Dolar

42,9562

Euro

50,5750

Altın

5.966,12

Bist

11.261,52

Bağcılar'da Kokina…

2 Saat Önce Güncellendi

2026-01-01 00:39:16

İsmail Yurdseven

Bir toplumda değişim her zaman manifestolarla, kanunlarla ya da yüksek sesli ideolojik kopuşlarla başlamaz. Çoğu zaman değişim, itirazsız kabul edilen imgelerle, alışveriş sepetine sessizce düşen sembollerle, vitrinlere “doğal”mış gibi yerleşen ritüellerle başlar. Bugün Türkiye'nin neredeyse her şehrinde, her mahallesinde, her sosyo-ekonomik katmanında dolaşıma sokulan yılbaşı estetiği tam olarak böyle bir işlev görmektedir. Kokina, çam ağacı, kırmızı-yeşil süslemeler, ışıklar ve “yeni yıl ruhu” adı altında paketlenen bu görsel rejim; masum bir mevsim dekorasyonu değil, süreklilik kazanmış bir kültürel pozisyon alışın parçasıdır.

IMG-20260101-WA0000

Bu pozisyon alışın merkezi ise sanıldığı gibi alışveriş merkezleri ya da Batılı markalar değildir. Asıl merkez, Türkiye'nin tedarik damarlarını elinde tutan toptan ticaret alanlarıdır. Örneğin Bağcılar'da bulunan İstoç Toptancılar Çarşısı, bu açıdan yalnızca bir ticaret alanı değil, ülkenin kültürel vitrinini fiilen belirleyen en güçlü dağıtım merkezlerinden biridir. Aylar öncesinden raflara dizilen çam ağaçları, pagan kökenli süslemeler, Ortodoks Hristiyan ikonografisini çağrıştıran figürler; Anadolu'nun en ücra ilçesine kadar aynı estetik kodlarla ulaşmaktadır. Burada söz konusu olan münferit bir talep değil, sistemli bir arz politikasıdır. Talep, bu arzın ardından şekillenmektedir.

Bu noktada “sekülerlik” söylemi özellikle problemli hâle gelir. Zira kendini seküler olarak tanımlayan çevrelerin, pagan ve Ortodoks Hristiyan kökenli ritüelleri hiçbir tarihsel ya da kültürel muhasebeye tabi tutmadan sahiplenmesi, sekülerliğin tarafsızlığıyla açıklanamaz. Sekülerlik iddiası burada bir özgürleşme zemini olmaktan çıkmakta, İslamî değerlerle bilinçli bir mesafe kurmanın estetik kılıfına dönüşmektedir. Dikkat çekici olan, bu mesafenin Batı menşeli dini ve yarı-dini semboller söz konusu olduğunda ortadan kalkmasıdır. Pagan ritüeller “eğlence”, Ortodoks semboller “kültür”, İslamî referanslar ise “gericilik” olarak kodlanmaktadır.

IMG-20260101-WA0001

Bu çifte standart yeni değildir; aksine süreklidir. Edward Said'in kültürel iktidar analizlerinde altını çizdiği üzere, Batı dışı toplumlarda modernlik çoğu zaman kendi kökleriyle hesaplaşmak yerine, onları bastırarak inşa edilir. Türkiye'de sekülerlik uzun süredir nötr bir alan olmaktan çıkmış, normatif bir ideolojik pozisyon hâline gelmiştir. Bu pozisyon, İslam'la arasına mesafe koymayı ilericilik sayarken, Hristiyan ve pagan referanslara karşı neredeyse romantik bir hoşgörü geliştirmiştir. Sonuçta ortaya çıkan şey, din dışılık değil; seçici bir dinsel mesafedir.

Kokina bu seçiciliğin küçük ama berrak bir örneğidir. Pagan ve Ortodoks kökeni açık olmasına rağmen, “yeni yıl süsü” etiketiyle dinsel bağlamından soyutlanır. Aynı soyutlama, çam ağacı için de geçerlidir. Oysa antropoloji literatürü son derece nettir: Ritüel nesneler bağlamlarından koparıldıklarında masumlaşmaz, sadece görünmezleşir. Anlam ortadan kalkmaz; yalnızca hegemonik estetik tarafından yeniden yazılır. Pierre Bourdieu'nün sembolik şiddet kavramı tam da bu noktada devreye girer. Zorlama yoktur, yasak yoktur, dayatma yoktur. Sadece “normal” vardır. Ve bu normalliğe uymayan her şey giderek marjinalleşir.

İstoç'tan çıkan bir yılbaşı süsü, yalnızca bir ürünü değil, bir dünya görüşünü de taşır. Anadolu'daki bir esnaf, bu ürünü vitrinine koyduğunda yalnızca satış yapmaz; merkezin estetik tercihlerini yeniden üretir. Böylece kültürel dönüşüm yukarıdan aşağı değil, yan yana ilerler. Kimse “İslam karşıtıyım” demez. Ama İslamî semboller kamusal alandan çekilirken, Batı kökenli dinsel imgeler evrensellik adı altında çoğaltılır. Bu durum artık tesadüf değil, süreklilik arz eden bir kültürel hizalanmadır.

Jan Assmann'ın kültürel hafıza kuramı, bu hizalanmanın uzun vadeli sonuçlarını anlamak açısından önemlidir. Hafıza yalnızca hatırlananlarla değil, tekrar edilenlerle de inşa edilir. Yılbaşı ritüelleri her yıl aynı imgelerle tekrarlandıkça, bu imgeler kültürel hafızada yer edinir. Bir süre sonra köken sorusu anlamsızlaşır. “Bizim değil” demek ayıp, “neden olmasın” demek makul hâle gelir. İşte asıl kırılma noktası burasıdır.

Bugün Türkiye'de seküler olduğunu iddia eden kesimlerin önemli bir bölümü, İslamî referanslara karşı mesafesini entelektüel bir eleştiriyle değil, estetik bir dışlama pratiğiyle kurmaktadır. Bu pratik, kendini her yıl aynı ritüellerde yeniden üretmektedir. Çam ağacıyla, kokinayla, ışıklandırmayla, süslemeyle… Ve her seferinde bu tercihler “sadece eğleniyoruz” diyerek meşrulaştırılmaktadır. Oysa eğlence de siyasaldır. Estetik de tarafsız değildir. Hangi sembolle eğlendiğiniz, hangi ritüeli tekrar ettiğiniz, hangi kültürel mirası görünür kıldığınız da bir tercihtir.

Bağcılar'da kokina bu yüzden önemlidir. İstoç'tan çıkan kamyonlar yalnızca mal taşımamaktadır; anlam taşımaktadır. Türkiye'nin dört bir yanına dağılan bu imgeler, sekülerlik kisvesi altında İslam'la mesafeli, Batı'yla uyumlu bir kültürel pozisyonu yeniden ve yeniden üretmektedir. Bu üretim yüksek sesle yapılmadığı için itirazsızdır. Ama tam da bu yüzden etkilidir.

Kültürel dönüşüm çoğu zaman büyük sözlerle değil, küçük alışkanlıklarla gerçekleşir. Ve bazen bir toplumun hangi yöne savrulduğunu anlamak için ideologlara değil, toptancılara bakmak yeterlidir.

İsmail Yurdseven / Timeturk

Tüm Yazıları

SON VİDEO HABER

MKE'den 450'den fazla ağır silah sistemi teslimatı

Haber Ara