İnsanların birbirine sevgiyle-saygıyla davrandığı, kendileri için istediklerini, başkaları için de isteme; kendileri için istemediklerini başkaları için de istememe anlayışının hâkim olduğu bir ülke. İnsanlarının gönül aydınlığı ile aydınlanan, ruh ve düşünce zenginliğiyle çiçeklenen bir ülke. Mutluluğu da acıyı da paylaşabilenlerin, insanı insan yapan değerleri hiç unutmayanların ülkesi. Komşulukların, dostlukların, arkadaşlıkların, akrabalıkların, vefakârlıkların hayatımıza yansıdığı bir ülke. Ağlamayı da gülmeyi de çileyi de, başarıyı da terslikleri de bilen, taşıyan ve gerektiği gibi karşılayan “ölçü ve denge” toplumunun ülkesi.
Aydınlarıyla halkının kucaklaştığı, dünü, bugünü yarını; zaman ve mekân üstü bir tefekkür yüceliği ile yorumlayabilme ufkuna sahip insanların bulunduğu bir ülke. Dayanışmayı, yardımlaşmayı, bütünleşmeyi, havanın teneffüs edilmesi gibi son derece tabii bir tavır halinde yaşayanların ülkesi… Nefsiyle, inadıyla, öfkesiyle değil; aklıyla, idealiyle, yüreği ile düşünenlerin ülkesi… Aileyi göz bebeği gibi koruyan, muhtaç olduğu değerleri korumanın aileyi korumakla gerçekleşeceğini bilenlerin ülkesi… Yaşlıların, hastaların, muhtaçların; ilâhi emanetler gibi görüldüğü, onlara yakınlık göstermenin en derin ulvîliklere eriştirici bir imtihan nimeti olarak görüldüğü bir ülke…
Peygamberimize gelen koca sahabe niçin geldi. “Ya Rasulüllah kalbim katılaştı, üzülemiyorum, ağlayamıyorum.” deyince Rasulullah, “Yetimin sofrasına otur, muhtaçlarla hem-hal ol. İhtiyaç sahiplerinin ihtiyacını gider. Kalbinde yumuşama göreceksin” tavsiyesinde bulunmuyor muydu?
İmamı Rabbani Hazretleri “Ya Rabbi! Gözyaşımı kurutma!” diye yalvarmıyor muydu? Peki, bize ne oldu? Kalbimizde merhamet, şefkat, acıma, üzülme- sevinme var mı? Yoksa gaflet örtüleri mi örttü üzerimizi?
Günah ve isyan kirlerinden yıkanmaya temizlenmeye-arınmaya o kadar ihtiyacımız var ki.
İçinde bulunduğumuz nimetleri küçük görmeyip, gönderenin büyüklüğünü; işlediğimiz günahları, hata ve isyanları küçük görmeyip, bunları kime karşı işlediğimizi düşünmeye o kadar ihtiyacımız var ki.
Camileriyle, sinemalarıyla, tramvaylarıyla, sporuyla, musikisiyle, okuluyla, hekimiyle, yoksuluyla-zenginiyle pırıl pırıl bir gönül dünyası. Teknolojinin-bilgisayarın, paranın-menfaatin uyuşturduğu şimdiki dünya ile o dünyayı kıyas edin lütfen! O ümitlerle, heyecanlarla, sevgilerle, efendiliklerle dolu dünyayı, hiç acımadan paramparça ettik… Şimdi yapıştır yapıştır, tutmuyor. Tutmaz tabii.
Kudüs'ten, Gazze'den, Gırnata'dan, Semerkant'tan, Buhara'dan, Taşkent'ten, Üsküp'ten, Kosova'dan Kahire'den, haber alıyor muyuz? Edirne'den Kars'a kadar sınırlı bir coğrafyanız mı var? “Gönül Coğrafyanız” da mı sınırlı? Yüreğinizde sun'î sınırların dışındaki Müslümanlara, insanlara yer yok mu?
Filistin halkı katledilirken, Gazze'ye yapılan zulme gereken tavır konulmazken, Çeçen halkı yurtsuz-yuvasız dağları mesken tutmuşken, Bağdat tanınmaz hâle getirilmişken biz nasıl görselliğin kölesi olduk? Yahut onları da düşünerek bayram yapamaz mıyız? Virâneye dönmüş topraklarında, çocuklarının öksüz, yetim ve boynu bükük girmeyecekleri bir gün görmeyecekler mi? Mazlum, mağdur ve muhtaçların yarasını sarmak, yüreğini onarmak, onlara müşfik bir ana eli olmak için bütün imkân ve gücümüzü seferber edemez miyiz? Bir yetim başı okşayamaz mıyız, bir muhtacın ihtiyacını gideremez miyiz, bir fakiri soframızda misafir edemez miyiz?
Günümüzde ümmet lidersiz kalmıştır. Bu durum haccın bir boyutunu hep noksan bırakmakta, bu yüzden de hacdan beklenen sosyal netice bir türlü istihsal edilememektedir. Gönül isterdi ki, en azından Müslüman halkları yönetenler kendi aralarında bir birlik oluştursunlar. Bu topluluğun dönem başkanı ya bizzat ya vekâletle kendini dünyanın öksüzü ve yetimi hisseden ümmetin hacılarına başkanlık etsin. Onlara evrensel hedefler göstersin. Onları duygu, düşünce ve eylem birliğine davet etsin. Mekke'de her yıl yakılan medeniyet meşalesini, milyonlarca mü'min erkek ve kadının yüreğinde doğduğu topraklara taşımasına katkıda bulunsun. Gönül isterdi ki, ümmetin kanayan yaraları hac mevsiminde alınacak ortak kararlarla sarılsın. Dünyanın aç çocukları doyurulsun. Açık çocukları giydirilsin. Mazlumun yanında, zulmün karşısında olunduğu bir buçuk milyarlık dev bir kitleyi temsilen ilan edilsin. Gönül isterdi ki, ümmetin sosyal birliğini temsil eden bir el, Mescid-i Haram'ı dolduran mahşeri kalabalığın tekbir nidalarıyla havada şöyle birkaç kez dalgalansın. Bu elin temsil ettiği davaya, milyonlar sevinç gözyaşlarından bir umman hediye etsinler. Gönül isterdi ki, İslam ümmetini oluşturan halkların liderleri, kefenlerini sırtlarına geçirip yönetme iddiasında oldukları halklarla birlikte Allah'ın huzurunda başı açık yalın ayak vakfeye dursunlar. Kendi acziyet ve cüceliklerini, Allah'ın kerem ve yüceliğini itiraf etsinler. Yönetenlerle yönetilenler Allah'ın huzurunda aynı safta yani üniformayla, aynı hedef ve amaç için bir araya gelsinler. Gönül isterdi ki, Hz. Peygamberin dilinden tarihin en kapsamlı ve kâmil insan hakları bildirisinin okunduğu bu topraklarda ihlal edilen haklar teslim edilsin. İhmal edilen yürekler imar edilsin. Kırık gönüller tamir edilsin. Mahzun insanlar sevindirilsin. Tefrika def edilsin, ihtilaflar tartışılsın. Gönül isterdi ki, Müslüman âlimlerden oluşan ümmetin ortak ictihad konseyi her yıl hac mevsiminde toplanarak yeni meselelere yeni çözümler üretsin. Eski çözümlere yeni sorular sorsun. Ümmetin gayretini, himmetini, çabasını, irfanını artıracak kararlar alsın. İslam toplumunun yıkılan duvarlarını onarsın, insanın ve insanlığın ezilen onurunu ayağa kaldırsın. Gönül isterdi ki, hacda sevgiden bir dünyanın tohumları atılsın. İnsanlar yüreklerinde geldikleri yerlere taşısınlar bu sevgi tohumlarını. Herkes yaşadığı toprağı “harem” haline getirmenin heyecanıyla dönsün memleketine.
Müjdeye nail olmak isteyen müminler, Allah'tan hakkıyla sakınırlar. O'nun emirlerine hakkıyla riayet ederler, yasaklarından hakkıyla kaçınırlar ve İslam ahlakını kuşanırlar. O müminler ki, mazlumların çığlıklarına seyirci kalamazlar. Bir yandan savaş, diğer yandan açlıkla mücadele eden başta Gazze halkı olmak üzere tüm mazlumların maruz kaldığı zulme karşı meşru tepkilerini ortaya koyarlar. Zalimleri engelleyecek kadar boykotu büyütürler. Dualarını müminlerden eksik etmezler.
Her türlü ihtilafı ve farklılığı bir kenara bırakarak İslam kardeşliğini esas alalım. İnancımız, ibadetlerimiz, ahlakımız, bütün söz ve davranışlarımızla dinimizi en güzel şekilde temsil edelim. Ümmet olma bilincimizi her daim diri tutalım. İmanımızdan aldığımız gücümüzü, İslam'dan aldığımız izzetimizi, kardeşliğimizden aldığımız kuvvetimizi koruyalım. İşte o zaman ümmet coğrafyamız, zalimlerin zulmünden, hainlerin ihanetinden kurtulacaktır. Garipler sevinecek, yetimlerin yüzü gülecek, çaresizler çare bulacaktır. Peygamberimiz:
“Birbirinizle üstünlük yarışı içine girmeyin. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize kin beslemeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun!”
Yaşar Değirmenci \ Timeturk