Dolar

42,4897

Euro

49,5401

Altın

5.744,08

Bist

10.918,51

Son kalemiz aile dâvâmıza sahip çıkalım!

3 Ay Önce Güncellendi

2025-09-16 16:42:47

Yaşar Değirmenci

Türkiye'nin toplumsal yapısının en önemli, geleneksel olarak en güçlü kurumu olan aile alanında son zamanlarda ciddi tehlike çanları çalınıyor. Bizi başka toplumlara nazaran avantajlı kılan en güçlü yanımızdan vuruluyoruz. Artan boşanma oranları, evlilik yaşının giderek yükselişi, yalnız yaşayan insanların sayısının rekor kırışı ve en nihayetinde doğurganlık oranlarındaki tehlikeli düşüş ve bunun nihai sonucu olan toplumsal yaşlanma. Bunlar şu anda Türkiye'de toplumsal değişimin istikametinin olumsuz yönde seyrettiğini anlatan veriler.

Zannedildiğinin aksine ekonomik zorluklar doğurganlığı azaltmıyor, tam tersi, doğurganlığı azalanlar refah seviyesi daha da artmış kesimler. Zenginlerde çocuk sayısı çok daha az, bunu, onların daha bilinçli olmasıyla açıklayanlar sadece hayata en materyalist ve en sığ yerden bakanlar. Buna karşılık artan refah seviyesi zihniyeti değiştiriyor. Daha bencil, daha dünyevi ve daha konformist bir yaklaşımla çocuk bu hayatta en fazla bir haz nesnesi olarak kalıyor ve başka hazlara nazaran tercihe şayan görülmüyor.

Artan refah seviyesi kadar yükselen üniversiteleşme oranı, istihdama geç katılım ve tabii ki bütün bunların ötesinde erkek ve kadın rollerinin giderek geleneksel çizgisinden uzaklaşması da yeni çocuk ve aile kültürünün şekillenmesinde ciddi olumsuz etkisi oluyor.

Müslüman bireylerin kimlik arayışını değil, aynı zamanda toplumsal yapıların geleceğini şekillendirebilecek bir güç taşıdığını vurguluyor. İslâm dünyasında cinsiyet meselesinin “hikmet” ve “teslimiyet” temelli geleneksel yaklaşımdan gittikçe uzaklaşıldığı için aile, modern bir tartışma zeminine evrilmiş durumda. Genel olarak bütün dini metinler veya buyruklarla ilişkide bize hitap eden bir emir, bir nasihat veya hikmet algılamak yerine dini hükümleri hayata sokmayan bir yapı yerleştiriliyor. Alıştırıla alıştırıla hassasiyetlerini kaybetmiş, yanlışlara tepkisizlik ve kabulleniş hâli, aile hayatımıza da yansıyor. Bunun tüketici ve sekülerleştirici yanıyla öne çıkaran bir dil olduğunu söyleyebiliriz.

Açıkçası aile ile ilgili maruz kaldığımız gelişmeler bütün toplumsal kurum ve kesimlerin topyekûn bir aile seferberliğini gerektiriyor.

Haddinden fazla üniversiteleşme ve zorunlu 12 yıllık eğitim istihdama ve aile hayatına katılımı ileri yaşlara ertelerken aile kurumunu ciddi biçimde olumsuz etkilemektedir.

Diğer yandan kadını korumak adına ortaya konulan politikaların kadını korumak bir yana erkeklik-kadınlık rollerini dumura uğratarak kişiyi öngörülemeyen davranışların içine ittiğini ve şiddete kapıları daha fazla açtığını tespit etmek zor değil. Kadını koruma adına kadının beyanını esas almanın vahim hukuki ve sosyolojik sonuçları üzerine çok büyük bir tecrübe birikimimiz oluşmuş durumda.

“Ev” Kur'an-ı Kerim'de insanlar için Mekke'de tesis edilmiş olan ilk eve, Kabe'ye, yani Beytullah'a, Allah'ın evine gönderme yaptığı kadar insanın varoluşu için evin, dolayısıyla ailenin ontolojik zorunluluğuna işaret eden bir buyruk aynı zamanda. Dolayısıyla ilkel aileden tarım ailesine oradan sanayi ve şimdi postmodern aileye kadar uzanan, aile yapısını incelemek, değişen şartlara değişime rağmen aileyi koruma altına alarak yıpratmamak gerekir.

Ailenin maruz kaldığı değişimin kuşkusuz bir tarafı bizim bu ülkede icra ettiğimiz politikalarla ilgili, ama birçok önemli kısmı da küresel gelişmelerle ilgilidir. Küreselleşmeyi izlediğimizde aileyi genel olarak tehdit eden etkenler sadece Türk ailesini değil toplamda aile kurumunu bulup aşındırıyor. İyinin ve kötünün, iyiliğin ve kötülüğün idrak edilebilme yeri.

Türkiye'de aile hayatını olumsuz etkileyen küresel etkenlerin yanı sıra uygulanan politikaların da çok ciddi etkileri olduğunu unutmayalım. Haddinden fazla üniversiteleşme ve zorunlu 12 yıllık eğitim istihdama ve aile hayatına katılımı ileri yaşlara ertelerken aile kurumunu ciddi biçimde olumsuz etkilemektedir. Kadını koruma adına kadının beyanını esas almanın vahim hukuki ve sosyolojik sonuçları üzerine çok büyük aile yıkımlarına sebep oldu.

İsviçre medeni kanunundan başlayarak İstanbul Sözleşmesi'ne kadar uzanan hukuki yabancılaşmamız, kendi aile yapımızı bozdu. Boşanma meselesini, nafakasıyla, erkeğe uygulanan asimetrik zulmüyle tam bir kanayan sosyal yaraya dönüştürmüş olan mevcut mevzuat üzerine değerlendirmeler yapan ilim ve fikir adamlarının tavsiyelerine ikazlarına önem verilmedi. Siyasiler de bu hususta büyük bir vebal ve sorumluluk altında.

Kur'an'î düsturu evliliklerde kurumsallaştırmanın ortaya koyabileceği çözüm potansiyeli ihmal edilmemeli. Nisa Suresinin ilgili 35. Ayeti:

“Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf gerçekten barışmak isterlerse, Allah aralarını bulur. Şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.”

Evlilik birliğinin dağılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı durumlarda aile içinden iki hakem (arabulucu) tayin edilmesini öneren ayet boşanmayı son çare olarak görmeyi ve önce uzlaşma yollarını tüketmeyi emrederken taraflar arasındaki her uzlaşmazlığı hemen karakola taşıyıp oradan geri dönüşsüz bir kin ve nefret kapısını açmayı da önler. Oysa erkeğin uzaklaştırılmasıyla sonuçlanan bu raddeye iş çok kolay geliyor şimdi ve kadının da şiddet uygulayabileceği, iftira atabileceği hiç hesaba bile katılmıyor. Oysa iki tarafı da tanıyan aile büyükleri anlaşmazlıkları çok daha insani, çok daha sorumlu ve çok daha hayırlı bir şekilde neticelendirebilir.

Aileyi güçlendirebilmek için alınması gereken ilk kurumsal tedbir üniversiteleşme politikalarının gözden geçirilmesi, 12 yıllık zorunlu eğitim yerine meslek eğitiminin güçlendirilmesiyle istihdama ve aileye katılım yaşının düşürülmesi ve doğurganlık konusunda motivasyonun da artırılmasıdır. Doğal bir mutlu aile yuvası bağlamında ve sınırlarında, sosyoloji o mutlu aileyi hazcılıkla, bencillikle ve küresel oyalanma-tüketim kültürüyle aşındırmış durumda.

Gazzeliyi daha fazla çocuk yapmaya motive eden neyse, bugün Müslüman toplumun da daha güçlü ve daha geniş bir aileye motive eden nedenlere sarılmaktan başka çaresi yok. Müslüman toplum işgal altındaysa iş aileden başlamıştır ve direniş de aileden başlamalıdır. Bu işgale karşı direnmenin yolu güçlü ve geniş aile konusunda bir inisiyatif almak ve bunun çilesine talip olmak, o çileyi o derdi sevmek, ona talip olmaktan geçer.

Ailenin dağılması sonuçtur. Bu sonucu doğuran sebepler üzerinde çok ciddi düşünmek, tahlil etmek gerekir. Elimizde kalmış en son ve en güçlü sosyal yapımız olan ailenin devamını sağlayacak, aile bireylerinin mutluluğunu temin edecek politikaların üretilmesi esas ve öncelikli olmalıdır.

Aileyi savunamazsak, insanı savunamayız. Aileyi kaybedersek, insanı kaybederiz, insan kalamayız.

Yaşar Değirmenci \ Timeturk

Tüm Yazıları

SON VİDEO HABER

Endonezya'daki büyük sel felaketinde 753 kişi hayatını kaybetti

Haber Ara