Dolar

42,6979

Euro

50,1365

Altın

5.916,91

Bist

11.311,31

Uygur'da Kapalı Camiler, Susturulan Hayatlar ve Çin Teknolojisi

2 Saat Önce Güncellendi

2025-12-15 02:45:34

Şakir Kurter

Uygur coğrafyasında yaşananlar, yeryüzünün en büyük suskunluk sınavlarından birine dönüşmüş durumda. Camiler kapalı. Minarelerde ezan susturulmuş. İslam'ın izleri siliniyor. Türk kimliği, dili ve kültürü baskı altında. İnsan hakları kuruluşlarının yıllardır raporladığı tablo, dünyanın gözleri önünde büyüyen bir insanlık dramına dönüşüyor. Buna rağmen küresel sahnede ürpertici bir sessizlik hâkim.

Bu sessizlik yalnızca siyasi değil; aynı zamanda insani bir çöküşün göstergesi…

‘Yeniden Eğitim' Kamplarının Gerçeği

Çin'in “mesleki eğitim merkezi” olarak tanımladığı kampların ardında, modern çağın en sert kimlik aşındırma süreçlerinden biri işliyor. İşkence, psikolojik baskı, zoraki ideolojik eğitim, dini pratiklerin yasaklanması, anadil kullanımının suç sayılması… Tanıkların aktardığı tablo, bu merkezlerin birer “uyum kursu” değil; sistematik bir kimlik yok etme mekanizması olduğunu ortaya koyuyor.

Bu manzara eski çağların “mankurtlaştırma” hikâyelerini hatırlatıyor: hafızasız, iradesiz ve köksüz insanlar yaratma girişimi. Bugün bu iddialar ne bir propaganda ne de abartı; bağımsız araştırmalarla, uydu görüntüleriyle, raporlarla doğrulanmış soğuk bir gerçek.

Çin Emperyalizmi

Çin'in yükselen ekonomik gücü, birçok devleti tepkisizliğe mahkûm ediyor. Pekin'in vereceği karşı tepkinin maliyetinden korkan ülkeler, insan hakları söz konusu olduğunda sessiz kalmayı tercih ediyor. Bu kayıtsızlık, Çin'in baskıcı politikalarına alan açarken Uygur bölgesini küresel çıkar hesaplarının kurbanı hâline getiriyor.

Sözde Barış Güvercini Trump

Kendisini “barış güvercini” olarak tanımlayan ve Nobel Barış Ödülü'ne aday olduğunu sık sık dile getiren ABD Başkanı Donald Trump'ın tavrı da bu sessizliğin çarpıcı bir parçası. Dünya gündemini bir tweet ile belirleyebilen Trump, Uygur Türkleri konusunda bugüne kadar tek bir açıklama yapmadı.

Kaşıkçı cinayeti, Kuzey Kore görüşmeleri, ticaret savaşları… Hepsi gündem oldu.

Peki Uygur dramı neden olmadı?

Neden milyonlarca insanın yaşadığı acı, bir tweet'in kıymeti kadar bile görülmüyor?

Kimi analistler bu suskunluğun Çin ile yürütülen ekonomik pazarlıkların bir sonucu olduğunu söylese de, sebep ne olursa olsun gerçek değişmiyor: Barış ödülü isteyen bir lider, bugün en büyük insan hakları trajedilerinden biri karşısında sessiz.

Dünya Neden Sessiz?

Cevap acı:

Çünkü çıkarlar vicdanın önüne geçmiş durumda.

Çünkü ekonomik dengeler insan hayatından daha önemli hale gelmiş.

Ve çünkü zulüm en çok yalnız kaldığında güç buluyor.

Türkiye Bu Sessizliğin Neresinde?

Türkiye açısından Uygur meselesi sadece bir dış politika başlığı değildir; kültürel, dini ve tarihsel bağlardan beslenen ahlaki bir sorumluluktur.

Uygur Türkleri yıllardır umutla Ankara'ya bakıyor. Türkiye onlar için siyasi bir aktörden öte, bir kardeşlik hafızasıdır.

Türkiye'nin Filistin'de, Suriye'de, Arakan'da gösterdiği duyarlılık, insan hakları konusunda güçlü bir çıkış yapabildiğini kanıtlıyor.

Aynı tutarlılığın Uygur Türkleri için de sergilenmesi, hem insani diplomasi geleneğinin hem de tarihsel kardeşliğin gereğidir.

Sorumluluk Sadece İktidarın Değil

Bu mesele parti ayrımı yapılmadan sahiplenilmesi gereken milli bir duruştur.

İktidarıyla, muhalefetiyle, meclisin bütün bileşenleriyle Türkiye'nin ortak bir ses çıkarabilmesi, hem uluslararası kamuoyuna güçlü bir mesaj verecek hem de Türkiye'nin tarihsel rolünü pekiştirecektir.

Türkiye nasıl Suriyeli mazlumların, nasıl Filistinli kardeşlerin haklarını dünya gündemine taşımayı görev bildiyse,

aynı sorumluluğu Uygur Türkleri için de üstlenmesi gerekmektedir.

Peki Türkiye'de Çin Teknolojisine Bu Merak Neden?

Bu noktada dikkat çekici bir çelişki daha göze çarpıyor:

Türkiye'de özellikle haberleşme altyapısında Çin teknolojisine duyulan yoğun ilgi…

5G testlerinden fiber altyapı yatırımlarına, kamu kurumlarının tedarik süreçlerinden özel şirketlerin altyapı hazırlıklarına kadar birçok alanda Çin menşeli teknolojilerin tercih edilmesi, ciddi bir soru işareti yaratıyor.

Neden yerli teknoloji geliştirme kapasitesine sahip kurumlar bu alanda daha atak davranmıyor?

Neden stratejik iletişim ağlarımızda dışa bağımlılığımızı azaltacak milli teknolojilere yeterince yatırım yapılmıyor?

Daha önemlisi, Uygur Türklerine yapılan ağır baskılar bilinirken Çin teknolojisine böylesine kolay teslim olunmasının ardında nasıl bir mantık yatıyor?

Bunun adı bazen maliyet avantajı, bazen hız, bazen “piyasada başka seçenek yok” gibi gerekçelerle açıklanıyor.

Oysa mesele sadece teknik değil; stratejik, siyasi ve ahlaki bir boyutu da var.

Bir yandan Çin emperyalizmi yüzünden kimlikleri silinmek istenen Uygur Türklerini konuşurken, diğer yandan haberleşme ana damarlarımızın aynı ülkeye bağımlı hâle gelmesi önemli bir çelişkidir.

Türkiye'nin kendi teknolojisini üretme kapasitesi varken, stratejik sektörlerin dışa bağımlı kalması, uzun vadede ulusal güvenlik açısından da tartışılması gereken bir konudur.

Gerçekleri Görmek İçin Daha Kaç Hayat Gerekiyor?

Tüm bu suskunlukların ve çelişkilerin arasında, Uygur Türkleri kimlikleri, inançları ve hafızalarıyla var olma mücadelesi veriyorlar.

Adına soykırım, etnik mühendislik veya kültürel imha denilsin… Ortada tartışmasız bir gerçek var:

Bir halk yok edilmek isteniyor.

Ses Vermek İçin Daha Ne Bekliyoruz?

Zulüm sessizlikten güç bulur.

Sessizlik büyüdükçe karanlık genişler.

Bugün Uygur Türklerinin dünyaya ihtiyaç duyduğu şey gerçeğin görülmesi ve bir ses yükselmesidir.

Ve evet:

Türkiye ses vermeli. Üstelik yalnızca hükümetiyle değil, muhalefetiyle, sivil toplumu ve kurumlarıyla bir bütün olarak.

Kardeşlik için. Tarih için. Vicdan için.

Ve insanlık için…

Şakir Kurter \ Timeturk

Tüm Yazıları

Haber Ara