Dolar

42,6973

Euro

50,1227

Altın

5.912,15

Bist

11.311,31

İsrail'in Batı Şeria'yı ilhak kararı nasıl okunmalı?

2 Ay Önce Güncellendi

2025-10-26 00:07:44

Dr. Mehmet Babacan

İsrail'in bölgesel aktörler olan Türkiye, Katar ve Mısır yanında 1948'den bu yana hegemon güç şemsiyesine ve BM süreçlerinde veto desteğine/zırhına sığındığı ABD'nin arabuluculuğu ile 13 Ekim 2025 tarihinde Hamas ile girdiği ateşkes ve barış dönemi kırılgan bir zeminde ilerlerken İsrail Parlamentosu'nun (Knesset) Batı Şeria'daki işgalin genişletilmesine öngören yasa tasarısını onaylaması gözlerin tekrar bölgeye çevrilmesine yol açtı. Saldırgan ve revizyonist eylemleri bağlamında bir bütün olarak Ortadoğu bölgesindeki güvenliği tehdit eden ve bu coğrafyadaki tüm devletleri istikrarsızlaştırmayı amaçlayan Tel Aviv'in biri bitmeden ötekisi başlayan radikal, agresif ve reaksiyon üreten eylem ve politikaları ne yazık ki ateşkes ve barış dinlemeden yoluna devam ediyor. Öncelikle; Gazze'deki ateşkesi daha başlamadan baltalamayı amaçlayan Gazze ve Refah bombardımanları gibi sabote edici adımlar yanında daha şimdiden oluşturulacak uluslararası görev gücünde Katar ve Türk askerlerinin bulunmasına itiraz edilmesi, yardım tırlarının refah girişinde radikal göstericiler tarafından durdurularak engellenmek istenmesi, sivil nüfusa yönelik kasıtlı ateş açılması gibi İsrail şiddetini yansıtan eylemler basına yansımayı sürdürüyor. Trump'un ateşkesin ihlal edilmemesine yönelik Hamas'ı uyaran ağır tehditkâr, baskılayıcı dil ve üslûbuna rağmen İsrail'in hukuk-dışı eylemleri ne hikmetse görmezden geliniyor.

Bütün bu gelişmelerin yanında öteden beri kurmuş olduğu yasa-dışı yerleşimler ile küçük lokmalar halinde yutmaya başladığı Batı Şeria'yı da tamamen işgal etme amacında olduğu belli olan İsrail yönetiminin bu hamlesi aslında bölgeye ve konuya yabancı olmayanlar için bir sürpriz sayılmaz. Keza her ne kadar Ramallah'taki Filistin Özerk Yönetimi ile 1994'ten beri herhangi bir çatışma yaşamayan Tel Aviv, Hamas idaresindeki Gazze'ye yönelik önce “abluka” daha sonra da “saldırı” ve “işgal” planını yürütürken Batı Şeria'daki genişlemesini de hız kesmeden devam ettirmiştir. Bu kapsamda Yahudi yerleşimciler uzun bir süredir olduğu gibi bölge halkı Filistinlilerin konutlarına ve iş yerlerine el koymakta, araçlarına, tarım alanlarına ve eşyalarına zarar vermekte, hayvanlarını alıkoymakta ve geçim kaynaklarını tahrip etmektedir. Rutin ve keyfe-keder bir şekilde devam eden gözaltılar, İsrail polisinin gözü önünde cereyan eden sataşma ve şiddet eylemleri, kasıtlı yaralama, öldürme gibi suçlar artık giderek sıradanlaşmakta; Abbas yönetiminin bu yaşananlara tepkisi ise ya hiç olmamakta ya da etki doğruma kapasitesinden uzak bir zayıflık ve cılızlıkta gerçekleşmektedir. Böyle bir ortamda ön plandaki Gazze yanında Batı Şeria'da da artan hak ihlalleri ve genişleyen işgal 13 Ekim ateşkesi ile bir nebze durulan Gazze'nin ardından bölgeyi yeniden gündeme getirmiştir. Ancak bu gündeme geliş bölgedeki Filistinli Arapların lehine bir durum ile olmamış İsrail'in Şeria'yı topyekûn kontrol altına alma girişiminin resmileşmesi gibi kötümser bir tablo ile ortaya çıkmıştır. İsrail Parlamentosunun Batı Şeria'yı ilhaka yönelik girişimleri tarihsel süreçte yoğun bir şekilde gündeme gelmiş ve uluslararası toplumun tepkisini toplamıştır.

Arap koalisyonu ile girişilen 1967 Altı Gün Savaşı neticesinde Sina yarımadası, Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri yanında Batı Şeria'yı da işgal eden İsrail askeri bölgede yasa-dışı Yahudi yerleşimlerin kurulmasına imkân tanıyarak işgali kalıcı hale getirmiştir. Nitekim İsrail Meclisi çok yakın bir geçmişte, 25 Temmuz 2025'te, “egemenliğin dayatılması” adı altında Batı Şeria'ya yönelik ilhakı 71'e karşı 13 oyla onaylayarak yasalaştırmıştır. Sağcı bakan Betzalel Smotrih'in “E1 Planı” adını verdiği planla Batı Şeria'nın %82'sinin ilhak edilerek bu bölgede 3.400 yerleşim biriminin Yahudi yerleşimcilere açılması tasarlanmaktadır. Uluslararası toplumun ve İsrail'i ziyaret eden ABD Başkan Yardımcısı JD Vance'in yanında bizzat Trump'un da tepki gösterdiği ve olumsuz ifadelerle karşılık verdiği ilhak planı Türk Dışişleri Bakanlığı başta olmak üzere bölgedeki diğer devletlerin de sert sözlerle karşı çıktığı bir gelişme olmuştur.

1993 yılında FKÖ ve İsrail arasında yine Washington arabuluculuğunda imzalanan ve 1994'te yürürlüğe giren Oslo Anlaşması uyarınca Tel Aviv'in “özerk” statüde tanıdığı ve iki-devletli çözüme giden yolda meşruluğunu kabul ettiği Filistin Yönetimini sona erdirmeyi amaçlayan ilhak kararı/planı Oslo ruhuna ihanet ve aykırılığı yanında bir bürün olarak Ortadoğu barışına da büyük darbe indirmektedir. Böyle bir kararı almakla tam da Gazze ateşkesinin yürürlüğe girdiği bir ortamda Tel Aviv'in bölgedeki devletlere ve tüm dünyaya vermek istediği mesaj açıktır: “Barış ve ateşkes anlaşması imzalaması İsrail'in zayıfladığı ve revizyonist emellerinden vazgeçtiği anlamına gelmesin!”

Keza Gazze üzerine kabul ettiği ateşkese sadık kalıp sürdüreceği bile çok düşük bir ihtimal dahilinde iken Tel Aviv'in attığı bu adım yıllardır küçük parçalar haline ayırarak böldüğü ve yutmaya elverişli hale getirdiği Filistin toprakları üzerindeki yayılmacı amaçlarının nihai aşamasını temsil ediyor. Gazze'de Washington desteği ile hayata geçirilecek olan teknokratlar yönetimi ve/veya uluslararası kurul/konsey nasıl ki yaklaşık 100 yıl öncesine ait kolonyal yönetim mantığını ve bir zamanlar Britanya ile Fransa'nın uyguladığı manda idaresini anımsatıyorsa Batı Şeria'daki İsrail işgali de kalıcı olmaya hazırlanan Batı tarzı yayılmacı karakterdeki kolonyal dürtünün bir yansıması. Bu açıdan daha önce yine Trump'un 1. Başkanlık dönemindeki “Yüzyılın Anlaşması” kapsamında ekonomik ve finansal kaynaklar karşılığında teslim alınması öngörülen bölge, ilhak kararı ile Patrick Wolfe'un 21. yüzyılda “yerlilerin ortadan kaldırılması” olarak tanımladığı bir düşünceyle motive edilen kolonyal/sömürgeci hareketin Siyonizm tarafından günümüze uyarlanmasından başka bir şeyi ifade etmiyor.

Bölgede (Filistin) İsrail'in bu son ilhak kararı ile de bariz bir biçimde ortaya çıkan asıl yapmak istediği şey; Gazze ve Batı Şeria'daki Filistin ve Filistinli varlığını yok ederek sonuçta uluslararası kamuoyunun üzerine gelmesine yol açan Filistin Sorununu da ortadan kaldırmak. Nitekim ortada Filistinliler ve onların yaşadığı şehirler kalmazsa 7 Ekim (2023) öncesinde yakınlaşmaya ve İbrahim Anlaşmalarına imza attırmaya çalıştığı Suudi Arabistan ve diğer bölge ülkelerinin masaya getirebileceği “iki-devletli çözüm” baskısı da kalmayacak. Bu aynı zamanda bölgenin ekonomik kapılarını ABD'ye açacak, BM kararlarının Filistin'e tanıdığı tüm hakları ortadan kaldıracak ve 1948'den beri bölgede (Arap dünyasında) var olan Filistin cephesini de tamamen çökertecek. İsrail'in ilhak kararı alması ile amacı bu kadar net ve ortada iken asıl önemli soru şu: “Washington tepksiel açıklamalarında samimi mi yoksa ortada bir tiyatro mu oynanıyor?”

ABD'nin verdiği tepkilerin bir senaryo gereği mi (?) yoksa Trump gerektiğinde Netanyahu'yu gözden çıkaracak kadar sözünde durur mu (?), bu kadar ileri gidebilir mi (?)...

Bu soruların cevaplarını ise bize önümüzdeki günler ve gelişmeler verecek…

Dr. Mehmet BABACAN \ Timeturk

Tüm Yazıları

Haber Ara