Siyasal İslam'ın son elli yılı, bu hükmetme arzusunun tarihidir. Dava, bir varoluş biçiminden çok, bir meşruiyet aracına dönüştü. Her iktidar hamlesi “dava” adına yapıldı. Fakat dava, imanî içeriğini kaybettikçe güçle özdeşleşti. Güç, hem hedef hem kanıt haline geldi. Artık “haklıyız, çünkü güçlüyüz” anlayışı, “haklıyız çünkü Hakk'tayız” ilkesinin yerini aldı. Böylece iktidar başarısı, imanın delili sayıldı. Bu, modern çağın en sinsi dünyevileşmesidir: gücün imanla eşleştirildiği bir sahte ilahiyat.
Bu sahte ilahiyat, davayı bir tür toplu hipnoza dönüştürdü. Toplum, kendi yarattığı kudrete iman etmeye başladı. Artık dava, bir inanç değil, bir gösteri biçimiydi. Mitingler, sosyal medya paylaşımları, marşlar ve sloganlar… Her şey bir ritüele dönüştü ama o ritüel, hakikati değil kimliği pekiştiriyordu. İnsanlar inanmak için değil, ait olmak için “dava” diyordu. Bu aidiyet, bireyin düşünme yetisini felce uğrattı. Düşünmek tehlikeliydi; sorgulamak sadakatsizlikti; susmaksa hikmet sayılıyordu.
Böylece dava, eleştirilemez bir mit haline geldi. Mitleşen dava, her eleştiriyi ihanet olarak algılar. Çünkü mit, hakikatle değil, kontrolle yaşar. Mitleşen her fikir, kendi gerçekliğini korumak için baskıya ihtiyaç duyar. Davacı zihin bu baskıyı “disiplin” olarak adlandırır ama gerçekte o disiplin korkudan ibarettir. Korkunun adı düzen olur, düzenin adı iman. Bu kelime oyunları arasında hakikat tamamen kaybolur.
Davanın insan üzerindeki bu psikolojik tahakkümü, modern putperestliğin en rafine biçimidir. Çünkü insan artık taşlara değil, kavramlara tapar. “Dava” bir kavram-puttur. İnsan onu eline alamaz ama zihninde taşır. Onun için ölür, onunla yaşar, ama asla gerçekten ne olduğunu sormaz. Sorduğu anda büyü bozulur; çünkü dava, hakikati sorgulamaya değil, biçimlendirmeye çağırır.
Bu çağrının altında yatan şey, hakikati araçsallaştırma refleksidir. Modern insan artık hakikate ulaşmak istemiyor, onu kendi davasına uydurmak istiyor. Bu uydurma süreci, bir tür zihinsel mühendisliktir. Herkese bir rol biçiliyor: kimisi “dava neferi”, kimisi “dava düşmanı.” Arada insan kalmıyor. İnsan, bu kutuplaşmış düzenin fazlalığına dönüşüyor. Böylece dava, toplumsal ahlakı değil, psikolojik bağlılığı belirliyor.
Dava bilinciyle büyüyen kuşaklar, imanî sükûneti değil, ideolojik gerilimi miras aldı. Her yeni nesil, bir öncekinden daha gürültülü ama daha yorgun oldu. Çünkü dava insanı, kendi iç sesini susturmak zorundadır. O artık yalnız kalamaz. Yalnızlık, düşünmeyi doğurur; düşünmek, sorgulamayı. Oysa sorgulamak, davayı zayıflatır. Bu yüzden dava toplulukları bireyselliği tehlike olarak görür. Her birey potansiyel bir sapmadır. Dava birliği, ruhun değil, konformizmin birliğidir.
Bu konformizm, sanısal bir bütünlük üretir. Herkes aynı şeye inanıyor gibi görünür, oysa hiç kimse aynı şeyi hissetmiyordur. Dava, duyguların bile merkezileştirildiği bir alan haline gelir. Sevinç bile programlanır; öfke bile onaylıdır. İnsan, kendi iç dünyasından koptuğunda, hakikatle arasındaki bağ da kopar. Dava, insanın içinden Tanrı'yı çıkarıp örgüt şemasına yerleştirir. Artık hidayet, içsel bir aydınlanma değil; yöneticinin onayıdır. Bu yüzden dava adamı dua ederken bile protokolde durur.
Omnipotans sanısı burada zirveye çıkar. Dava toplulukları, Tanrı adına konuşma yetkisini kendilerinde görmeye başladıklarında, teolojik meşruiyetin yerini ideolojik egemenlik alır. “Allah bizimle” ifadesi artık iman değil, propaganda olur. Bu propaganda hem içeriden hem dışarıdan bir körlük yaratır. İçeriden, çünkü eleştiri imkânını yok eder; dışarıdan, çünkü tüm muhalefeti şeytanlaştırır.
Bu körlüğün sosyolojik sonucu, kitlelerin sanısal bir güç hissine kapılmasıdır. Her şey onların lehinedir, çünkü “dava büyüktür.” Dava büyüdükçe insan küçülür, küçüldükçe de daha çok sarılır. Bu, patolojik bir döngüdür. İman insanı özgürleştirirken, dava insanı bağımlı kılar. Bağımlılık, kendini sadakat olarak gösterir ama özü korkudur. Çünkü dava çökerse kimlik çöker, kimlik çökerse varlık anlamsızlaşır. Bu yüzden davacı, hakikatle değil, varlığını sürdürecek illüzyonla ilgilenir.
Dava'nın kutsallaşması, her ideolojinin kaderidir. Çünkü insan, mutlak olana inanma ihtiyacını hiçbir zaman yitirmez; sadece adresini değiştirir. Modern çağda Tanrı'nın yeri “dava”yla dolduruldu. Bu yeni Tanrı, dua değil slogan, secde değil strateji ister. Çünkü dava, iman gibi içe dönük değil; dışa dönük bir eylem biçimidir. Oysa iman, insanın içine inşa edilir; dava ise insanın dışına. Ve dışsallaşan her kutsal, bir gün kendi sahibine hükmetmeye başlar.
Siyasal İslam'ın hikâyesi tam da budur: bir iman hareketi olarak doğdu, bir dava düzenine dönüştü, nihayetinde kendi inananlarını biçimlendiren bir iktidar sistemine evrildi. “Hakikat için yola çıkanlar,” zamanla “hakikatin yerine geçenler” oldular. Bu süreçte imanî hareketlilik yerini doktriner sabitliğe bıraktı. Artık herkes ne düşüneceğini değil, nasıl düşünmesi gerektiğini biliyordu. Düşünce yerini dogmaya; iman yerini slogana; hakikat arayışı yerini disipline bıraktı.
Ama tarih, hiçbir dogmanın mutlaklaşmasına izin vermez. Dogma büyüdükçe içindeki çelişki de büyür. “Dava”nın içindeki iman, bu çelişkinin sızısıyla zamanla dışarı sızar. Ve işte o sızı, her ideolojik sistemin kriz anıdır. Çünkü iman, sorgulamayı da beraberinde getirir. Dava ise sorgulamadan var olur. İman insana “neden?” sorusunu öğretir; dava “nasıl?” sorusuna hapseder. Oysa nedenin sustuğu yerde hakikat ölür.
Bu ölüm, sadece teolojik değil, varoluşsaldır. İnsan, kendi hakikatini davasına gömdüğünde artık Tanrı'yı değil, kendini duyar. Dava bilinci, bu kendini duyma hâlini ilahi bir misyon sanır. Oysa o sadece bir yankıdır — insanın kendi sesinin yankısı. Bu yankı büyüdükçe Tanrı'nın sesi kısılır. Bir zamanlar “ümmet” denilen topluluk, artık bir yankılar ordusudur: her biri aynı sesi tekrar eder ama hiçbirinde ruh yoktur.
Bir Sonraki Yazı: DAVA – III | “Seküler Mühendislik ve İman'ın Kurtuluşu”
Bu son bölüm, sekülerizmin iman üzerinden kurduğu görünmez dizaynı deşifre ediyor.
Yazı, sessizliğin gücünü ve hakikate sadık kalan azınlığın karakterini merkeze alacak.
Devam edecek.
İsmail Yurdseven \ Timeturk
https://x.com/ismail.yurdseven