Dolar

42,6945

Euro

50,1592

Altın

5.898,49

Bist

11.311,31

ARTAN KÜRESEL GERİLİMLER VE TÜRKİYE'NİN SAVUNMA SANAYİİ HAMLELERİ

4 Ay Önce Güncellendi

2025-08-20 11:10:48

Hüseyin Yeltin

Uluslararası sistemde kırılganlıkların git gide arttığı bir siyaset ajandasında, küresel güvenlik ortamı ciddi belirsizliklerle şekillenmeye başladı. Rusya ile Ukrayna arasında süregelen savaş, Asya Pasifik'teki güç mücadeleleri, Orta Doğu'daki süreklilik gösteren çatışmalar, devletleri kendi güvenliklerini sağlamak adına yeni bir arayışa doğru itmekte. Dolayısıyla böylesi bir ortamda ülkeler ya mevcut ittifaklarını koruyup yeniden tanımlama yolunu seçiyor ya da kendi savunma altyapısını güçlendirmeyi tercih ediyor. Türkiye ise özellikle son yirmi yılda bu ivmeye ayak uydurarak, kapsamlı bir savunma sanayii inşasına girişti. Tabi bu girişimi sadece askeri hususlarla değerlendirip, sığ bir noktada bırakmak doğru olmaz. Türkiye gerçekleştirdiği bu atılımla askeri kapasitenin yanı sıra kendisine uluslararası alanda diplomatik manevra kabiliyeti de kazandırarak stratejik bir dönüşüme imza attı.

Bu dönüşüm elbette kendiliğinden olmadı. Özellikle uluslararası güvenlik ortamındaki gerilimlerin Türkiye üzerindeki yansımaları çok boyutlu olmakta. NATO üyesi olarak Türkiye, ittifakın yükümlülüklerini taşıyan, lakin aynı zamanda kendi bölgesinde bağımsız hareket etme ihtiyacı hisseden bir ülke konumunda. Örneğin; Rusya ile yakın ekonomik ilişkiler yürütürken, Karadeniz ve Suriye politikalarında aynı aktörle zaman zaman karşı karşıya gelebilmekte. Benzer şekilde, ABD ve Avrupa ile stratejik ortaklıklarını sürdürse de, savunma alanında yaşanan kısıtlamalar Türkiye'nin özerklik ihtiyacını daha görünür kıldı. Özellikle 2019 yılında Türkiye'nin, F-35 programından çıkarılması ve CAATSA yaptırımlarına maruz bırakılması, yerli ve milli üretime yönelmesinde kırılma noktalarından biri oldu. Günümüzde gelinen aşamada ise, bu kırılmanın bir “bağımlılık krizinden” ziyade bir “yerlilik fırsatına” dönüştüğünü görmek mümkün oluyor.

Bu dönüşümün en dikkat çekici boyutunu hiç şüphesiz insansız hava araçları alanında gerçekleştiren Türkiye, Bayraktar TB2 gibi önemli (S)İHA'lar üreterek yalnızca kendi kaderini değil, Ukrayna'dan Libya'ya ve Karabağ'dan Afrika'ya kadar birçok coğrafyanın savaş anlayışını ve kaderini değiştiren bir sistem haline getirdi. Akıncı ve Kızılelma gibi ileri tip modeller, Türkiye'nin bu alanda ulaştığı teknolojik kapasitenin de en önemli göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Dahası KAAN savaş uçağı ise, Türkiye'nin beşinci nesil hava araçlarını geliştirme kabiliyetini ortaya koyan stratejik bir adım olarak öne çıktı. Sadece hava değil, aynı vakitte kara ve deniz alanlarında da önemli ilerlemeler kaydedildi. MİLGEM projesi ile milli gemiler inşa edildi, TCG Anadolu'nun hizmete alınmasıyla Türkiye, amfibi hücum gemisine sahip az sayıdaki ülke arasına girdi.

Savunma sanayiindeki gerçekleşen bu yeniliklerin sadece askeri sonuçlar doğurmadığını da belirtmekte fayda var. Türkiye, geliştirdiği sistemleri farklı bölgelere ihraç ederek ekonomik kazanç sağlamakla kalmamış, aynı zamanda bu ihracatı diplomatik bir araç olarak da kullanmıştır. 2023 yılında savunma ihracatının beş milyar doları aşması, Türkiye'nin sektörde önemli bir yer edindiğiyle beraber küresel siyasette de yeni bir etki alanı yarattığını gösteriyor. Özellikle Afrika ve Orta Asya'da artan ihracat, siyasi ve güvenlik ilişkilerini daha da kalıcı hale getirdiğini göz ardı etmemek lazım.

Türkiye'nin savunma sanayiindeki hamleleri üç temel sonuç doğurduğunu söyleyebiliriz. İlki, caydırıcılık kapasitesinin artmasıdır. Yerli üretim, dışa bağımlılığı azalttığı gibi, Türkiye'ye beklenmedik krizlerde hareket serbestisi de kazandırıyor. İkincisi, dış politikada yeni bir enstrüman olarak öne çıkmasıdır. Savunma sanayi ürünleri, Türkiye'nin diplomatik müzakere masalarındaki ağırlığını da artırıyor. Üçüncüsü ise, ekonomik ve teknolojik yansımalarıdır. Savunma projeleri, yan sanayi ve mühendislik kapasitesini geliştirdiği ölçüde, ülkenin genel teknolojik altyapısına da katkı sağlıyor.

Bununla birlikte bazı riskler de göz ardı edilmemeli. Savunma sanayiinin dış politikada yoğun kullanımı, Türkiye'nin tarafsızlık kapasitesini daraltabilir. Belirli bölgelere yapılan silah satışları, diğer aktörlerle ilişkilerde gerilim yaratma potansiyeli taşıyabilir. Ayrıca yüksek teknolojili üretimin finansman ihtiyacı, ekonomik dalgalanmalar karşısında kırılganlık doğurabilir. Dolayısıyla, bu alandaki başarıların kalıcı hale gelmesi, ekonomik istikrar ve dengeli dış politika ile doğrudan ilintilidir.

Toparlayacak olursak, küresel düzeyde artan güvenlik gerilimleri karşısında Türkiye'nin savunma sanayiindeki kararlı ve istikrarlı ilerleyişi, salt bir askeri gereklilik olarak görmemeli, aynı zamanda diplomasi, ekonomi ve teknolojiyle kesişen geniş kapsamlı bir vizyonun ürünü olduğunu anlamalıyız. Bu vizyon, Türkiye'yi bölgesel krizlere karşı daha dirençli, uluslararası diplomaside ise daha etkin bir aktör haline getirmekte. Ancak bu sürecin sürdürülebilirliği, yalnızca askeri güç ile olacak bir konu olmamakla birlikte, aynı zamanda siyasi strateji, ekonomik sağlamlık ve küresel dengeleri doğru okuma becerisine de sıkı sıkıya bağlıdır.

Tüm Yazıları

Haber Ara