Müslüman Kardeşler kuruluşunun 90'ıncı yılını idrak etti. Tarihin bu noktasında ölüm ile kalım arasında; bir A'raf devresinden geçiyor. Kudretli çevreler ya da egemenler, sesini kısmak ve hareketi de Hasan el Benna'nın yanına; mezara göndermek ve defnetmek istiyorlar. Peki! Müslüman Kardeşlerin hiç mi hatası yok, günahı yok? Sütten çıkmış ak kaşıklar mı? Bu sorular sorulabilir. Bununla birlikte onları bastıranlarla yapılacak bir mukayesede en masum kalacak çevrenin Müslüman Kardeşler olacağı müsellemdir. Öyle ise, onların üzerine zalimlerin gölgesi gibi, seyirci konumundakiler de ne diye çullanıyorlar? Zalimlere ortak oluyorlar? Bu sorunun cevabı gizli hastalığımızın da reçetesidir. Suçu mazlum ve mağdur tarafa yükleyerek, boca ederek sorumluluktan azat olmak. Halbuki Müslüman Müslümana negatif davranamaz. Bu husus hadisin verileriyle sabittir. Buhari'nin İbni Ömer'den tahriç ettiği hadis şöyledir: Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu zalime de teslim etmez. Bilakis onu kollar, korur, savunur. Sahih-i Müslim'in tahriç ettiği Ebu Hureyre'den mervi diğer hadis ise şöyledir: Birbirinizi kıskanmayın, birbirinize kin duymayın, birbirinizi aldatmayın, birbirinize sırt dönmeyin, alışveriş esnasında üçüncü taraf olarak alışverişlerine girmeyin! Kardeşçe Allah'ın kulları olun. Müslüman Müslümanın kardeşidir ona zulüm etmez, yüzüstü bırakmaz ve küçümsemez. Ama örneklerde de anlatıldığı gibi bütün cephelerde Müslümanın Müslümanı yüzüstü bıraktığına tanık oluyoruz. Ebu Hureyre'nin hadisinde Müslümanların birbirini yüzüstü bırakmayacağı (la yehzülühü) beyan ediliyor. Ancak yaşadığımız günlere tanıklık eden Şam'la ilgili bir hadiste de, Müslümanlardan bir bölüğün Hak ve istikamet üzerine yoluna devam edeceği ve onlara yüzüstü bırakanların da zarar veremeyeceği (la yedurruhum men yahzuluhum) ifade edilmektedir. Demek ki bugünkü Müslümanlar Hazreti Peygamberin buyruklarının ve İslami öğretilerin dışında hareket etmektedirler. Adeta bu yöndeki buyrukları ayaklar altına almaktadırlar. Bunun nedeni vehen ve dünya sevgisi ve ölüm korkusudur. Müslümanların bugün kaybedecekleri çok şeyleri var. Malları mülkleri ve konforlu yaşamları var.
Buna mukabil hasbe'l kader mazlumun mazlum olması halinde ise dayanışma değil suçlama devreye girer. Günümüzde kurbanı suçlamak moda haline geldi. Kurban şöyle hareket etmeseydi bunlar başına gelmezdi gibi bir sürü lakırdı ediliyor, gerekçeler üretiliyor. Denildiği gibi ev sahibi suçlu da hırsızın hiç mi kabahati yok? Maalesef İslami ümmet örgütlü ve duyarlı bir kamuoyunu sahip olmadığından dolayı temel meseleleri sahipsiz kalıyor. İslam ülkeleri örgütlü Siyonizm karşısında İslam toplumları da örgütlü iç istibdat karşısında çaresiz. İslam ülkeleri liderlerinin koltuktan başka bir tasaları veya kaygıları yok. Toplulukları ise bugün de aynen Ortaçağ'da Haçlı ve Moğol istilası karşısında gösterdikleri refleksi, acziyet örneğini sergiliyorlar. Bunun nedeni 'mealiye'l umur' denilen sıra dışı yüce işlerle ilgilenmek yerine 'sefasifi'l umur' denilen sıradan işlerle ilgilenilmesinden kaynaklanmaktadır. İslam toplumlarında ortalama insanın ilgilendiği meseleler aynen geçmişte denildiği gibi mide ile uçkur arasına seyretmektedir. Bu da nemelazımcılığı doğurmakta, getirmektedir. Nemelazımcılık istibdadın yadigarı olduğu kadar aynı zamanda insanların ilgi alanlarının mide ile uçkur arasına sıkışmasından da kaynaklanmaktadır.
Muhammed Kutup 'Vakiüna'l Muasır/Çağdaş Pozisyonumuz' adlı eserinde, Müslüman Kardeşlerin çeşitli evrelerde geçirdiği mihnet ve çile dönemlerinde Müslümanların yani ümmetin kendilerine sahip çıkmamasından, sırt dönmesinden dert yanmaktadır. Said Havva da bu meseleyi derinleştirmiş ve 'Hazihi Tecrübeti ve Hazihi Şehadeti/ İşte deneyimim işte tanıklığım' başlıklı hatıratında aynı noktada acı hatıralarını paylaşmıştır. Müslüman Kardeşlerin iyi günlerinde, herkesin yanlarında olduğunu ve kelebeklerin ışığa üşüştükleri gibi etraflarını çevirdiklerini, sardıklarını ancak bela ve musibet anlarında ve çile ile karşılaşmaları halinde etraflarında kimseciklerin kalmadığını, behemehal etraflarından dağıldıklarını ifade etmiştir. Müslüman Kardeşlerin karşılaştıkları bu sessizlik duvarı aynı şekilde Filistinlilerin başına da gelmiştir. Filistinliler de ümmetin sessizlik duvarıyla karşılaşmışlardır. Bunu acı bir şekilde ifade edenlerden birisi de Şeyh Ahmet Yasin olmuştur. Merhum İslam dünyasının ilgisizliğinden yakınmış ve bunu şu ifadeleriyle muhallet hale getirmiş ve somutlaştırmıştır: Allahım! Ümmetin suskunluğunu sana şikayet ediyorum! Aslında bu ifade ümmetin halini ve yaşadığı derin krizi bütün çıplaklığıyla, inceliğiyle ifade etmektedir. Ümmet ya çaresiz ya da oyunda oynaştadır. Ortak bağları ve davaları unutmuş görünmektedir.
Muhammed Kutup'un dile getirdiği gibi bu ilgisizlikten ilk yakınan Müslüman Kardeşler hareketi olsa da kervana her gün yenileri eklenmektedir. Filistin de ilk günlerden itibaren bu yakınanlar kervanına katılmıştır. Başta Müslüman Kardeşler gibi kimi hareketler yardımına koşsa da bunun bedelini ağır ödemişlerdir. Müslüman Kardeşler, geçirdiği her mihne ve çile döneminde mutlaka Filistin'e bir pay ödemiştir! Çilelerinde Filistin'e ilgisinin bir payı mutlaka bulunmaktadır. Ulusal sınırlara, adacıklara ve devletlere bölünmüş, hapsolmuş hanelerde hiç affedilmeyen şey ümmete ilgi yani 'ümmetçilik' yapmaktır. Bunun akislerini önce Filistin cephesinde ardından da Afganistan cephesinde gördük. Ümmet bağıyla bu cephelerin yardımına koşanlara yeryüzü dar edilmiştir. Müslümanların birleşik cepheler haline gelmesini istemiyorlar. Eski cumhurbaşkanlarından Fahri Korutürk her milli ve dini bayramda mutlaka ümmetçiliğe karşı bir uyarıda bulunurdu.
Bazen lokal alanda çile yaşan çilekeşler veya bir davayı omuzlamış çilekeşler maalesef diğer cepheye bigane kalabiliyor ve sessizleşebiliyor, unutabiliyorlar. Sürülerin sessizliğine bürünüyorlar. 2006 yılında Hizbullah mensuplarına hanelerini, gönüllerini açan Suriyelilerin 2011 sürecinde bu örgüt tarafından hem davalarının hem de canlarının tenkil edilmesi örneğinde olduğu gibi. Filistinlilerin de edebi düzeyde bile olsa Suriye cephesi karşısında pek suskunluk duvarını aşamamışlardır.
Müslüman Kardeşler, Filistin cephesi derken suskunluk duvarının yeni mağdurlarından birisi de maalesef Suriye olmuştur. Züheyr Salim'in yakınmasında olduğu gibi kendi ahalisi bile bu mücadeleye yeterince destek vermemiş ve yüzüstü bırakmıştır. Elbette kahramanca direnen ve sapmayan ve satmayan insanlar ve zümreler her zaman olmuştur. Ama sayıları gittikçe azalmaktadır. Buna karşılık duyarsızlık katsayısı yükselmektedir.
Suriye cephesinde yaşanan duyarsızlık ve organize bozukluğu, düzensizlik ve bozgun felaketini en iyi anlatanlardan birisi de Ebu Basir et Tartusi olarak anılan Abdulmün'im Mustafa Halime'dir. Abdurrahman Kevakibi'nin izinden giderek Müslümanların ve dünyanın fütur yani gevşeklik ya da Kur'an ifadesiyle vehen hastalığına yakalandığını ifade etmektedir. Dinamizm yerine pasifizmi ihtiyar etmiştir. Pasifizm de ümmeti ve Müslümanları derin bir uykuya gark etmiştir. Bu uyku Ashab-ı Kehf'in uykusu gibi kutlu, bilinçli bir uyku değildir. Duyarlılığın getirdiği bir uyku değil aksine duyarsızlığın sevk ettiği bir habu gaflet uykusudur. Ayakta uyumaktır (Ümmü'l Kura, Abdurrahman Kevakibi, s: 25).
Kevakibi'nin izinden giden Abdülmün'im Mustafa Halime de ümmetin şah damarından şah damarına boğazlandığı bir sırada İslam toplulukları içinde bunun gereğini yapan ve acısını yüreğinde hissedenlerin az olduğunu ve bu gibi felaketlerin soğuk bir şekilde ve gevşek bir surette karşılandığını ifade etmektedir. Bir saat bile Allah için öfkelenmeyen, yüzlerini ekşitmeyen ve çehrelerini asmayan bir toplulukla karşı karşıyayız. (Vakafat Ma Sireti'n Nebiyyi el Mustafa: Muhammed, Guraba Yayınları, s: 33, 150).
PEKİ! ÇÖZÜM NEDİR?
Çözüm, sessizlik duvarını yıkmaktır. Karşısında duyarlılık katsayını yükseltmektir. Aksi takdirde, Arapların deyimi başımıza gelecektir. "Beyaz öküzün yendiği gün, yendim" deyimi gerçekleşecektir. Bu deyim Almanya'da Nazi döneminde ete kemiğe bürünerek gerçek olmuştur.
Friedrich Gustav Emil Martin Niemoeller isimli Alman rahip Arap deyiminin açılımını yaşayarak, görmüş, tatmış ve belgelemiştir. "Susma sustukça sıra sana gelecek" içerikli itirafnamesi meşhur olmuştur. Kıssadan hisse tadındadır. Acı deneyimi ile deyimleri haklı çıkaran Rahibin tarihe mal olan ifadeleri şöyledir:
Naziler önce komünistler için geldiler, bir şey demedim çünkü komünist değildim. Sonra Yahudiler için geldiler ve bir şey demedim çünkü Yahudi değildim. Sonra sendikacılar için geldiler ve bir şey demedim çünkü sendikacı değildim. Sonra Katolikler için geldiler ve bir şey demedim çünkü Katolik değildim. Ve sonra benim için geldiklerinde ise çevremde benim için bir şeyler diyecek kimse kalmamıştı.
Yapılacak şey ortadadır; duyarlılık katsayısını artırarak sessizlik duvarını aşmaktır. Ötesinde, hadiste ifadesini bulan ( cunudun mücennede), düşmanın aralarından sızamayacağı birleşik cepheler ve ortak cepheler kurmaktır. Herkesin 'nefsi nefsi' dediği ortamdan uzaklaşmaktır zira, 'önce ben' dedikçe sıra kendisine gelmekte gecikmeyecektir.
Fikriyat