… Allah Teala dini; “İnsanlığın dünyevi ve uhrevi saadeti” için göndermiştir. O dinin yaşanmasında örnek alınacak ilk şahsiyet, Peygamber Efendimizdir. Kur'an-ı Kerim'deki ifadesiyle bizler için “üsveyi hasene” (güzel bir örnek)dir. Dindarlık, ‘dinde olanı yaşamak'tır. Dinin belirlediği ilkelere ve koyduğu sınırlara uymak yerine, birtakım keyfi yorumlar ve abartılı eylemlerle kendi inanç ve duruşlarını dinin sınırları dışına taşımakta seküler çevrelerle birleşmektedir. Hayat tarzımız yaşantımız bizlerde Mümin Şahsiyet' meydana getiriyor mu? Peygamber Efendimiz: “Sizin hayırlınız görüldüğünde Allah'ı hatırlatandır” buyururken, bizlerde ‘dünyevileşme hastalığı'na tutulmuşların hali yansıyor. Yine Rasulüllah Efendimizin “İnsanların en hayırlısı, en iyi okuyanları, en takvalı olanları, iyiliği en çok emredip kötülükten en çok alıkoyanları ve akrabasıyla en çok ilgilenenlerdir” sözleri ümmetinde bir ‘nefs muhasebesi' yaptırıyor mu? ‘En hayırlı, en şerli' miyiz? Sorusunu kendimize hiç sorup Peygamberimizden cevapla değerlendiriyor muyuz? Peygamberimiz: “Sizin hayırlınız hanginiz, şerliniz hanginizdir söyleyeyim mi?” sorusuna ‘-Buyur, ey Allah'ın Resulü' dediler. Resulüllah Efendimiz:
“Sizin hayırlınız kendisinden hep hayır umulan ve şerrinden emin olunanızdır. Sizin şerliniz de kendisinden hayır umulmayan ve şerrinden emin olunmayanınızdır” buyurur. Rabbimiz bize yol gösteriyor, kendisinden şunu talep etmemizi istiyor: “Ey Rabbimiz, bizi de, bizden önce iman eden kardeşlerimizi de mağfiret et. Kalplerimizde iman edenlere karşı kin ve nefret bırakma. Rabbimiz sen Raûf'sun/ Şefkat edip koruyansın, Rahîm'sin/çok merhametlisin.” (Haşr Sûresi, 10. âyet) Peygamberimizi gerek ferdi, gerekse sosyal hayatın içinde sünnetini çağa taşıyan ümmetinden olacağız. Peygamberimizin: “Allah'ın dinini dert edinenlerin özel dertlerini Allah üstlenir. Allah'ın dinini dert edinmeyenleri de Allah kendi dertleriyle baş başa bırakır” buyurması biz ümmetine yol gösteriyor.
Müslümanlar, bâtılda, seküler ortamda yeni bir kişilik haline gelmişlerdir. Anormalleri normal görme ve normal karşılama eğilimine girilmiştir. Ekonomik, siyasal ve mensubiyet çıkarlarını, dini görevlerine ve din kardeşliğine tercih eder hale gelmiş/getirilmişlerdir. Hastalıklar kabullenilse tedavi olup iyileşebilir. Kabullenmeyince tedavisi imkansız hale gelmektedir. Her Müslüman, gücü yettiğince İslâm esaslarını eksiksiz yaşamak ve sorumluluğu altındakilere yaşatmakla yükümlüdür. Kendimizden başka kimseye tahammülümüz yok. Sıhhatli düşüncenin yegâne yolu, nefsi bir tarafa bırakıp, akıl ve kalp ile düşünmektir. Öğüt vermek kolay, örnek olmak zordur. Dinimiz, samimiyetle, dürüstçe, yaşanıp âyette zikredildiği gibi üsveyi hasene (iyi örnek) olarak hayatın içinde bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu göstermeliyiz.
Kur'an-ı Kerim'de verilen Karun örneği, paranın ahlaksız kalınca sahibini ne hallere düşüreceğinin ibretlik öyküsüdür.
Yusuf örneği, iktidara taşınan ahlakın ne muhteşem sonuçlara imza attığının kıssasıdır.
Kehf suresindeki Zülkarneyn örneği, bilgelikle gücün birlikteliğinden doğan adalet ve hikmetin meselidir.
Dünyayı hâkimiyeti altına alan mevcut küresel güç, herkes tarafından anlaşılmıştır ki, basiretsiz ve ahlaksız bir güçtür. Bu gücü ortaya çıkaran çağdaş uygarlık, çoktan girdiği değerler krizinden çıkamayacağını belli etmiştir. Bunun için de ‘değer' açığını ‘güç gösterisi'yle bastırmaya çalışmaktadır. ‘Güç ve iktidar basiret ve ahlaktan yoksun olursa, bu insanlık için yalnızca felaket getirir.' Sözü boşuna mı söylenmiştir.
Bu küresel gücün ahlaksızlığından en çok etkilenenler Müslümanlardır. Çünkü bu güç onları ‘tehdit' ilan etmiştir. Müslümanların küresel güç karşısında ne askeri ne teknolojik, ne siyasi ne de ekonomik açıdan tehdit oluşturmadıkları o kadar ortada ki, bunu isbata gerek bile yok. Peki o zaman nedir mesele? Elbette, onların inanç sistemi olan İslam'dır. Küresel ahlaksız güç İslam'ı ‘rakip' ilan etmek yerine ‘hasım' ilan etti. Kendisi için alternatif olan İslam'ı, tehditleştirici bir söylem geliştirdi. Bu saldırının İslam'ın imajına yönelik olacağının gerekçesiydi. Çünkü girilen değer krizinin farkına varan sancılı ve bilinçli bireyler, kendilerine yeni değerler sistemi aramaya başladıklarında uğramadan geçemeyecekleri bir duraktı İslam. Gücün ahlakına değil, ahlakın gücüne olan ihtiyacın bile farkında değiliz.
Konforunu bozmak istemeyenler ‘Ne yapmalı?' yerine, ‘Elden ne gelir' mazeretine sığındılar. ‘Ne yapmalı?' sorusunu sorabilenler, kaygı taşıyanlardır; dünü, günü ve yarını için; kendisi, ailesi ve başkaları için; yüreği, evi ve memleketi için; dünyası ve ahireti için. Kaygı taşıyanlar, yani zikir ehli.
‘Ne yapmalı?' diyenler, her şeyden önce, bir şeyler yapabileceklerine olan inanç ve umuda sahip olanlardır. Umudu yitirmek inancı işlevsiz kılar. ‘İmkanım yok' diyenler, iman gibi bir imkanın ya farkında olmayanlar, ya da ondan mahrum olanlardır. Çünkü iman en büyük imkandır. İmanı tükenmeyenin imkanı tükenmez.
Çağımız Müslümanlarının, İslam ahlakını tam olarak üzerlerinde yansıtamamaları sebebiyle -maalesef- belki bir defa “La ilahe illallah” dese bizden çok daha iyi Müslüman olacak insanların, daha da uzaklaşmasına sebep olabiliyorlar. Bunun vebali Müslümanlar olarak hepimizin boynundadır. Öyleyse Allah rızası için, “hürmet, hizmet, merhamet, edep, hayâ, nefse hâkimiyet, tevazu, adalet” gibi güzel ahlak örneklerini benimseyerek; “yalan, küfür, lânet okuma, alay etme, kibirlenme, koğuculuk yapma, gıybet etme, riyâ, cimrilik, kıskançlık” gibi çirkin şeylerden de uzak durarak hem Allah'a hem kendimize, hem hemcinslerimize, hem de çevremize karşı güzel ahlak prensiplerini sergileyelim.
Allah'ın işaret ettiği ahlak ile ahlaklanması gereken biz Müslümanların merhameti bütün müminleri, bütün insanları, hatta bütün canlıları içine almalıdır. “Merhamet edenlere Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere (bütün canlılara) merhamet edin ki, göktekiler de (Allah ve melekler) size merhamet etsin.” (Ebû Dâvûd) Rabbimize “Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affeyle.” (Tirmizî) diye dua ettiğimiz gibi, biz de samimi bir şekilde bize karşı yapılan hata ve kusurları af edelim, hakkı geçen herkesin hakkını helal etmenin üzerimizden aldığı yükü hissedelim, üzerimizde hiçbir hakkın bulunmamasının lezzetini tadalım. Umulur ki, bu davranışımız, Allah'ın hoşnutluğuna ve bizleri affetmesine vesile olur. Allah'ın rahmeti ve merhameti ebediyen hepimizin üzerine olsun.
Yaşar Değirmenci \ Timeturk