Aralık ayını işçi ve işverenler açısından “asgari ücret ayı” olarak tanımlasak yanlış olmaz. Bu ayda asgari ücret tesbit komisyonu toplantıları ile asgari ücrete yapılacak zam oranı işçi ve işveren kesiminin müzakeresi (mücadelesi) ve Devletin arabuluculuğunda sürdürülüyor. Sonuç çıkmaz ise devlet son noktayı koyuyor.
İşçi kesimine göre asgari ücret tesbitinde devlet ve işveren birlikte hareket ediyor. Bu nedenle Türk-İş komisyonun yapısına ve çalışma usulüne itiraz ediyor ve komisyon çalışmalarını boykot ediyor.
Devletin neden işveren tarafında yer aldığı ya da öyle göründüğü konusunda aşağıda bazı değerlendirmeler yapacağım. Öncelikle rakamlarla bazı hatırlatmalar yapmakta fayda var.
2024 yılı enflasyonu %44,38 iken 2025 yılı asgari ücret zam oranı %30 oldu.
2025 yılı Bürüt asgari ücret 26.005 TL Net: 22.104 TL (İşverene maliyeti 30.621 TL)
2025 yılı enflasyonu aralık sonu tahmini %32-33 (Kasım gerçekleşen %31,07)
2026 yılı enflasyon hedefi %16 (OVP tahmini)
Yukarıdaki veriler ışığında ekonomistler, uzmanlar, bankalar ve konuya yakın kesimler asgari ücret konusundaki tahminlerini kamuoyu ile paylaşıyorlar. Tahminler ağırlıklı olarak %20-30 bandında. Peki asgari ücret ne kadar olmalı? Bu soruya “kime göre?” sorusuyla karşılık verebiliriz.
Asgari ücret birçok tarafı ilgilendirdiği için her taraf kendi menfaatine göre bir zam beklentisi içinde.
-İşçi kesimine göre: enflasyon kayıplarını telafi edecek ve refah artışı getirecek bir zam olmalı
-İşveren kesimine göre: maliyetleri çok artırmayacak makul bir seviyede olmalı.
-Devlete göre: Bir taraftan çalışanı enflasyona ezdirmeyecek diğer taraftan işvereni zora sokmayacak, enflasyonla mücadeleyi sekteye uğratmayacak, üretimi ve istihdamı olumsuz etkilemeyecek seviyede olmalı.
Yukarıda saydığımız üç taraf bu işin bizzat içinde olan ve doğrudan etkilenen ya da zam oranını belirleme gücünde olanlar. Bunların dışında kendi menfaatine göre zam oranı tahmininde bulunanlar da var. Onlarda karar alıcıları etkileme niyetindeler.
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, “Komisyonda işverenleri temsilen yer alan TİSK heyetinden ellerini taşın altına koymalarını bekliyorum. Hep söylerim kefenin cebi yok” diyerek işçi kesimini tatmin edecek bir zam oranı beklentisini dile getirdi. Kefen benzetmesi ise cebinizdeki parayı, kazandığınız kârı işçilerinizle paylaşın demek istiyor. İşverenler buna ne kadar istekli olur bilemiyoruz.
Bir kesim yapılacak zam oranının dezenflasyon sürecine zarar vermeyecek bir oran olması yani hedef enflasyonun gözetilmesi gerektiğini ifade ediyor. Hedef enflasyon 2026 için %16. Eylül ayında OVP de 2025 hedef enflasyonu %17,5 iken %28,5'e yükseltildi. Gerçekleşen ise %32-33 seviyesinde olacak. Bu durumda hedef enflasyona göre asgari ücret belirlemek işçi kesimi için zarar.
Başka bir değerlendirme ise 2025 gerçekleşen enflasyon ile 2026 hedef enflasyon arasında bir zam yapılması. Bu durumda dezenflasyon sürecine zarar vermeden işçi kesimini de çok yıpratmayacak bir oran hedefleniyor. Buna göre rakamlar %25 seviyesini gösteriyor. Cumhurbaşkanımızın işverene yaptığı çağrı ile bu rakamın %30 civarında şekillenebileceği ihtimali güç kazanıyor. Yazımı bitirdikten sonra yapay zeka bu konuda ne tahmin yapacak diye merak ettim ve sordum. Kendisinin kişisel bir fikri olmadığını ama yaygın kanaatin %28-30 bandında olduğunu söyledi.
Aslında Ekonomi Yönetimi, makro ekonomik dengeleri gözeterek yapılacak zam oranını şimdiden üç aşağı beş yukarı belirlemiştir. Müzakereler, tarafları ve kamuoyunu bu orana hazırlamak için yapılmaktadır.
Oranlar üzerinden yapılan değerlendirmeleri bir kenara bırakarak asgari ücretin makro dengeler üzerinde nasıl bir etki oluşturduğuna değinmek istiyorum. Ekonomi yönetimi için önemli nokta burası.
Türkiye de asgari ücretli çalışan sayıları yüksek. Yapılan hesaplamalar göre ücretli çalışanların yarıya yakını asgari ücretli. Ayrıca asgari ücretin üzerinde maaş alanlar da asgari ücret zammını referans aldıkları için asgari ücrete yapılacak zam ülkedeki ücret seviyesini önemli ölçüde etkiliyor. Asgari ücret bir nevi “referans ücret” konumuna geliyor.
Bu durumda asgari ücret artışı, maliyetler yoluyla enflasyonun bir girdisi olurken, gelir artışı ve harcama etkisiyle de yine talep yönlü enflasyonu etkileyen bir özelliğe sahip. Bu nedenle dezenflasyon sürecinde asgari ücret zammı daha bir önemli hale geliyor.
Asgari ücretin reel olarak satın alma gücünü koruması için bir önceki yıl gerçekleşen enflasyonun altında kalmaması lazım. Enflasyon altında yapılacak zamlar dezenflasyon politikasına yardımcı olurken, işçi kesiminde refah kaybına, işveren kesiminde gelir artışına yol açmaktadır.
Enflasyon üzerinde belirlenecek bir asgari ücretin yol açacağı maliyet artışları, işverenler için ürün ve hizmetlere zam demek. Bu durumda iç talebin daralması ile üretim kayıplarına ve işçi çıkarmalara yol açabilecek bir sürece girilebilir. İhracat ürünleri üretenler için de fiyat artışları nedeniyle rekabet avantajının kaybına, ihracatın düşmesine, dış ticaret açığının artışına ve cari açığın finansmanında sorunlara neden olacaktır.
Cari açık deyince, döviz kuru, hazinenin borçlanması, bütçe açığı, zamlar ve enflasyon sarmalı akla geliyor. Bu da dezenflasyon sürecinde başa dönmek demektir. İşte işin ucunda böyle bir tehlike söz konusu Devletin ekonomi yönetimi için.
Asgari ücret tesbiti bundan dolayı önemli. Devletin cebinden bir şey çıkmıyor, ücretleri işverenler ödüyor demek doğru bir yaklaşım değil. Bir ucu devlete ve hükümetin ekonomi politikalarının başarısı ya da başarısızlığına diğer ucu oy kaygısına dayanıyor.
Asgari ücret artışı ne olursa olsun ocak ayından itibaren zamlı fiyatlarla enflasyon rakamlarına yansıyacaktır. İşçi ücretlerinin maliyetler içinde yüksek paya sahip emek-yoğun çalışan küçük işletmeler bu artışlardan en çok etkilenecek kesimlerdir. Özellikle perakende ve hizmetler sektörü böyle.
Hükümet bir taraftan makro ekonomik dengeleri gözetmek bir taraftan da kendisine oy veren kesimleri küstürmemek zorunda. Bu dengeyi sağlamak kolay değil. O nedenle işçiyi üzecek düşük zamları da işvereni zorlayacak ve ekonomik dengeleri sarsacak yüksek zamları da yapamaz.
Burada denge hakkaniyette. Devlet başta olmak üzere İşveren tarafı da işçi tarafı da enflasyonla mücadelede elini taşın altına eşit şekilde koymalı. İşçinin eli hep taşın altında zaten. Önemli olan işverenin eli ne kadar uzanacak bu taşa. Bunu yapacak güç de devlet.
Dr. Yüksel KELEŞ \ Timeturk