Dolar

42,5315

Euro

49,6187

Altın

5.779,92

Bist

10.918,51

Doğudan Batıya: Türkiye'nin çok-yönlü dış politika vizyonu

2 Ay Önce Güncellendi

2025-10-05 10:26:23

Dr. Mehmet Babacan

Genel olarak dünya üzerindeki herhangi bir devletin dış politikasını anlamak ve anlamlandırmak için birkaç yola başvurabilirsiniz. Yapacağınız eylem “dış politika analizi” olarak isimlendirilecektir ve bu analiz/değerlendirme için izleyeceğiniz objektif süreç de önceden bellidir. “Dış politika”, “uluslararası politika” ve daha geniş bir anlam ve içeriğe sahip “uluslararası ilişkiler” gibi kavramların ifade ettiği çalışma alanları neticede sosyal bilimler kümesi içerisinde yer almaktadır ve herhangi bir egemen siyasal sistem üzerine gerçekleştireceğiniz dış politika analizinde, dolaylı olarak bilimsel bir eylem/faaliyet olacağı için, verilerden yararlanmak, rasyonel, determinist ve objektif teknikler kullanmak elzemdir.

Sözgelimi; Türkiye'nin dış politikasına dair öz bir biçimde ayakları yere basan sağlıklı ve bilimsel/akademik nitelikli bir çıkarımda ya da analizde bulunmak istediğinizde bu analizi bir biçimde teorik, pratik ve analitik bir çerçeve içerisine oturtma ihtiyacınız gayriihtiyari belirecektir. 1945-1991 yılları arasındaki “Soğuk Savaş dönemi” bütün dünyanın siyasi, iktisadi, askeri ve ideolojik olarak bariz bir biçimde iki kampa ayrıldığı ve güç ilişkilerinin uluslararası politikanın gündemini belirlediği krizlerle ve her an küresel ölçekte bir sıcak çatışma riskini doğuracak mücadelelerle geçen önemli bir tarihsel dönemi simgeliyordu. Bu dönemde sıklıkla referans kaynağı olan “realist” teorik çerçeve Türkiye ile ilgili dış politika çalışmalarında da çokça kullanılmaktaydı ve klasik realist argümanlar baş tacı edilerek bu paradigmanın açıklama ve öngörülerine neredeyse ilahi bir kanun muamelesi yapılmaktaydı. Bu dönemde Türkiye'nin pusulası Batı'yı gösterirken Türk dış politikasının temel ilkeleri “Batıcılık” ve “Statükoculuk” olarak ifade edilmekteydi.

Neyse ki ortaya çıkan global gelişmeler, realizmin ideolojik ve teorik körlüğünü gözler önüne sermiş, devletin egemen aktör rolünü sarsmış, başat teori olarak görülen realizm 1990'ların başında Soğuk Savaşın sona ermesini öngörememiş ve açıklayamamıştır. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de dış politikayı açıklayan ve yönlendiren paradigmalar keskin bir dönüşüme uğramış, konstrüktivist, eleştirel ve post-modern yeni teorik çerçeveler “açıklayıcı bir model” olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu kapsamda örneğin; SSCB'nin dağılması ve Orta Asya Türk devletlerinin bağımsızlık kazanması kimlik öğelerine vurgu yapan inşacı (konstrüktivist) dış politika anlayışını öne çıkarmış, “Adriyatik'ten Çin seddine Türk dünyası” gibi sloganlar üniversitelerde ve siyasi çevrelerde sıklıkla duyulmaya başlanmıştır. Aynı zamanda 1996'dan itibaren Türkiye'nin AB ile ilişkilerinde önemli bir aşamayı simgeleyen Gümrük Birliğine girişi Batıcılığın adres tarifini de değiştirmiş karşımıza “Washington ve Brüksel eksenli Batıcılık anlayışı” çıkmıştır.

Günümüz dünyasında bir devletin dış politikası çeşitli teorik, analitik ve pratik çerçevelerden açıklanmaya elverişli karmaşık bir görünüm arz etse de bu durum dış politikayı şekillendiren değişkenlerin sayıca artmasıyla yakından ilgilidir. Küreselleşmenin artan etkisi yanında bu duruma bir tepki olarak gelişen bölgeselleşme eğilimleri, dış yardımlardan faydalanma amacı ile birlikte doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını ülke içine çekmek gibi ekonomik saikler, savunma ve askeri gücünü materyal kapasite ve envanter bakımından artıran sınır komşusunu dengelemek için yeni askeri ittifaklara girişmek gibi fiziksel ve siyasal güç ilişkilerini içeren durumlar bir ülkenin dış politikasının şekil almasında önemli roller oynamaktadır. Kısaca devletin yanında devlet-altı ve devlet -üstü aktörlerin de iştirak ettiği bir süreç haline gelen “dış politika yapım-süreci”; ekonomiden diplomasiye, dinden ticari ve kültürel ilişkilere, diasporadan askeri ittifak ilişkilerine kadar geniş bir yelpazedeki bağımsız değişkenlerin etkisi altında biçim almaya başlamıştır.

Tekrar Türkiye özelinde bir durum değerlendirmesi yapacak olursak; 2023'te Cumhuriyetin 100. yaşı ile birlikte her alanda olduğu gibi diplomasi ve dış politika alanında da kendine büyük hedefler ve önemli idealler belirleyerek ulusal ilerlemeyi devam ettiren siyasi irade ve dış politika yapıcıları özetle “çok-boyutlu” ve “pro-aktif” bir dış politika anlayışını rehber edinmişlerdir. Çok-yönlü ya da çok-boyutlu proaktif dış politika perspektifi Ankara'nın geliştirdiği uluslararası ilişkilerde aktörleri birbirinin alternatifi değil tamamlayıcısı olarak görmeye dayanmaktadır. Bu dış politika anlayışı ulusal çıkarlar ve güvenlik öncelikleri temelinde sürdürülürken yakın çevresinde barışı önceleyen aktif diplomatik rolü ve insani değerleri öne çıkaran, kimi zaman “ahlâki realizm” olarak da adlandırılan bir içeriğe sahiptir. Keza Filistin halkının haklarının korunması Kudüs ile ilgili olarak Osmanlı mirasına dayanan kültürel ve tarihi unsurların çokça vurgulanması yanında Irak'taki Türkmenlerin siyasal temsil ve diğer hak ve çıkarlarının savunulması için yapılan girişimler de kimlik öğelerine dayanan sosyal inşacı dış politika paradigmasını gündeme getirebilmektedir.

Günümüzde Afrika'daki hemen her ülkesinde diplomatik temsilci açarak kara kıtada insanlığın ve medeniyetin yeni yüzü olarak beliren Ankara aynı zamanda Orta Asya Türk devletleriyle aynı kimlik ve değerler zemininde buluşan güçlü kültürel ve toplumsal ilişkilerini kabuk değiştiren “Türk Devletleri Teşkilatı (TDT)” ile taçlandırarak ile bölgesel ve uluslararası politikaya damgasını vurmuştur. Çin, Rusya gibi Washington hegemonyasına meydan okuyan alternatif norm üreticilerinin ve küresel aktörlerin dahil olduğu BRICS ve ŞİÖ gibi uluslararası örgütlere gösterilen eğilim yanında AB'ye üyelik idealinden vazgeçmeyen, stratejik bir NATO üyesi olarak konumlanan Türkiye global ölçekteki ağırlığını giderek daha fazla hissettiren bir aktör olarak ön plana çıkmaktadır. Avrupa Siyasi Topluluğu (AST) Zirvesi için Arnavutluk'un başkenti Tiran'a giden Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'a bir basın mensubu; “Herkes sizin gelmenizi bekliyordu. Sanırım küresel barışın anahtarı sizde!” diye hitap etmektedir. Bu duruma paralel olarak Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan da 100. Yılında Türk Dış Politikasını analiz eden eser için kaleme aldığı makalesinde; “birçok güvenlik problemiyle boğuşan günümüz uluslararası sisteminin karmaşık yapısından ileri gelen krizler karşısında Türk dış politikasının, kapsamlı bir anlayışla ve etrafındaki ülke ve bölgelerle geliştirdiği komşuluk ilişkileri içerisinde kendi ulusal çıkarlarını da koruyarak nasıl bölgesel ve küresel düzeyde sürdürülebilir bir barış ve kalkınma inşa ettiğine” vurgu yapmaktadır.

Dolayısıyla bugün kimi çevrelerin kıyasıya eleştirdiği Türkiye'nin çok-yönlü aktif dış politikası herhangi bir eksene veya aktöre odaklanmayan, sistemdeki bütün kurum ve aktörlerle dengeli ilişkiler geliştirebilen, diplomasiyi, insani ve ahlâkî değerleri önceleyen tavrıyla merkezine Washington'u, Brüksel'i veya Moskova'yı değil Ankara'yı yani kendisini, kendi ulusal değer ve çıkarlarını koymaktadır. Bu dış politika paradigması Ankara'ya herkes bir taraf seçerken tüm dünyada hem Moskova hem de Kiev ile aynı anda diyalog kuran tek aktör olma vasfını kazandırırken aynı zamanda Esed zulmünden, Sednaya hapishanelerindeki işkencelerden kaçan mazlumların kalbini ve duasını, Gazze'de soykırım altında inleyenlerin tek umudu olma şerefi ile kara kıtadakilerin Batı ile Doğu arasındaki tek alternatifi olma unvanını ve mahzun yüreklerin şifa bulduğu tek coğrafya özelliğini kazandırmaktadır.

Dr. Mehmet BABACAN \ Timeturk

Tüm Yazıları

SON VİDEO HABER

Bakan Bayraktar: Enerji filomuzun 6'ncı gemisi Türkiye'de

Haber Ara