Dolar

42,6945

Euro

50,1592

Altın

5.898,49

Bist

11.311,31

12 Eylül 1980 Darbesi Türk Dış Politikasını Nasıl Etkiledi?

3 Ay Önce Güncellendi

2025-09-08 16:02:46

Hüseyin Yeltin

12 Eylül 1980 darbesi, Türkiye'nin iç ve dış politikasında köklü bir dönüşüme sebep oldu. Bu askeri müdahale, Türkiye'nin ideolojik ve güvenlik odaklı dış politikasını yeniden biçimlendirirken, Batılı müttefiklerle olan ilişkilerde de belirgin değişikliklere yol açmıştır. Aynı zamanda, Türkiye'nin Ortadoğu'daki stratejisini yeniden gözden geçirme zorunluluğunu da doğurmuştur. Üzerinden 45 sene de geçse hal dün gibi hatırda tutulan darbenin, Türk dış politikasındaki uzun vadeli etkilerini analiz etmek ve bu süreçte Türkiye'nin dış politika stratejisinde gerçekleşen değişimlerini incelemek yerinde olacaktır.

Darbenin ardından Türk dış politikasında yaşanan değişimler

12 Eylül 1980 darbesi, Türkiye'nin iç siyasetiyle birlikte dış politikasını da derinden etkilemiştir. Darbe sonrasında askeri yönetim, güvenlik temelli, pragmatik ve Batı yanlısı bir dış politika anlayışını benimsemiş, bu da dönemin dış politika hedeflerini şekillendiren temel faktör olmuştur. Bununla birlikte, askeri rejimin politikaları, baskıcı yönetim tarzı ve insan hakları ihlalleri gibi unsurlar, Türkiye'nin uluslararası alandaki imajını maalesef ki zedelemiş ve Türk dış politikasının itibarı olumsuz yönde etkilemiştir.

Batı ile ilişkilerdeki dönüşüm

Soğuk Savaş dönemi, birçok ülkenin olduğu gibi Türkiye'nin de dış politikasını şekillendiren en önemli kriter olmuştur. Türkiye bilindiği üzere Batı Bloku'nun bir mensubu olarak, Sovyetler Birliği'ne karşı stratejik bir müttefik olarak kendini konumlandırmıştır. Bu durum, 12 Eylül darbesinin ardından da devam etmiş ve Türkiye jeopolitik konumunu ve rolünü devam ettirmişti. Lakin yaşanan askeri darbe, Batılı ülkeler ile Türkiye'nin arasının açılmasına ve gerilimler yaşamasına neden olmuştur. Bu gerilimler, askeri yönetimin iç politikalarındaki sertlik ve insan hakları ihlalleri gibi faktörlerle birleşerek Türkiye'nin dış politikasında yeni bir denge arayışını zorunlu kılar bir durum yaratmıştır.

ABD'nin Türkiye'ye olan ilgisi, öncelikle Sovyetler Birliği'ne karşı stratejik bir müttefik olarak Türkiye'nin öneminden ve bölgesel denge politikası çerçevesinde şekillenmiştir. 12 Eylül darbesinin ardından ise ABD'nin Türkiye'ye yönelik tutumu daha karmaşık bir hal almıştır. Nitekim ABD hem eleştiriler hem de destek verme arasında bir denge kurmaya çalışmıştır. 1974 Kıbrıs Harekatı sonrasında uygulanan silah ambargosu, ilişkileri germişken, darbe sonrasında ABD, Türkiye ile yeni askeri yardımlar ve savunma iş birliği anlaşmaları imzalamıştır. 1980'lerde özellikle Türkiye'nin Sovyetler Birliği'ne karşı taşıdığı jeostratejik önem ve NATO'daki stratejik konumu, Batı'nın Türkiye'yi hala dış politikası açısından önemli bir müttefik olarak gördüğüne işaret etmektedir.

12 Eylül darbesi sonrasında Avrupa, Türkiye'deki askeri yönetimi, özellikle insan hakları ihlalleri ve demokratikleşme sürecine yönelik kısıtlamalar nedeniyle sert bir şekilde eleştirirken; Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu, Türkiye'nin demokrasi ve temel haklar alanındaki sorunlarını sıklıkla gündeme getirerek, askeri rejimi defalarca kınadı. Ancak Türkiye, bu eleştirilere rağmen pragmatik bir yaklaşım sergileyerek, Batı ile olan ilişkilerinde çıkarlarını ön planda tutmuş ve NATO çerçevesindeki askeri iş birliği ile ekonomik bağlarını sürdürmeyi başarmıştır. Bu tutumun, Türkiye'nin uluslararası alandaki stratejik konumunu güçlendirmeye yönelik bir adım olduğunu da söylemek mümkündür.

Ortadoğu'ya itidalli yaklaşım

1980-1988 yılları arasında süren İran-Irak Savaşı, Ortadoğu'da büyük bir jeopolitik gerilime yol açarken, Türkiye'nin bu savaşta izleyeceği tutum, dönemin dış politika açısından en kritik kararlarından biri olmuştur. 12 Eylül darbesinin ardından, Türkiye, her iki tarafla da ilişkilerini dengelemeye özen göstermiştir. Türkiye'nin benimsediği tarafsızlık politikası hem bölgedeki istikrarı muhafaza etme hem de İran ve Irak ile dengeli ilişkiler kurma hedefini benimsemektedir. Bu yaklaşım, Türkiye'nin Ortadoğu'da daha az müdahaleci bir dış politika izleyerek, bölgesel dengeyi gözetmeye çalıştığını ve dış politikasını bu doğrultuda şekillendirdiğini göstermektedir.

1975-1990 yılları arasında Lübnan'da devam den iç savaş, Ortadoğu'nun en karmaşık krizlerinden biri olarak, 12 Eylül sonrası Türkiye'nin dış politikasını önemli ölçüde etkilemiştir. Türkiye, Lübnan'daki çatışmalara doğrudan müdahil olmaktan kaçınırken, Suriye ile olan ilişkilerini dikkatle yönetmiştir. Suriye'nin Lübnan'daki askeri varlığı, Türkiye'nin güvenlik çıkarlarıyla doğrudan ilintili olmuştur. Mevzubahis durum Türkiye'nin dış politika stratejilerini şekillendiren bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. 12 Eylül sonrası dönemde Türkiye, Suriye ile ilişkilerinde daha temkinli bir yaklaşım benimsemiş, bölgesel güvenlik tehditlerine karşı dengeli ve dikkatli bir duruş sergileyerek, bölgedeki istikrarı sağlamaya yönelik adımlar atmıştır.

Askeri Rejimin dış politika karnesi

12 Eylül darbesi sonrasında Türkiye'nin dış politikası, askeri yönetimin güvenlik odaklı önceliklerine göre şekillenmiştir. Bu dönemde, dış politika büyük ölçüde savunma ve güvenlik iş birlikleri üzerine inşa edilmiş ve askeri diplomasi önemli bir rol oynamaya başlamıştır. 1983 yılında imza edilen Savunma İşbirliği Anlaşması (SİA), Türkiye ile ABD arasındaki askeri iş birliğini güçlendiren belirgin bir örnek olarak görülebilir. Türkiye, Batı ile olan bu tür askeri ilişkilerini sürdürürken, askeri yönetim içerdeki güvenlik kaygılarını da göz önünde bulundurarak, ülke dışındaki tüm potansiyel tehditlere karşı itidalli bir yaklaşım benimsemiştir. Bu strateji, Türkiye'nin dış politikasında güvenlik ve savunma önceliklerinin belirleyici rol oynadığını açıkça göstermektedir.

Askeri yönetimin dış politikasındaki en belirgin özellik, ideolojik bir yönelimden ziyade güvenlik odaklı bir yaklaşımı benimsemesi olmuştur. Bu, Türkiye'nin dış politikasında daha temkinli ve pragmatik bir çizgi izlenmesine yol açmıştır. Sovyetler Birliği'nin yayılmacı politikalarına karşı Batı ile iş birliği sürdürülürken, ulusal güvenlik stratejileri, iç politikadaki gelişmelerle uyumlu bir biçimde şekillenmiştir. Bu bağlamda, dış politika kararları zaman zaman iç siyasetteki otoriter duruşla paralel bir şekilde alınmış, askeri yönetimin güvenlik endişeleri, dış politika stratejilerinin temelini oluşturmuştur. Bu, Türkiye'nin ulusal güvenliğini ön planda tutarak, dış dünyadaki ilişkilerini daha dikkatli ve hesaplı bir biçimde yönlendirdiğini göstermektedir.

İnsan Hakları konularında ciddi eleştiriler

Türkiye'nin dış politikasını şekillendiren bir diğer önemli faktör, askeri yönetimin insan hakları ihlalleri ve demokrasiye dönük kısıtlamaları olmuştur. 12 Eylül sonrasında, uluslararası toplum, özellikle işkence, keyfi tutuklamalar ve ifade özgürlüğü üzerindeki baskılara dair ciddi endişelerini dile getirmiştir. Avrupa ve ABD'deki insan hakları örgütlerinin eleştirileri, Türkiye'nin uluslararası imajını olumsuz yönde etkilemiştir. Türkiye ise, Batı ile olan stratejik ilişkilerinde güvenlik ve askeri iş birliği unsurlarını ön planda tutarak, iç politikasındaki eleştirileri geçiştirmeye çalışmış ve dış dünyadaki imajını koruma adına pragmatik bir yaklaşım sergilemiştir.

Sonuç

12 Eylül 1980 darbesi, Türk dış politikasında önemli bir dönüm noktası olmuş ve askeri yönetimin güvenlikçi ve pragmatik yaklaşımı, Türkiye'nin uluslararası arenadaki konumunu belirlemiştir. Batı ile ilişkilerdeki gerilim, Ortadoğu'daki temkinli dış politika ve askeri yönetimin ideolojik etkileri, Türkiye'yi daha sınırlı ve pragmatik bir dış politika izlemeye yönlendirmiştir. 12 Eylül sonrası dönemde Türk dış politikası, askeri yönetimin güvenlik odaklı ve ideolojik çizgisiyle şekillenmiştir. Bu süreç, Türkiye'nin demokrasiye dönüşüyle birlikte evrilmeye başlamıştır. Ancak darbenin etkileri, özellikle bölgesel güvenlik ve Batı ile ilişkilerde, hala belirleyici olmaya devam etmektedir. Türkiye'nin dış politikası, bu tarihi süreçlerin izlerini taşırken, aynı zamanda ulusal güvenlik ve uluslararası ilişkilerde daha dengeli ve pragmatik bir tutum sergilemeye devam etmektedir. Kısaca Türkiye, aktif bir dış politika izlemekten ziyade, mevcut konjonktürü sürdürmeyi tercih etmiştir. Tabi, Avrupa ile olan ilişkilerde insan hakları konusunda alınan zayıf notlar, Türkiye'nin ikili ilişkilerde uzun yıllar kapatamayacağı bir gedik açmıştır.

Tüm Yazıları

Haber Ara