Dolar

42,5315

Euro

49,6187

Altın

5.779,92

Bist

10.918,51

Doha saldırısı ve Ortadoğu güvenlik mimarisindeki kırılma

3 Ay Önce Güncellendi

2025-09-11 13:10:29

Dr. Mehmet Babacan

Ortadoğu bölgesi İsrail kaynaklı istikrarsızlık girdabı ve ateş çemberi içerisinde savrulurken 9 Eylül'de gerçekleşen “Doha saldırısı” bölgedeki dış ve güvenlik siyasetini bambaşka bir çerçeveye taşımıştır. Bu yeni çerçeve ya da perspektif realist güvenlik parametrelerinin söz konusu olduğu bir siyaset zeminini yeniden gündeme getirirken aynı zamanda bölgede uzun yıllar geçerli olan ittifakları ve klasik bloklaşmayı da ortadan kaldırmaya matuf dinamikler içermektedir. Her şeyden önce İsrail'in ABD tarafından iletilen ateşkes planını görüşmek ve koşulları tartışmak üzere bir araya gelen Hamas liderlerinden oluşan grubu tarafsız ve barış görüşmelerine aracılık eden bağımsız bir devletin başkentinde suikast düzenleyerek ortadan kaldırmaya kalkışması Katar'ın egemenliğinin ihlal edilmesi anlamını taşımaktadır ve ciddi yaptırım gerektirir.

Diğer yandan Hamas kanadının temsilcilerini barış masasında hedef alması Tel Aviv'in diplomatik ahlâkı, siyaset terbiyesini, tüm değer yargılarını, kaide ve kuralları tamamen terk ettiğini ve hiçbir hukuk normunu tanımadığını bir kez daha göstermiştir. Katar'ın başkenti Doha'da meydan gelen bu saldırıdan MİT'in erken uyarısıyla yaklaşık 8-10 dakikalık bir önleme ile kurtulmaya başaran Hamas temsilcileri yaptıkları ilk açıklamada bu durumu ifade etmiştir. İsrail'in “terör devleti” niteliğini ve diplomatik görüşmeleri dahi sinsi tuzak ve suikastları kapsamında araçsallaştıracak kadar değerlerden yoksun olduğunu tüm dünya ve uluslararası toplum müşahede etmiştir.

Esasen Amerikan destekli bölgesel hegemonyasını Ortadoğu alt-sistemindeki tüm aktörlere kabul ettirmek ve kendi çizdiği “Yeni Ortadoğu” haritasındaki jeopolitik dengeleri hayata geçirmek için Arap Devrimlerinden bu yana girişimlerine hız veren Netanyahu yönetimi Donald Trump'un 2. kez Başkan seçilmesinin ardından bariz bir biçimde yayılmacı, saldırgan, hukuksuz ve ölçüsüz politikalarını her geçen gün farklı devletlerin topraklarına yaymaktadır. Nitekim arka arkaya Lübnan, Gazze, Batı Şeria, Yemen ve Katar'a saldıran İsrail bu ülkedeki nükleer enerji faaliyetlerini bahane ederek geçtiğimiz aylarda da İran'a saldırmış ve bölgedeki güvenlik siyasetini alt üst etmiştir. Aylardan beri sürdürdüğü Gazze soykırımı uluslararası toplumun gündeminde iken Batı Şeria'yı işgal girişimlerini de artıran Netanyahu yönetimi burada her geçen gün yenileri eklenen yerleşimlere de izin vermektedir.

İsrail'in bölgesel güvenliği tehdit eden eylemleri, saldırıları ve uluslararası hukuku hiçe sayan sert güce dayalı ve diğer devletlerin egemenliğini ve istikrarını tehlikeye atan politikaları gecikmeksizin acil tepki gerektiren bir noktaya ve en üst seviyeye ulaşmıştır. Deyim yerindeyse İsrail'in bölgesel anlamda dizginlemesi için “alarm zilleri” çalmaktadır. Bölgedeki tüm devletlerin egemenliklerini tehdit ederek topraklarını istikrarsızlaştırmaya ve bölgesel çapta bir savaşın alanı haline getirmeye uğraşan Tel Aviv, revizyonist politikalarına karşı çıkan aktörleri ötekileştirip yalnızlaştırmaya çalışmakta bir süre sonra ise çeşitli nedenlerle hedef tahtasına oturtarak sistem-dışına itmeye uğraşmaktadır. Nitekim Soğuk Savaş döneminden bugüne bu analitik çerçeve sürekli böyle işlemiş, İsrail'in Amerikan destekli hegemonyasına karşı çıkan anti-İsrail bloğu önce güvenlikleştirilmiş sonra ise düşman ilan edilmiştir.

Sözgelimi; “İsrail-karşıtı blok” olarak tanımlanabilecek Irak, Suriye ve İran gibi aktörlerle İran'ın inşa ettiği Yemen'de Ensarullah ve Lübnan'daki Hizbullah ve diğer milislerden müteşekkil “direniş ekseni” bunun en isabetli örneği olmuştur. Saddam rejimini İsrail karşıtı politikaları nedeniyle ABD'nin hedefine koyan ve Washington'u bu devlete karşı kışkırtan Yahudi Lobisi aynı politikayı senelerdir İran üzerinden kurgulamaktadır. Arap devrimleri kapsamında zayıflayan Suriye “başarısız bir devlet (failed-state)” olarak Tel Aviv'in yayılmacı emellerine hizmet ederken istikrarlı ve yeniden inşa sürecindeki toparlanmış bir Şara hükümeti ise İsrail'in işine gelmemiştir.

Yaklaşık yüz yıl önce Batılı kolonyal güçlerin haritasını çizdiği ve güvenlik mimarisini inşa ettiği Ortadoğu bölgesi radikal bir transformasyon süreci içerisine girmiş bulunmaktadır. 1948'den itibaren Arap-İsrail savaşlarının ortaya çıkardığı Arap-İsrail ekseni ile 1979 İslam Devriminin ortaya çıkardığı İran-Körfez ekseninin, 2011'den itibaren başlayan Arap Devrimleri ile devrimci-karşı devrimci eksenlerle birbirine eklemlenmesiyle biçimlenen Ortadoğu güvenlik mimarisi; 1. Dünya Savaşı sonrasındaki kısa süreli Fransa ve İngiltere hakimiyeti sonrası ağırlıklı olarak ABD'nin asli oyuncu olduğu bir temele dayanmaktadır. Bu bakımdan başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez'deki monarşik aktörler ile Ürdün ve Mısır gibi “sünni pragmatist devletler” güvenlik ve istihbarat alt-yapılarını Washington'a emanet etmiştir. Her ne kadar son yıllarda ABD'nin “azalan angajman” ve “pivot-Asia (dikkati Asya-Pasifik bölgesine kaydırma)” politikaları çerçevesinde Ortadoğu'dan çekilmesi ihtimalinden ve oluşacak güç boşluğunu Rusya, Çin gibi küresel alternatiflerinin doldurmasından bahsedilse de çeşitli özelliklerinden dolayı bölgenin Washington nezdinde “vazgeçilmez” olduğu bilinmektedir. Ancak 2019'da Suudi Arabistan'daki ARAMCO tesislerine yapılan saldırıda olduğu gibi İsrail'in Katar'daki saldırısına da engel olunamaması ve etkili bir tepki üretememesi körfezdeki müttefikleri nezdinde ABD'nin güvenilirliğini tartışmaya açmaktadır.

Keza bahse konu körfez ülkeleri çoktan Çin ve Rusya ile çeşitli sektörlerde karşılıklı bağımlılık ilişkileri geliştirmiş, stratejik anlaşmalarla angajmanlara girmiş ve ABD'yi dengelemeye çalışmıştır ancak Körfez'deki güvenlik ve istihbarat tekeli halen ABD ve İngiliz koalisyondadır. Bu durum ise İran'a karşı 2019'da anlamlı bir tepki üret(e)meyen Batılı aktörlerin hele İsrail'den hiç hesap soramayacağını ortaya çıkarmaktadır. Kaldı ki savunma, güvenlik ve istihbarat kaynakları; Trump'un saldırıdan haberdar olduğunu, İngiliz uçaklarının ise İsrail uçaklarına yakıt ikmali sağladığını, Hamas grubuna füzeyle saldıran uçakların Katar'a doğru yol boyunca Ürdün, Suriye, Irak ve Suudi Arabistan hava sahasını kullandığını doğrulamaktadır.

Netice itibariyle ABD'nin asli güvenlik oyuncusu rolünü oynadığı ve yakın bir geçmişte olduğu gibi muazzam maddi karşılıklar mukabilinde istihbarat, savunma ve güvenlik ihtiyaçlarını karşıladığı körfez ülkeleri başta olmak üzere dış ve güvenlik siyaseti Batı tarafından dayatılan politikalara esir olan Ortadoğu bölgesinin güvenlik mimarisi mevcut durumda bir dönüşüm gerçeğiyle karşı karşıya kalmıştır. ABD üslerine ev sahipliği yapan ve tarafsız nitelikteki barışçıl dış politikasıyla öne çıkan Katar'ın dahi İsrail saldırılarından nasibini alması İsrail söz konusu olduğunda verdiği tüm sözleri unutan ve sistem-içi aktörleri dahi feda eden bir Washington'un varlığını gündeme getirmiştir. O halde İsrail'in varlığının ve güvenliğinin korunması ile enerji kaynaklarının transferini önceleyen Batı orjinli politikalarla altyapısı oluşturulan Ortadoğu güvenlik mimarisi tehdidi engelleyemeyen ve tehdit sonrası verilen zararı da telafi edemeyen mevcut yapısıyla kaçınılmaz bir şekilde değişim ve dönüşüm ihtiyacıyla karşı karşıyadır. Bu dönüşüm ifade edildiği gibi ideoloji, mezhep, din veya güvenlik algıları bağlamında oluşturulmuş “dost” “düşman” ayrımlarının değişmesine ve dolaylı olarak klasik ittifak ve eksenlerin/blokların revize edilmesine neden olacaktır.

Ortadoğu coğrafyasının mevcut tehditler üzerinden yeni bir güvenlik mimarisine sahip olması gerekliliği son derece açık ancak bunun ne şekilde ve nasıl olacağı (bölgesel bir büyük savaş ya da küresel çapta bir dünya savaşı ile mi yoksa bir devrim vb. sonucu mu) meçhuldür. Ancak mevut güvenlik mimarisi sürdürülebilir olmaktan çoktan çıkmıştır ve Bölgedeki tüm aktörlerin kollektif bir biçimde başta İsrail olmak üzere tüm güvenlik tehditlerini, terörizmi ve diğer bütün istikrarsızlık unsurlarını yok etmek üzere bir araya gelerek yeni bir güvenlik mimarisi oluşturması elzemdir. Bu yapılmadığı müddetçe bölgenin Suriye Krizinde olduğu gibi küresel aktörlerin çekişme sahasına dönüşmesi, enerji kaynakları nedeniyle bölgedeki yönetimlerin manipüle edilmesi, İsrail'in ön planda tutularak diğer devletlerin egemenliklerinin hiçe sayılması ya da Yemen ve öteden beri Gazze'de olduğu gibi açlık, insani felaket ve soykırımların yaşanması mümkün olacak, bu kadim coğrafya istikrarsızlık, anarşi ve savaşla anılmaya devam edecektir.

Tüm Yazıları

SON VİDEO HABER

Bakan Bayraktar: Enerji filomuzun 6'ncı gemisi Türkiye'de

Haber Ara