Bu konuyu yazı haline getirmem bizzat kendi başıma gelen bir dolandırıcılık olayından kaynaklanmaktadır. Dolandırıcının izlediği yol hukuka uygun. Ödemesi gereken senedi vaktine ödemiyor fakat hukuk ona bazı imtiyazlar tanımış. Ödeme yapması gereken tarihe ilave süre veriyor. Gene ödeme yapılmıyor. Gene hukuk yolunu izlersen senedi icraya vermek gerekiyor.
Adam zaten dolandırıcı ve yasal olarak kendi üzerinde el konulacak bir mal varlığı yok. Bu durumu sosyal medyadan yayınlarsam diğer insanlar bilgilensin diye düşündüğüm zaman muhatap “ticari itibarımı zedelediğin için dava açarım” diyor.
Bu durumda hukuk, mağduru haksız, dolandırıcıyı haklı hale getiriyor. Sonuçta bu örnekte hukuk adaleti temin etmiyor. Tam tersine adaletsizliğe toleranslı davranıyor. Adalet değil hukuk üstün hale geliyor. Bir başka ifade ile hukuka uygunluk, illaki adalete veya ahlaka uygunluk anlamına gelmez.
Bir akademisyen olarak adaleti savunmam ve adaletin temini için elimden geleni yapmam gerektiğinin bilincindeyim. Bugüne kadar hukuka uygun davrandığımdan eminim fakat adaletli davranıp davranmadığımı belirleyen bir dış kontrol mekanizması yok.
Hukuk
Hukuk, zaman içinde insanlar tarafından oluşturulmuş bir düzene atıfta bulunur ve devletlerin kuruluşu ile paralellik gösterir. Hukuk kurallarının teşekkülünde örf, adet, değer ve ahlak gibi unsurlar etkilidir. Yazılı olmayan sözlü geleneğe bağlı olarak oluşan normlar ve bu normların ihlali söz konusu olduğunda uygulanacak olan müeyyideleri yazılı hale getirilerek devletin işleyişine dâhil edilmiştir. Böylece devletin işleyişini belirleyen yazılı hukuk düzeni oluşmuştur.
Adalet
Adalet, genellikle elinde terazi tutan, “Adalet Tanrıçası” olarak bilinen gözleri bağlı bir kadınla temsil edilir. Terazi, her iki el iddiaların eşit olarak tartılmasını temsil eder. Kadının gözlerinin bağlı olması, herhangi bir kişi veya önyargı tarafından etkilenmeyeceği anlamına gelir. Bazı durumlarda da kadının diğer elinde de sıklıkla bir kılıç görülür. Kılıç, mahkemenin ve yargılamanın zorlayıcı gücünü temsil eder.
Adalet ile ilgili farklı görüşler vardır. Platon, Devlet adlı eserinde adaletin güçlünün işine gelen değil herkes için geçerli bir adalet anlayışına işaret etmiştir. Gerçi Platon'un devlet anlayışında adaleti temin edecekler filozof krallardır.
Sokrates, ‘Adalet Nedir?' sorusunu sordu ve verilen cevapları değerlendirdi:
“Adalet başkasına verilmesi gereken şeyi vermektir.” Sokrates, bu cevabı kabul etmedi. Çünkü “mesela, aklını kaybetmiş birisinin elinden aldığınız silahı tekrar kendisine iade etmeniz adalet değildir.”
“Adalet dostlara fayda düşmanlara zarar vermektir.” Sokrates, bu cevabı da kabul etmedi çünkü “İnsan bazen yanılıp kötülere dost, iyilere düşman olabilir. Bu halde adalet kötülere yardım iyilere zarar verme şekline dönüşmüş olur.”
“Adalet; içinde en kuvvetlinin, yani hükümdarın menfaatinin bulunduğu şeydir.” Bu cevabı da kabul etmeyen Sokrates şöyle dedi: “Hükümdarlar yanılabilir, kanunları kendi halkının ve kendinin aleyhine çıkarabilir.”
Diğer cevap ise “Adalet; karşılıklı çatışma korkusunun ortaya koyduğu kanunlardır.” Nihayet Sokrates ve öğrencileri ortak bir adalet tanımında buluştular: “Adalet, herkesin kendi üzerine düşeni yapması ve aynı zamanda kendi payına sahip olmasıdır.”
Vicdan
Hukukun kuralları yazılı olarak sunulmuşken adaletin her insanın içi dünyasında, metafizik âleminde, vicdanında yankılandığından eminim. Vicdan nihai olarak İlahi Adaletin temsilcisi olarak her insanda yaratılıştan verilmiş bir değerlendirme mekanizmasıdır.
Adalet kişisel bir şey, her şeyden önce bir duygudur. Kişinin adil olması aynı zamanda ahlaklı olması demektir. Hukuka uygun olan bir fiilin kişinin vicdanındaki yankısı adaletin sesi olarak görülür. Bu nedenle yaratılışta insana mutlak ölçme ve değerlendirme aracı olarak verilen yegâne terazi vicdandır.
Adalet bir iç meseledir ve her şeyden önce kişisel bir duygudur. Günlük hayatta hukuka uygun olduğu için müeyyide uygulanmayan bir fiil adalet duygusuna sahip insanların vicdanlarında farklı seslenir. Zira vicdan denilen şaşmaz terazi her insanda mevcuttur. Bu nedenle adalet, doğruluk, ahlak, helal, haram gibi kavramlar her şeyden önce kişisel duygu konusudur ve vicdan terazisinin belirleyeceği durumdur.
Adalet, hukuktan bağımsız ve hukukun üstünde bir kavramdır. Adalet insanın metafizik alanı ile ilgilidir. Bu nedenle metafizik alanda akıl, irade, vicdan ve ahlak birlikte çalışır. Vidan insanı adalete götürür, adalet de ahlaka götürür. Kişisel yararları adaletin önünde tutarak haksızlığı tercih etmek vicdanda yara açar. Adalet insanın kendi vicdanında gelişir ve otokontrol için önemlidir.
Toplum Vicdanı
Adaletli olmak, tüm bireylerin sahip olmaları gereken insani bir erdemdir. Ancak adaleti elde etmek için adaleti özlemek ve peşinden koşmak gerekir. Adil insanlardan oluşan toplum nefes alan, canlı ve gelişen bir toplumdur. Böyle bir toplumda bireylerin adalet arzusu ve duygusu gelişir ve hem vicdanlı bireyler hem de toplum vicdanı gelişir. Böyle olunca hukuka uygun olan bir fiil, toplum vicdanında adil bulunmadığı zaman bundan toplum vicdanı rahatsız hale gelir. Toplumun adalet duygusu bireylerin adalet duygusu ile oluşur.
Toplumsal adalet adaletin sadece mahkemelerce dağıtılması ile sağlanamaz. Yaşamın her aşamasında ve toplumun her katmanında yer alan kişiler adil olursa ve adil olmayı teşvik ederlerse toplumsal adalet işler ve insanların adalete ve buna bağlı olarak devlete saygısı ve bağlılığı sağlam olur.
Adalet ve Mutluluk
Adalet ile mutluluk arasında bir ilişki olması, adaletin mutluluğa mı yoksa mutluluğun adalete mi hizmet ettiği tartışma konusudur. Farabi, mutluluk üzerinde odaklanmakta, adalet ve mutluluk kavramları arasında önemli bir ayrım yapmaktadır. Farabi'ye göre insanın yaratılış amacı mutluluktur. Bu nedenle mutluluk adaletten daha öte bir şeydir.
Yaratılış amacı mutluluk olan insanın tanrıya ve kendine karşı en büyük borcu, mutluluğu yakalamasıdır. Farabi'ye göre adalet teorik bir fikir olarak kalırken mutluluk eylemdir. Bir başka ifade ile mutluluğu elde etmek isteyen insan eyleme geçmesi gerekir. Oysa adalet kuramsal bir düşünceden ibarettir. Eylem olmadan sadece adalet veya hukukla mutluluk elde etmek mümkün değildir. Esas olan mutluluktur.
Allah'ın Adaleti
Allah adildir. Allah adaleti gereği her şeye varlığının mahiyeti neyi gerektiriyorsa onu vermiştir. Bu nedenle evrende her şey ilahi adaletin tecellisi olarak nerede ve nasıl olması gerekiyorsa orada ve öyledir. Çölde yürüyen deveye verilen ayak şekli, insanın fiziksel yapısı ve organları, gözleri ve göz kapakları, kaşları, uçan kuşların uçuşlarını sağlayan mekanizma ve hassas mizan, yaratılanların ölçüleri ve suretleri hep Allah'ın adaletinin tecellisidir.
Allah'ın adaletinin tecellisi dikkate alındığında her hak sahibine hakkını vermek ve haksızları cezalandırmak adalet gereğidir. Bu anlamda adaletin tersi zulüm olarak görülmektedir. Esas olan hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesidir. Unutulmamalıdır ki hayat, adalet üzerine inşa edilmiştir. Adalet, hem hayatın hem de toplumun devamlılığı için elzemdir.
Hukukta adaleti bulamayanlar Allah'ın Adaletine sığınmak zorunda kalırlar. Çünkü bu mutlak adalettir. Allah'ın adaletinin çoğu zaman Ahirete de bırakılmadığı, dünya hayatında gerçekleştiği kanaati da yaygındır.
Dünyada insanlar tarafından arzulanan adaleti Kızıl Elma olarak görenler de var. Bunun nedeni hukukun adaleti sağlamada yetersiz kalmasıdır.
Rahmetli N. F. Kısakürek, modern dünyada adaletin değil adaletsizliğin hâkim olduğunu çok çarpıcı bir metaforla ifade etmektedir:
Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!
Mehmet Şahin \ Timeturk