Dolar

42,9027

Euro

50,5598

Altın

6.252,42

Bist

11.294,37

Sarıkamış faciası: İhtiras ve bir ordunun sessiz ölümü

2 Saat Önce Güncellendi

2025-12-27 00:11:33

Dr. Murat Ergüven

“Türk'ün Buzdan Heykeli”

Dem o dem değildir. Üç kıta, yedi iklimde at koşturmuş, çağ kapatıp çağ açmış, adaletiyle dünyaya nizam veren Devlet-i Aliyye-i Osmanî artık eski haşmetli günlerinden uzaktır. Cihan'ın “Düvel-i Muazzama” dediği açgözlü sömürgeci devler; İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya; “hasta adam” ilân ettikleri bu koca çınarı köklerinden söküp paylaşma telaşındadır. Bu amansız yarışa geç dâhil olan Almanya ise, kaybettiği zamanı telafi etmek ve İngiliz sömürge yollarını kesmek için Osmanlı'nın stratejik gücünü bir kaldıraç olarak kullanma niyetindedir.

İçeride ise fırtınalar kopmaktadır. 1908 Meşrutiyeti'nin ardından idareyi ele alan İttihat ve Terakki kadroları, özellikle de genç ve ihtiraslı Enver Paşa, Alman askerî disiplinine duyduğu hayranlığı bir kurtuluş reçetesi gibi görmektedir. Ne var ki bu kadronun önemli bir kısmında, gerçekçi bir stratejik akıldan ziyade romantik bir “Alman mucizesi” beklentisi ve aşk mesabesinde bir hayranlık hâkimdir.

Henüz 32 yaşında olan Enver Paşa, rütbe basamaklarını adeta bir rüzgâr gibi uçarak tırmanmış; sadece bir ay gibi akıl almaz bir sürede Yarbaylıktan Albaylığa, ardından Harbiye Nazırlığına ve nihayet Başkumandan Vekilliğine yükselivermiştir. Artık koskoca ordunun ve milyonlarca vatan evladının kaderi; ciddi hiçbir saha ve cephe tecrübesi bulunmayan, kurmay zekâsı ve tecrübesi şahsî tutkularının gerisinde kalmış bu “toy” fakat ihtiraslı delikanlının parmak uçlarındadır.

Beyaz Felakete İlk Adım

  1. Dünya Harbi'nin patlak vermesiyle Almanlarla yapılan o gizli anlaşma, Osmanlı'yı bir oldu bittiyle ateş çemberinin tam ortasına atmıştır. 1914'ün Kasım ayında Rusların Doğu Bayezit'ten sınırı ihlaliyle Kafkas Cephesi açılmıştır. Cephedeki tecrübeli paşalar bölgenin sarp yapısını ve kışın gaddarlığını bildikleri için feryat ediyorlardı:

“Ordu hazırlıksız, mevsim kış, ikmal yolları kapalı… Taarruz bahara kalsın!”

Ancak hayallerinde Turan İmparatorluğu'nu kuran, Bakü petrollerine ulaşıp Hindistan kapılarını zorlamayı düşünen Enver Paşa'nın lügatinde “erteleme” yoktu. Nitekim tarihe bir “fatih” olarak geçme sevdasıyla bütün rasyonel uyarıları elinin tersiyle itti.

Lojistik hatlar ise çoktan kopmuştur. Mehmetçiğin tek umudu; İstanbul'dan kışlık giyecek, erzak ve mühimmat getirecek olan üç yardım gemisidir. Ancak Bezm-i Âlem, Bahr-i Ahmer ve Mithat Paşa gemileri, Rus donanması tarafından hedef alınarak Karadeniz'in hırçın ve karanlık sularında batırılmıştır. Bu üç geminin kaybı, aslında koca bir ordunun ölüm fermanıydı. On binlerce nefer; daha dağa çıkmadan Allahuekber Dağları'nın eteklerinde açlık ve soğuğa terk edilmişti. Mehmetçik, ayağını bir mengene gibi sıkan çarığıyla dondurucu ayazla baş başa kalmıştı.

Ve takvimler 21 Aralık 1914'ü gösterdiğinde, bir milletin yüreğinde ve hafızasında hiç sönmeyecek bir kor gibi kazınacak o dehşet saçan süreç başladı. Yaklaşık 90-120 bin Mehmetçiğin “Allah Allah” nidalarıyla karlı zirvelere doğru başlattığı bu yürüyüş, tarihin en hüzünlü sayfasını açıyordu. Ancak bu, bir zafer yürüyüşü değil; dağların nefesini tutup, gökyüzünün beyaz bir kefen hazırlayarak sessizce beklediği hüzünlü bir sona doğru atılan ilk adımlardı. Askerin sırtında incecik yazlık bez elbiseler, ayaklarında ise kışa dayanıksız çarıklar vardı. Mehmetçik; koca dağın başında, rüzgârı bıçak gibi kesen, karı kefen gibi örten, iliklere işleyen ayazıyla canı yavaş yavaş alan, sessizliğiyle insanı yutan o tabiatın karşısında savunmasız ve yalnızca imanıyla baş başa, buzdan bir geleceğe doğru yürüyordu.

Allahuekber Dağları: Buzdan Bir Cehennem

Harp planları kâğıt üzerinde, harita başında en ince detayına kadar kusursuz görünüyordu. Fakat hesaplanmayan —ya da hesaba katılması istenmeyen— bir düşman vardı: Kara kış ve coğrafyanın merhametsizliği. 21 Aralık'ta başlayan aşırı soğuklar eksi 40 derecelere düşmüş, fırtına ve tipi bir bıçak gibi etleri kesmeye başlamıştı.

Bu son derece ağır kış şartlarında askerlerimiz diz boyu karda güçlükle ilerliyordu. Akşama kadar yürümekten sırılsıklam olan çarıklar, akşam ayazı çöktüğünde dona çekiyor; ayakları mengene gibi kavurup kemikleri çatlatıyordu. Mehmetçik donmamak için gece boyu hareket etmek zorundaydı. Ancak bu yiğitler yürüdükçe terliyor, saatlerce yürürken fark edemedikleri terli vücudun donmayı kolaylaştırıcı tesiriyle, bir süre sonra o korkunç ve tatlı uyuşukluğa teslim oluyorlardı. Kan damarlarda donuyor, hücreler derin bir uykuya dalıyor; binlerce yiğit vatan evladı yürürken birer rüyaya dalar gibi bembeyaz karların üzerine devrilerek şehadete eriyordu.

O korkunç gece ayazından korunmak, bir nebze olsun nefes alabilmek için devasa çam ağaçlarının dallarına tırmananlar, o dalların üzerinde öylece taş kesilerek birer buzdan heykel gibi donakaldılar. Sabahın sert rüzgârı estiğinde birer meyve gibi dökülmüş, ağaç diplerinde görülen cansız bedenler, dallardan aşağıya düşen donmuş yiğitlerdi. Şiddetli soğukların yanı sıra açlık da had safhadaydı. Açlık ise soğuğun en sadık dostuydu; heybe diplerinde, at yemlerinde bulabildikleri birkaç arpa kırıntısı melek yüzlü askerlerin son rızkı oldu.

Savaşmadan Şehadete Yürümek

9'uncu Kolordu, yollarda tamamen donarak bir buz ordusuna dönüştü. Allahuekber Dağları'ı aşabilen 10. Kolordu'da ise 32.300 Mehmetçikten yalnızca 3.400 civarında bir asker hayatta kalabildi. Ancak onlar da aç, hasta, ciğerleri sönmüş ve mecalsizdi. Düşmanın tek bir mermisine dahi maruz kalmadan, “soğuk alevlerin kucağında” on beş bine yakın Mehmetçik Allahuekber Dağları'nda donarak şehit oldu. Dünya tarihi, çatışma yaşanmadan, tam teşekküllü tümen büyüklüğünde devasa bir ordunun böylesine korkunç bir felaketle yok oluşuna ilk kez tanıklık ediyordu. Bu harekâtta Osmanlı ordusu toplamda 90 binden fazla evladını bembeyaz bir kefene sarmıştı.

Sarıkamış artık karşıdadır. Bir avuç kalan Mehmetçik; mecalsiz, dillerinde son nefesle Kelime-i Şehadet, Rus mevzilerinden yağmur gibi yağan kurşunları hiçe sayarak, ölüme değil, düğüne gider gibi gül bahçesine atılırcasına şehadete yürürler. Kalan yetmiş beş kahramandan yalnızca on sekizi hedefe ulaşabildi. Ancak mevzilenmeye bile vakitleri, siper kazmaya dermanları yoktu.

Kimi yiğitler diz çöküp nişan almış, tetiğe basmak üzereyken…

Kimi ayakta dürbünüyle son bir gayret düşman mevzilerini gözlerken…

Gözleri açık, parmakları tetiğin üzerinde donup kalmışlardı.

Rus Komutanın Raporu

Ertesi sabah Rus Kurmay Başkanı Pietroviç, sabahın ilk ışıklarıyla Türk cephesini kontrol etmek için dürbününü doğrulttuğunda gördüğü bu donuk sessizliğe anlam veremez. Bu hayret verici manzara karşısında dehşete düşer. Türk askerinin askerî dehasını, cesaretini ve direncini bilmektedir; fakat bu görüntüyü anlamlandıramaz.

Açık mevzide binlerce asker, sanki tetiği çekecekmiş gibi durmakta, fakat tek bir hareket dahi yoktur. Önce bunu bir askerî deha ya da hile sanır:

“Bu Türkler delirmiş olmalı! Neden ateş etmiyorlar? Bu kadar açık hedef olunur mu? Türkler gibi asker yoktur ama bu ne acemilik!” diye haykırdı.

Ancak yanlarına vardığında gerçeği anladı: Hepsi donmuştu! O canların birer buzdan heykel gibi donup kaldıklarını görünce nutku tutuldu, dili damağına yapıştı. Karşısındaki manzara bir mağlubiyet değil, bir destandı. Gördüğü manzara, insanlık tarihinin en acı tablolarından biridir.

Kimi diz çökmüş nişan alırken, kimi elinde dürbünüyle ufku gözlerken taş kesilmişti. Hiçbirinde korku emaresi yoktu; sanki hepsi ölümü değil, bir muştuyu bekler gibidir. Pietroviç, bu azamet karşısında saygıyla eğilir ve karargâhına o meşhur raporu yazar:

“Allahuekber Dağları'ndaki Türk müfrezesini esir alamadım.

Çünkü onlar bizden çok evvel Allah'larına teslim olmuşlardı.”

(24 Aralık 1914)

Sarıkamış, sadece bir askerî strateji hatası değil; imanın ve sadakatin doruk noktasıdır. Yanlış kararların, şahsi ihtirasların, kibirli stratejinin ve bedelini canıyla ödeyen masum kahraman Türk askerlerinin trajedisidir.

Ve o dağlarda hâlâ, Türk'ün buzdan heykelleri nöbettedir. (1)

(1) Ömer Faruk Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi (İstanbul-1999), 4/371-379.

Dr. MURAT ERGÜVEN / TİME TURK

Tüm Yazıları

SON VİDEO HABER

İHH savaş mağduru Ukraynalılara 4 tır yardım gönderiyor

Haber Ara