaşamamaları nedeniyle bacalarına baykuşlar konmuş yıkılmayı bekliyor.
Çözümü nedir diye sorarsanız derim ki ne edin edin tek göz de olsa köylerdeki evlerinize sahip çıkın. En azından emekli olunca şehrin gürültülü ve sıkıcı havasından kaçıp gidebileceğiniz bir yeriniz olsun. Böylece şehrin de en azından belli dönemlerinde nüfus yoğunluğunu azaltın. Korkmayın köyde hayat ucuzdur. Ulaşım derdiniz yok. Üstelik köyler de şehirleşmiş haldeler. Ama doğal ortam, temiz hava bir de küçük bir bahçeniz olur orada üretim yaparsanız çocuklarınıza, konu komşuya, gelen misafirlerinize yetecek mahsul çıkarırsınız. Yete ki siz toprağı kazın Allah rızkınızı gönderiyor emin olun.
Köylerin canlanması için ikinci bir çözüm de devletin proje üretmesidir. Boğazlıyan ilçesini Yozgat'a bağlayan Atatürk Yolu diye bilinen yol üzerinde Fuat Oktay Organize Sanayii istikbal vadediyor. İlgililere teşekkür ederiz. Çeşitli fabrika kompleksi aynı zamanda yolun karşısında daha önce yapılmış cipsi fabrikası civarında bulanan köyler için çok önemli geçim kaynağı olacak. Gençler hem tarlasını işletme fırsatı bulacak, hayvancılık yapabilecekler hem de şehirlerde karın tokluğuna çalışmayacaklar. Sanayileşme artık böylece taşraya kayacak. Bu hem stratejiktir hem de köylerde üretimi artırmaya yöneliktir. Kısacası köylerin yaşanacak cazibe yerler olarak planlanması gerekiyor. Tabi bütün bu güzel uygulamalar ve imkânlar hamt etmemizi ve şükrümüzü artırırsa iki dünya güzelliğini yakalamış oluruz. Yoksa dünyevileşme sadece doyumsuzluk ve şımarıklık meydana getirir.
Yusuf SARIKAYA / Timeturk