Tahminen Onüçüncü yüzyıl sonlarında Vapşı Bakşı tarafından yazılan Gönlün Aslını Öğreten Kitap (Köngül Tözin Ukıtdaçı Nom) adlı eser, Türk dilinde kaleme alınmış en eski felsefe metni olarak bilinmektedir. Bakşı, “kâtip, filozof” anlamına gelir. Vapşı Bakşı'nın metnini merhum Teoman Duralı, Almancadan çevirip yayınlamıştır.
Türk dilinde kaleme alınmış en eski felsefe metni olarak bilinen bu eser çok ciddi bir varlık, bilinç felsefesi, bir kendilik felsefesini işlemektedir. Bu metin, bir aynaya bakıp aynadaki “görüntüsü” ile “kendi” arasında ontolojik bir ilişki kurup bunun bilgi boyutunu çözümlemektedir:
"Ey Ânant, Şivastî şehrinde Yadyadatı adında bir adam, duvardaki aynaya bakar. Aynanın boyu kısa olduğundan, Yadyadatı, kendi kafasını göremez. Bunun üzerine, 'eyvâh başımı kaybetmişim!' diye haykırarak ne yapacağını şaşırır. Başını bulmak için sağa, sola seyirtirken birden 'başım kaybolmuş; iyi ama onu arayan kim?' diye düşünür, şaşkınlığı da diniverir.”
Varlık, bilgi ve ahlâk bilince bağlıdır. Bir canlıyı insan kılan en başta gelen etken bilinçtir. Kendim ve dünyam hakkında beni haberli kılan bilincimdir. Olup biten ne varsa, bilinçten kaynaklanır. Varlık bilinçle oluşur ve bilinç bulunmuyorsa, varlıktan da bahsedilemez. Bir başka ifade ile bilinç, benimin esasıdır. Bilinç, öncelikle, benimin dünya ile kesişen yörelerle, (bedenimle, bünyemle) tanışmamın, kendimin kendisine ifadesidir. Sonra, benimin bittiği yerde başlayan dünyayı benime, yani (bana) tanıtır. Ben, soğan misali tabaka tabaka soyulur. Soyuldukça soğanın cücüğüne erişilebildiği gibi, beni örten peçeler kaldırıldıkça öze ulaşılır.
Bilincin kendi dışına yansıması, olayları meydana getirir. Bilinç unsurlarını dışarı taşıyan, sözlerdir. Sözler ve genelde dil, bilincin ifade aracıdır. Dil, yalnızca bir araçtır, amaç değildir. Dilde işlenecek hata, yansıtan ile yansıtılanın karıştırılması gibi olur. Her resim, bir şeyin resmidir. O bir şey ise, kendikendisi olup kendindedir. İşte bilinç de, kendikendisi ve kendinde olandır.
Neredeyse aynı çağda, Türk dünyasının bir başka yöresinde yaşamış Yunus Emre, Vapşı Bakşı ile aynı şeyleri söylemesi tesadüf olamaz:
Severim ben seni candan içeri,
Yolum vardır bu erkandan içeri.
Beni bende demem bende değilim,
Bir ben vardır bende benden içeri.
Veya;
İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır.
Bilge Kağan, Vapşı Bakşı, Hoca Ahmet Yesevî, Yusuf Has Hacip, Alî Şîr Nevâî, Hacı Bayram, Hacı Bektaş Velî ve Yunus Emre'nin oluşturduğu hat ile bir zihin aktarımı olmuştur. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu zihniyet felsefe, bilgelik veya irfan terimleri ile karşılanabilir.
Öyle görünüyor ki İrfan terimi ile Anadolu'yu kullanmak bu hattı Anadolu ile sınırlandırmak anlamına gelir. Bu bir zihniyet, düşünce ve bilgelik hattıdır. Türk Felsefesi demekten kaçınanlar buna Türk Bilgeliği veya Türk İrfanı adını verse yanlış olmaz.
Ancak, bu noktada temel bir siyasi soru çıkar ortaya: Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile bu Türk Bilgeliğinin ilişkisi var mı?
Veya Maarif Modelinde Türk İrfanından izler var mı?