“Faizsiz Dünya Vakfı olarak çeşitli faaliyetlerde bulunuyoruz. Amacımız; faizin toplumsal ve ekonomik zararlarına karşı bilinç oluşturmak ve faizsiz, adil, paylaşımcı finans modellerinin yaygınlaşmasına katkı sunmak. Bu doğrultuda toplumun farklı kesimleriyle bir araya geliyor, ziyaretler ve istişareler gerçekleştiriyoruz.”
Bu kapsamda Faizsiz Dünya Vakfı heyeti olarak, İslâm hukukunun ve düşünce dünyasının yaşayan en önemli temsilcilerinden Prof. Dr. Hayreddin Karaman Hocamızı Bursa'daki hanelerinde ziyaret etme bahtiyarlığına eriştik. Kendileri bizi son derece sıcak ve samimi bir şekilde karşıladılar. Yaklaşık yarım saat-kırk beş dakika olarak planladığımız ziyaret, sohbetin ilmî yoğunluğu ve derinliği sebebiyle bir saat kırk beş dakikaya uzadı ve âdeta ilmî-fikrî tecrübe aktarımı mahiyetinde bir derse dönüştü.
Hocamız, kendimizi takdim etmemizin ardından, kendi hayatının bazı önemli kesitlerini paylaşarak söze başladı. Anlattıkları sadece hatıralar değil; çıktığımız yolda bize bir nevi tecrübe aktarımı, ilmî-fikrî nasihat mahiyetindeydi.
“Hiçbir şeyin kolay olmadığını, bugün görülen başarıların ve gelişmelerin ardında mutlaka tarihî bir arka plan, büyük bir emek ve sabır olduğunu” ifade ederek, her dönemde şartlara göre mücadelenin esas olduğunu vurguladı.
Düşünür Yetiştirme ve Kadîm'i Keşfetmek, Cedîd'i İnşâ Etmek
Bu çerçevede, Malezya'nın yetiştirdiği mümtaz mütefekkiri Seyyid Muhammed Nakıb el-Attas'tan bahsetti. Attas'ın İbnü'l-Arabî'ye özel bir sevgisi olduğunu, soyunun Hz. Ömer'e dayandığını belirtti. Hocamızın Attas'ın hem İslâmî irfana hem de modern düşünceye derin vukufiyetini örnek göstermedeki temel gayesi şuydu:
“İslâm dünyasının bu nitelikte hem İslâmî ilimlerde derinliğe hem de modern sorunlara vâkıf mütefekkirler yetiştirmesi lazım. Biz de ömrümüz boyunca bu vasıfta donanımlı insanlar yetiştirmeye çalıştık” diyerek ilim adamı yetiştirmenin bir ömürlük çaba olduğunu belirtti.
Hocamız, ilim yolunda attıkları somut adımlardan bahsetti: En iyi üniversitelere 70 kişiyi yurt dışına gönderdiklerini, bunlardan sadece 3 fire ile 67 kişinin başarılı bir şekilde döndüğünü keyifle ve büyük bir memnuniyetle anlattı. Recep Şentürk'ün Kolombiya'da doktora yapması, ardından İbn-i Haldun Üniversitesi Rektörlüğü ve 2022 yılı itibarıyla Katar Hamad Bin Khalifa Üniversitesi'nde İslâmî İlimler Fakültesi Dekanlığına geçtiğini belirtti. Bu örnekler üzerinden bu çabaların nasıl meyve verdiği üzerinde durdu.
Hocamız, ilim yolundaki kurumsal çabalarının İSAM (İslam Araştırmaları Merkezi) ve İSAR (İstanbul Araştırma ve Eğitim Merkezi) olmak üzere iki büyük müessesede somutlaştığını dile getirdi. Bu kurumların kuruluş felsefesini Kadîm–Cedîd projesi çerçevesinde anlattı:
“Eğer yeni bir şey inşâ edecekseniz evvela eskilerinizi, köklerinizi, dilinizi, medeniyetinizi ve birikiminizi bilmek zorundasınız. Kadîm bilgisi olmadan yeni bir şey inşâ edemezsiniz. Yine aynı şekilde cedîd olanın, yeninin, modernin bilgisine de en az diğerleri kadar vâkıf olacaksınız. İşte biz İSAM ile Cedîd'i, İSAR ile Kadîm'i yetiştirmeye çalıştık.”
İSAM ile Cedîd'i, yani modern ve güncel araştırmalar üretmeyi hedeflediklerini ve bu konuda son derece başarılı olduklarını dile getirdi. İSAM'ın başarısını sosyolog Şerif Mardin'in bile gelip burada çalışmasıyla pekiştirdi.
İSAR'ın ise Kadîm geleneğin sağlam bir şekilde keşfedilmesi amacıyla kurulduğunu, Babanzâde Ahmed Naim'in klasik ilimlerle modern ilimleri bütünleştirmesine atıfla açıkladı. Yaşadığı dönemde Babanzade Ahmed Naim'in meşhur İlmü'n-Nefs (Felsefe Açısından Psikoloji Meseleleri) eseri gibi bir eser verdiğini, bu zâtın geçmişten gelen derin bilgisi ile modern ilimlere ilişkin çok önemli eserler meydana getirdiğini örnek göstererek İSAR'ın amacını netleştirdi. Böylece İSAR'ın hedefinin Kadîm bilgisine sahip Cedîd'i oluşturacak gençler yetiştirmek için kurulmuş olduğunu vurguladı.
Söz Abdülhamid dönemine geldiğinde Hocamız önemli bir değerlendirmede bulundu. Sultanın insan yetiştirmek için ciddi gayret göstermesine rağmen, Avrupa'ya gönderilen gençlerin bir kısmının döndükten sonra kendisine düşman olmalarının temel sebebinin istibdat olduğunu söyledi. “İstibdat iyi değildir. Meşveret etkili olacak. Rozet değil, gerçek meşveret… Şûra… Şûrada sultan bile olsa O da bir oydur.”
Ardından ilmî gayretlerin temelini şu veciz ifadeyle ortaya koydu: “Esas olan İhdâs-ı Cedîd (yeni icat etmek) değil; Keşf-i Kadîm'dir (eskiyi keşfetmektir).” Kadîm'i keşfetmek için ise Arapçayı ve Farsçayı bilmenin zorunlu olduğunu vurguladı.
“Can atarak faize uçuyorsun!”
Sohbet faiz konusuna gelindiğinde Hocamız çarpıcı bir uyarıda bulundu: “Tehalük ile faize uçuyorsun!” Ve hemen ardından şu iki soruyu sordu:
- Peki ne yapacağız?
- Çare nedir?
Cevap ise açıktı: “Yapmak istediklerimizi faizsiz olarak da yapmak mümkündür. Faizsiz sermaye ile de yapılabilir.” Meselâ: Karz-ı Hasen gibi modellerle bunu yapmak mümkün.
Toplumsal sorumluluk bağlamında ise şu ilkeyi hatırlattı: “Havâic-i Asliye temel teşkil eder. İnsanlar temel ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa ümmet bundan sorumludur. Dengeli ve yeterli beslenebilir hâle gelmedikçe fazlası olanın fazladan hakkı yoktur.”
Burada, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadisinin ruhunun bu yaklaşımı desteklediğini ifade eder gibiydi.
Geniş bir heyetle Pakistan'a giderek faizsizlik üzerine yaptıkları çalışmalardan bahsetti. Muhammed Ziyâ-ül Hak döneminde hazırlanan “İlgâü'l-Faiz mine'l-İktisâd” (Ekonomiden Faizin Kaldırılması) raporunu incelediklerini belirtti. Hocamız bu tecrübeleri aktardıktan sonra şu iki soruyu sordu:
- Mümkün mü?
- Nasıl olur?
Soruların cevabı netti: “Evvelâ inanmak lazım, sonra iyi bir program hazırlamak...” diyerek faizsiz bir sistemin ancak inanç ve ilmî ciddiyetle başarılabileceğini vurguladı.
“Kur'an'ı ve Sünnet'i ilme, usûle dayanmadan kendi kafasına göre yorumlayanları” usul hususunda uyardı: “Kur'an ve Sünnet'i yorumluyorsun ama usûl yok? Usulsüz yorum olmaz! Usulün kusuru yoktur; kusur, usulün uygun işletilmemesindendir.”
Hocamız, faizin kaldırılmasının tedrîcen olacağını ve bu dönüşümün sivil toplum ve eğitim faaliyetleriyle gerçekleşebileceğini ifade etti: “Biz tabanı dönüştüreceğiz. Taban değişirse sistem de değişir. Bu süreç adım adım gerçekleşir.”
Mevcut finansal sistemdeki çelişkiye dikkat çekerek pratik bir örnek verdi: “Bir kişi ev alacak, katılım finans %15 iken diğer sistem %5 olursa, fetva bile dinlemeden düşük maliyetliye gidiyor. İhtiyaç imânı bastırıyor. Sen fetva ver, verme; gidip oradan alıyor.”
Bu örnek üzerinden iki motivasyonu şöyle tasnif etti:
- Biri ihtiyaçtan,
- Diğeri hırstan doğan yönelim.
Özellikle büyük ölçekli yatırımlarda faizsiz finansın kapasite sorununu hatırlatarak, güçlü bir ekonomi oluşturmanın zaruretine değindi. Bunu Enfâl Sûresi 60. âyetle temellendirdi: “...Gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın...”
Vakfın Misyonu ve Faizsiz Modellerde İlmî Çalışmanın Gerekliliği
Hocamız, bizim fonksiyonumuza gelince, ihtiyaca cevap veren faizsiz finans kurumlarına kafa yormamız gerektiğini vurguladı: “Onların avantajları bizde yok, biz pahalıya mâl ediyoruz. İmân yetmiyor; aynı zamanda ihtiyaca cevap verecek çözümler üretmek zorundasın.”
“Bunun için bilimsel araştırmalar yaptıracaksınız, akademik çalışmaları destekleyeceksiniz, akademik çalışma ve doktora yapanlara burslar vereceksiniz, panel ve sempozyumlar düzenleyeceksiniz. Böylece hem çözüm üretirsiniz hem de mevcudu yıkmadan geliştirmiş olursunuz. Mevcudu yapmaya nice insanlar ter döktü.”
‘Faizsiz finans', ‘katılım' gibi kavramların büyük çabalarla ortaya çıktığını, bu kurumlara haksız eleştiriler yöneltilmemesi gerektiğini ifade ederek: “Ama o dursun, onu çalıştırın; bu şartlarda bunu yapıyoruz” diyerek bu kurumların çalıştırılması gerektiğini söyledi.
Bu kurumların fetva almadan iş yapmadıklarını hatırlatarak, “Peki biz niçin fetva veriyoruz?” sorusunu sordu ve fıkıh tarihine dayanan şu örneği aktardı:
Hicrî 505 / Miladî 1111 yılında Semerkand ve Buhara'da faizin toplumda son derece yaygın hâle geldiği, kimsenin faizsiz borç—karz-ı hasen—vermediği, halkın ise tefecinin eline düştüğü İmam Gazâlî (v. 1111) dönemine dikkat çekti.
Hocamız, o dönemde karşılaşılan bu ağır toplumsal krize ulemanın bakışını şöyle özetledi:
“Ulema, ‘Bu durum çok kötü; şeriat açıkça ihlâl ediliyor. O hâlde en azından zararı minimize edecek, faizi açık şekilde işlemeyecek bir formül bulalım' diyerek meseleye çözüm aradı.” Bu arayışın sonucunda, Hile-i Şer'iyye—yani şer‘î çare—ile bazı yöntemler geliştirildi. Bu yöntemlerde, her ne kadar işlemin ekonomik sonucu faizli borca benzese de sözleşme yapısı fıkhî açıdan meşru bir forma dönüştürülerek hukukî bir çerçeveye oturtuldu.
Bu dönemde uygulanan Bey‘ bi'l-Vefâ, Bey‘ bi'l-İstiğlâl gibi yöntemler. Bu yöntemlerin günümüzdeki Teverruk, İcâre–temlik (leasing), Para vakıfları gibi işlemlerin tarihî kökleri olduğunu ifade etti. Bunlar, o dönemde ihtiyaç sahiplerinin faizsiz bir işlem çerçevesinde finansmana erişmesini sağlamak amacıyla ortaya çıktı. Bu yöntemler kaynak oluşturuyor, araya işlem sokarak yapılıyor.
Son cümlesi ise hem tarihî bir ders hem de günümüz için bir rehber niteliğindeydi: “Bugün bize niçin kızıyorsunuz? Bunlar 500'lü yıllarda yapılmış. Bize düşen bunları batırmak değil, iyileştirmektir.”
Ziyaretimiz, hediye ve kitap takdimi, ardından fotoğraf çekimi ve güzel temennilerle son buldu. Hocamıza gösterdikleri samimiyet, misafirperverlik ve ilmî derinlik dolu sohbet için tekrar teşekkür ederek vedalaştık.
Faizsiz Dünya Vakfı olarak bu alandaki çalışmalarımızın ne kadar büyük bir sorumluluk taşıdığını, hocamızın sözleriyle bir kez daha idrak etmiş olduk.
Dr. MURAT ERGÜVEN / TIMETURK