Türk siyaseti nadiren bu kadar sert, bu kadar keskin ve bu kadar cesur bir cümleyle sarsılır. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin “Gerekirse İmralı'ya giderim, terörle mücadelede gelinen noktayı, terör örgütünün başını dinlerim, ülkemizin ve milletimizin geleceği için üzerime ne düşüyorsa yaparım” çıkışı, sadece bir siyasi hamle değil; doğrudan Türk siyasetinin sinir uçlarına basan, kimlikleri, korkuları ve hesapları yeniden test eden bir dönüm noktasıdır.
Bu cümle, duvara çivilendi. Artık geri alınamaz, unutulamaz, üstü örtülemez. Çünkü bu sözle Bahçeli, kendi siyasi kariyerini, MHP'nin 55 yıllık ülkücü kimliğini, tabanının en hassas damarlarını ve Türkiye'nin en kanayan yarası olan Kürt meselesi/terör sorununu aynı masaya koydu. Kolay iş değil. Bu, sıradan bir liderin göze alabileceği bir risk değil. Bu, tarihe not düşmekten öte, tarihi yeniden yazma iddiasıdır.
Ezberleri Bozan Bir Liderlik Anlayışı
Devlet Bahçeli'nin siyaset tarzını anlamayanlar bu çıkışı “taktik”, “pazarlık” ya da “AK Parti'ye destek” diye küçültmeye çalışıyor. Oysa Bahçeli'nin siyaseti hiçbir zaman sadece taktik değildir; o, konjonktür sıkıştığında en beklenmedik yerden kapı açan, tabulara balyoz indiren, siyasetin konfor alanını yerle bir eden bir siyaset tarzıdır.
Hatırlayın:
- 1999'da Ecevit'e destek,
- 2002'de erken seçim hamlesi,
- 2015'ten sonra Cumhur İttifakı'nın kurulması,
- 2018'de cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişte kilit rol,
- Ve şimdi: İmralı kapısını aralama cesareti.
Hepsi aynı damardan besleniyor: “Fani olan benim, baki olan devlettir” anlayışı. Bahçeli, kişisel siyasi ömrünü değil, devletin bekasını hesaplıyor. Bu yüzden “İmralı'ya giderim” dediğinde aslında şunu söylüyor:
“Bu mesele benim siyasi kariyerimden, partimin oylarından, ülkücü tabanın kısa vadeli duygularından çok daha büyüktür. Gerekirse bu bedeli ben öderim, yeter ki devlet kazansın.”
Özdağ'ın Çağrısı: Parti mi, Devlet mi?
Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ'ın tepkisi ise siyasetin diğer yüzünü gösterdi. Bahçeli'nin devlet-millet eksenli çıkışı sonrası Özdağ, “MHP'liler artık ülkücü duruşu temsil etmiyor, hepinizi Zafer Partisi'ne davet ediyorum” dedi.
Bu çağrı elbette siyasettir, elbette meşrudur. Ama zamanlaması ve tonu çok şey anlatıyor.
Bir tarafta devlet için kendi siyasi geçmişini riske atan bir lider,
diğer tarafta o riski kullanarak kendi partisini büyütmeye çalışan bir lider.
Aradaki fark, cesaretin hedefiyle ilgilidir:
Biri ülkeyi kurtarmak için kendini ateşe atıyor,
diğeri o ateşi kullanarak kendi gemisini yüzdürmeye çalışıyor.
Özgür Özel ve CHP: Cesaret Eksikliği mi, Oy Hesabı mı?
CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in “İmralı'ya gitmem” açıklaması ise tam bir hayal kırıklığı oldu.
Özel, bu kararı “Devlet teamülleri” ve “hukuki süreçler” gerekçesiyle savundu. Ama kimse inanmadı. Çünkü gerçek sebep çok daha basitti:
2028 seçimlerinde milliyetçi-muhafazakâr seçmenden kopma korkusu.
Oysa aynı Özgür Özel, daha birkaç ay önce “Abdullah Öcalan'a şartlı af getirilebilir” diyen bir parti geleneğinin lideri. Şimdi ise aynı konuda geri adım atıyor. Neden? Çünkü cesaret yok. Çünkü devlet aklı yok. Çünkü sadece sandık hesabı var.
Bu tavır, CHP'nin kronik hastalığını bir kez daha gözler önüne serdi: Kritik anlarda devlet aklıyla düşünememek, sadece parti aklıyla hareket etmeyi zaruri kılar.
Taşlar Yerinden Oynuyor
Bahçeli'nin tek bir cümlesi, Türk siyasetinin tüm fay hatlarını birden hareketlendirdi. MHP tabanında hararetli bir tartışma başladı: “Devlet için mi, yoksa ülkücü çizgi için mi?” AK Parti'nin koridorlarında ise “Bu işin sonu nereye varacak?” sorusu fısıltıyla da olsa yükselmeye başladı. CHP ne yapacağını bilemedi, adeta donup kaldı. İyi Parti sessizliğe gömüldü, tek kelime etmedi. DEM Parti bile şaşkınlığını gizleyemedi. Milliyetçi kanatta ise derin bir kimlik muhasebesi başladı.
Bu çıkış, sadece İmralı meselesini ya da terör sorununu değil, Türk milliyetçiliğinin 21. yüzyıldaki yönünü de yeniden tartışmaya açtı: Milliyetçilik, devleti kurtarmak uğruna en büyük tabuları yıkmak mıdır, yoksa o tabuların içinde kalarak kendini ve çizgisini korumak mıdır?
Türkiye, tarihinin en kritik kavşaklarından birinde.
Kürt meselesi/terör sorunu, ya kangren olarak kalacak ya da cesur bir siyasi iradeyle çözülecek.
Bu ülkede yıllardır herkes konuşur, herkes ahkâm keser, ama kimse elini taşın altına koymaz.
Bahçeli koydu.
Gerekirse siyasi hayatını bitireceğini bile bile, “Ben giderim” dedi.
Bu, küçük bir çıkış değil. Bu, bir liderin devletle özdeşleşme anıdır.
Yarın öbür gün tarih kitaplarında şu satırları okuyacağız:
“2025 yılında, Türkiye'nin en tabu meselesinde, herkes kaçarken bir lider ortaya çıktı ve ‘Gerekirse ben giderim' dedi. O lider, devletin bekası için kendi siyasi kariyerini feda etmeyi göze aldı. Ve Türk siyasetinin seyrini değiştirdi.”
Cesaret, korkuyu tokatladığında tarih yazılır.
Bahçeli o tokadı attı.
Şakir Kurter \ Timeturk