Bir görüşme düşünün. Beyaz Saray'da Erdoğan ile Trump aynı masada oturuyor. Görünürde sıradan bir diplomatik buluşma… Ama perde arkasında çok daha büyük hesaplar dönüyor. Çünkü bu masa yalnızca iki liderin masası değil; aynı zamanda küresel satranç tahtasının tam ortası.
Görüşmenin Yüzeyi ve Arka Planı
Televizyonlarda sıkça konuşulan şeyler belli: Trump'ın Erdoğan'ı nasıl karşıladığı, el sıkışma anları, dostane sözler… Ama bunlar sadece vitrin. Asıl önemli olan satır aralarında gizli. Çünkü bu görüşme, Türkiye'nin ABD, Rusya ve Çin arasında nasıl bir pozisyon alacağını gösterecek kritik bir işaret fişeği.
ABD'nin Hesabı
Washington'un temel amacı net: Türkiye'yi Batı ittifakı içinde tutmak. Ankara'nın Avrasya eksenine, yani Rusya–Çin hattına kaymasını engellemek. Bunun için masaya cazip tekliflerle geliyorlar. Ama aynı zamanda sopayı da gösteriyorlar: Katsa yaptırımları, F-35 programından çıkarılma, ekonomik baskılar… Hepsi Türkiye'yi zorla masada tutmanın yöntemleri.
Rusya'nın Hamlesi
Moskova ise S-400 anlaşmasıyla Türkiye'yi kendine daha bağımlı hale getirdi. Bu bir silah satışı değil, stratejik bir bağ. Rusya, Ortodoks kilisesini, enerji kozlarını ve bölgesel krizleri kullanarak Türkiye'yi Batı'dan uzaklaştırmaya çalışıyor.
Türkiye'nin Konumu
Erdoğan masada “bağımsız dış politika” vurgusunu yineliyor. Türkiye ne tamamen Batı'ya ne tamamen Doğu'ya ait. Bu pozisyon Ankara'ya manevra alanı sağlıyor. Ama aynı zamanda iki kutuplu baskının tam ortasında kalmasına da neden oluyor. ABD ve Rusya, Türkiye'yi yanına çekmek için farklı araçlar kullanıyor; sonuçta ortaya çıkan tablo, iki tarafa da kısmen bağımlı bir Türkiye.
2020'den Günümüze Dersler
Tıpkı 20. yüzyılın Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, büyük güçler gerçekte çatışırken aynı zamanda işbirliği de yapıyor. Yalta Konferansı'ndan petrol krizlerine, Afganistan'dan Kore'ye kadar her yerde bunu gördük. Bugün de benzer bir denge oyunu oynanıyor. ABD ve Rusya sahnede rakip gibi görünüyor ama perde arkasında Türkiye gibi ülkeleri sıkıştırmak için birlikte çalışıyorlar.
Ortodoks Kartı ve Fener Rum Patrikhanesi
Görüşmede göze çarpmayan ama kritik olan başka bir başlık da Fener Rum Patrikhanesi. ABD, Ortodoks dünyasını Rusya'dan koparmak için dini ve kültürel unsurları kullanıyor. Bu, Ukrayna Ortodoks Kilisesi'nde zaten uygulanan bir strateji. Türkiye de bu oyunun tam ortasında. Washington, bu konuda esneklik karşılığında Ankara'ya ekonomik rahatlama teklif etmiş olabilir.
Çin ve Kuşak-Yol Dengesi
Unutmayalım: Trump'ın zihninde asıl rakip Çin. Kuşak-Yol Projesi Avrasya'da yükselirken, ABD'nin bunu dengelemek için Türkiye'ye ihtiyacı var. Çünkü Türkiye jeostratejik olarak bu hattın kilit noktasında. Erdoğan–Trump görüşmesinin perde arkasında Çin faktörünü okumadan tabloyu anlamak eksik kalır.
Kürt Meselesi: Ortak Koz
ABD ve Rusya'nın Türkiye'ye karşı en güçlü kartı Kürt meselesi. Washington YPG–PYD üzerinden baskı kuruyor, Moskova da benzer kanalları elinde tutuyor. Bu, Türkiye'nin bölgesel bağımsızlığını sınırlayan bir araç haline gelmiş durumda. Görüşmede bu kartın masaya konulduğu çok açık.
Büyük Oyunun Çizgileri
Trump'ın nezaketi, övgüleri, dostane tavırları aslında bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor. ABD, Pasifik'te Çin'le büyük bir savaşa hazırlanırken, Ortadoğu'da Türkiye'yi yanında görmek istiyor. Rusya da aynı şekilde Ankara'yı kaybetmek istemiyor. Yani Türkiye, küresel güçlerin gözünde artık sadece bir bölgesel oyuncu değil; oyunu dengeleyen kilit bir taş, belki de vezir.
Türkiye'nin Hamle Seçenekleri
Erdoğan–Trump görüşmesi basit bir diplomatik buluşma değil; küresel güçlerin Türkiye'yi kendi safına çekmek için yaptığı büyük pazarlığın parçası. Katsa yaptırımlarından F-35 krizine, Ortodoks kilisesinden Kürt meselesine kadar her başlık aynı amaca hizmet ediyor: Türkiye'yi bağımlı kılmak.
Erdoğan–Trump görüşmesinin satır aralarını okuduğumuzda Türkiye'nin önünde üç temel yol görünüyor. Her yol kendi içinde avantajlar ve riskler barındırıyor.
Birinci yol, ABD'ye yakınlaşmak. Böyle bir tercih, Türkiye'nin NATO içindeki konumunu güçlendirebilir. F-35 ve F-16 programlarına dönüş ihtimalini artırır, ekonomik yaptırımların hafiflemesini sağlayabilir. Ama bu yolun bedeli de ağırdır. Rusya ile ilişkiler sert şekilde bozulur, enerji bağımlılığı sorun haline gelir ve içeride “Batı'ya teslimiyet” eleştirileri yükselir. Uluslararası sahnede Türkiye yeniden Batı blokunun merkezine oturur, fakat bağımsızlık söylemi zayıflar.
İkinci yol, Rusya–Çin eksenine kaymak. Bu senaryoda enerji ve savunma işbirliği daha da genişler. Türkiye, Kuşak-Yol Projesi'nde kilit bir aktör haline gelir. Batı baskısına karşı manevra alanı açılır. Ancak bu yol da risklerle doludur. ABD ve AB'den ağır yaptırımlar gündeme gelir, NATO'daki konum iyice tartışmalı hale gelir. Ekonomi kırılganlaşır. Türkiye Avrasya'da güçlü bir oyuncu gibi görünür ama Batı ile köprüleri yakma tehlikesi büyür.
Üçüncü yol, denge siyaseti. Yani her iki blokla da ilişkiyi devam ettirme stratejisi. Bu model, Türkiye'ye hareket alanı sağlar. Krizleri fırsata çevirme imkânı verir, “bağımsız aktör” imajını pekiştirir. Ama bu yol da pürüzsüz değil. Sürekli baskı altında kalma, iki tarafın güvenini tam kazanamama ve içeride tutarsızlık eleştirileri bu yolun kaçınılmaz sorunlarıdır. Türkiye bu durumda hem Batı hem Doğu tarafından “kilit taş” olarak görülür, ama her adımda ip cambazı gibi denge kurmak zorunda kalır.
Son Kare
Bu tablo aslında bize şunu söylüyor: Türkiye için mesele yalnızca bir tercih değil, sürekli devam eden bir denge sanatı. ABD'ye yaklaşmak da, Rusya–Çin hattına kaymak da ağır bedeller içeriyor. Denge siyaseti ise hareket alanı sağlıyor ama baskıyı hiç eksiltmiyor.
Erdoğan–Trump görüşmesinin önemi de tam burada. Bu sadece iki liderin buluşması değil; Türkiye'nin küresel satranç tahtasında hangi hamleyi yapacağına dair güçlü bir işaret. Ve unutmayalım: her hamle, yalnızca bugünü değil, 21. yüzyılın geri kalanını da etkileyecek.
Aydoğan Yüce \ Timeturk