Dolar

42,7874

Euro

50,1559

Altın

5.969,62

Bist

11.341,90

Post-Ergenekon ve Siyonizm

16 Yıl Önce Güncellendi

2011-03-15 00:25:48

Post-Ergenekon ve Siyonizm

İslam coğrafyasındaki halk kıyamları ve devrimlerle, Türkiye’de hızla devam eden köklü değişim arasında sebeb-sonuç gibi bir ilişkiden çok, 1920’lerden sonra aynı sebeplerle bir bir ortaya çıkan laik diktatoryanın yine paralel sebeplerle çöküşlerinin kaçınılmazlığı arasında bir benzerlik vardır. Türkiye’de, gerçek sahibi halk olan cumhuriyetin Erdoğan üzerinden halka devredilmesiyle, Kamalist(*) Cumhuriyetin makyajsız hali demek olan ergenekonun zorunlu olarak çöküşüne yol açılan süreç, Tunus ve Mısır devrimlerinden birkaç yıl önce başladı. Fakat ortada yıkılan bir rejim olmadığı için, Tunus ve Mısır’a kıyasla bu süreç daha uzun olacaktır. Bu sebeple referandumla başlayan post-ergenekon döneminin kalıcı olması için Erdoğan’ın zorunlu olarak atması gereken üç adım vardır; 1) Siyonizm’in, 28 Şubat darbesi ve Odatv baskınıyla açığa çıkan Türkiye’deki uzantılarının Yahudi Devleti ile bağ kuramayacak hale gelebilmesi için anti-siyonizmin bir devlet politikası haline getirilmesi 2) Ergenekon adıyla suçüstü yakalanan ittihatçılığın, 1908 Jön-Türk darbesine kadar uzanan inanç, felsefe ve ahlakının, devletin yönetim anlayışına yön veren tüm kurumlardan temizlenmesi 3) Çok partili sistem yapısıyla ergenekonu doğal olarak besleyen parlamenter sistemin terk edilip başkanlık sistemine geçilmesi.

Şimdi, üç başlık halinde ele alacağımız bu konunun ilki olan Siyonizm ve ergenekon sonrası Türkiye halkı arasındaki bağı irdeleyelim.

Merhum Erbakan’ın her kesimden insanların mutabık olduğu en önemli başarısı, aynı zaman da milli görüşün dış politikadaki temel unsuru olan anti-siyonizmi, Türkiye halkına aşılayabilmiş olmasıdır. Erbakan hocanın anti-siyonizm odaklı uluslar arası politikasına adım atmasıyla birlikte rahatsızlıklarını sesli bir şekilde dile getiren çevrelerin başında, Yahudi Devletinden (**) önce Türkiye’nin iç siyasetine hâkim olan yerli Siyonistler geliyordu. Kendini Kamalizmin cumhuriyetçilik ilkesiyle maskeleyen bu grup, maskeyi düşürme pahasına da olsa, cumhuriyeti halka vermek üzere olan Erbakan’ı yönetimden uzaklaştırmak için, elinden gelen her komployu hayata geçirmekten çekinmemişti.

Hocanın açıktan yürüttüğü politikayı, 28 Şubat 1997’den sonra teoride benimsememiş gibi görünen ama zaman içinde pratikte edindiği –ya da ettirdiği- tecrübelere halkı şahit kılarak inşa ettiği anti-siyonizm siyasetine isim takmayan Erdoğan, eninde sonunda karşı karşıya geleceği yerli siyonistlerin, -herhalde- önüne her türlü engeller çıkaracağını biliyordu. Ergenekon, 2007 Haziranında ABD’nin Hudson enstitüsünde en önemli eylemlerini planlarken, Ümraniye’nin bir gecekondusunda kuyruğundan yakalanacak ve Süha Tanyeri üzerinden Çevik Bir’e kadar uzanan komitacı generallerin takibe alınması, Yahudi Devleti’ni tedirgin etmeye başlayacaktı. Hocasına yaptıkları gibi halkın iktidarını komplolarla elinden almaya çalışan generallerin, nerelerden beslendiğini gören Erdoğan, Yahudi Devleti ile olan bağın Türkiye’deki tarafını koparmak için, somut delil ve tecrübeleri halkla sürekli paylaşmaya ve bu yöndeki tecrübeleri artırmaya çalıştı.

Erdoğan, pratize ettirerek somutlaştırdığı anti-siyonist politikanın, bugün artık zorunlu olduğuna inanmakta ve o doğrultuda hareket etmeye çalışmaktadır ama bunun kendisinden sonra da bir devlet politikası şeklinde devam etmesi için, Odatv gibi anti-semit (!) bir mekâna sıkışan yerli siyonizmin gücünü bütünüyle ortadan kaldırmak yeterli olmayacaktır. Çünkü uzun bir geçmişi olan ve Türkiye-İsrail ortak çıkar ütopyası üzerine inşa edilen “dostluk bağı”, Erdoğan’ın başında olduğu bir hükümet zamanında pratikte kopmuş olsa da teoride varlığını korumaya devam edecektir. Bir başka deyişle, yerli siyonizmin gücü kırılmış olsa bile, iki ülke arasında 60 yıldan fazla süredir var olan dostluk bağının devamlılığı, hem Türkiye’de hem de İsrail’de iktidar ola gelen hükümetlerin politikalarından bağımsızdır. Bu haliyle Siyonizm problemi, özellikle Mavi Marmara gemisinde işlenen cinayetlerden sonra Erdoğan’ın bilinçli olarak dile getirdiği “Netanyahu hükümeti gelmiş geçmiş en kötü ve en talihsiz hükümettir” ya da “İsrailliler Lieberman’dan kurtulmalıdır” tespit ve önermesiyle çözülecek kadar basit değildir ki Erdoğan’ın da bu hakikate yakinen şahit olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Çünkü Erdoğan, anlaşamadığı ve çıkarlarını zedeleyen hükümetler söz konusu olduğunda, ABD’den aldığı destekle darbe senaryoları geliştirmeye başlayan Yahudi Devleti’nin, kendi hükümetini yıkmak için ergenekon üzerinden ne planlar yaptığına şahit olmak zorunda kalmıştı.

Koltuk sevdasıyla değil sıkça dile getirdiği “halka hizmet hakka hizmettir” şiarıyla bilinen Erdoğan’ın, halkını sadece kendi döneminde değil kendisinden sonra da düşündüğü ve yaptığı hizmetlerin gelecek nesiller arasında hatırlanacak kadar kalıcı olmasını istediği bilinen bir gerçektir
. Öyleyse Filistin halkının düşmanı olduğu kadar, Türkiye halkıyla ilk temasında duraksamadan Mavi Marmara’da pervasızca cinayet işlemekle kalmayıp canileri ödüllendiren Yahudi Devleti’nin, Türkiye halkına da düşman olduğunu gördüğü kadar, Erdoğan’ın bu sözde devletle yaşadığı sorunlar üzerine geliştirilen hükümet politikasını, hükümetlerden bağımsız bir devlet politikasına dönüştürülmesi gerektiğine inanmak zorundadır.

Uluslar arası arenada çok kullanışlı bir klişe olan “realite” açısından duruma bakıldığında bile, halkın iradesi sonucu iktidar olmuş bir hükümetin, bölge halklarının olduğu gibi Türkiye halkının da hayati çıkarlarıyla çatışa gelen bu “devletleşmiş çete” ile olumlu bir ilişki kurabilmesi mümkün değildir. Çünkü bir tarafta “Çete”, diğer tarafta halk vardır. Ya halk, yakaladığı ilk fırsatta bu “Çete”den kurtulmak için, “Çete”yle geçmişte kurulan her türlü bağı koparacak ya da “Çete”, Akparti’den önceki hükümetlerde olduğu gibi, seçilmiş hükümetleri devirip yerli çeteleri, koalisyon adı altında hükümetleştirerek iktidara getirecek ve onlar üzerinden Türkiye halkının mal ve canına kastetmeyi sürdürecektir. Bundan dolayı dâhili çetelerle mücadele etmede nam salmış Erdoğan’ın, içerdeki çocuklarını ergenekon üzerinden besleyen devletleşmiş en büyük dış çeteyle de uzlaşmaz politikasını, kalıcı kılması hem zorunlu hem de çetelerden yeterince çekmiş halkının kendisine yüklediği en önemli görevin yerine getirilmesi açısından ahlakî bir görevdir.

Öyleyse hükümetlerden bağımsız bir şekilde Yahudi Devleti ile uyuşmaz ve uzlaşmaz bir dış politikanın kalıcılığı nasıl ve neye göre tesis edilecektir?

Türkiye’nin karşısında akıl, mantık, vicdan veya realiteye göre değil, İbrahim’in (a.s) “seçilmiş din” düsturunu “üstün ırk” hurafesine dönüştüren siyonizmin, ilkeleri doğrultusunda politika üreten bir Yahudi Devleti durmaktadır. Böyle bir durumda Türkiye’nin mantıklı ve olumlu bir ilişki kurabilmesi için karşıdaki devletin akıl ve realiteye uygun davranacak kadar reel ve de anlaşılabilir olması gerekir. Oysa Erdoğan’ın da tecrübe ettiği gibi, Türkiye’den yükselen her iyi niyet söylemi, er ya da geç bu sözde devletin temeline kaynaklık eden siyonizmin kalın duvarlarına çarpmaktadır. “Kalın kafalılık” tabirinin kâğıt üzerinde devletleşmiş hali, “Siyonist devlet” ise, halkını düşünen bir lider, görünürde devletle ama hakikatte siyonizmle kuracağı ilişkiler üzerinden fayda sağlamayı uman bir gafil değil, halkını ve de devletini, siyonizmin tehlikelerinden korumak için onun karşısında basiretli duruş sergileyen cesur ve de hikmetli bir liderdir.

Varlığını insanlık düşmanı bir felsefeye borçlu olan Yahudi Devleti’nin bölge ülkelerinde yaşattığı sorunların temelinde, aşırı sağcı hükümetler değil bizatihi kendi varlığına kaynaklık eden siyonizmin yattığını söylemek, hurafe olmayacaktır. Bundan dolayı realiteye uymadığı kadar somut olmayan Siyonist felsefeden aldığı ilhamla ayakta duran Yahudi Devleti’nin karşısında, ancak bu felsefesine karşı argümanlar geliştirilerek durulabilir ki bu da anti-siyonist politika izlemek demektir. Siyonizm, Netanyahu hükümetinden bağımsız olarak 1948’den beri Yahudi Devleti ile bütünleşmiş bir politika olduğuna göre, ergenekon karşısında halkını canı pahasına savunduğu gibi Erdoğan’ın, ergenekonu besleyen Siyonizm karşısında Türkiye halkını koruma uğruna, anti-siyonizm politikasını kendisinden sonra da devam edecek şekilde Türkiye Devleti’nin yapısıyla bütünleştirmesi gerekir.

Nedir Anti-Siyonist politika? Temelinde Siyonizm olan Yahudi Devleti’nin menfaatleri, fasid bir düşünce ve halk düşmanı ilkeler doğrultusunda tanımlandığına göre, bu sözde devletin çıkarları; Arap, Türk ya da Kürt fark etmez bölgede yaşayan bütün halkların çıkarlarıyla çatışır. Bir başka deyişle Yahudi Devleti’nin lehine ve faydasına gelişen her olay, bölge halklarının aleyhine ve zararınadır. Öyleyse bu sözde devletin çıkarlarını koruyan her tavır, siyonizmin politikasına hizmet ettiği oranda halka zarar veren bir sonuç doğurduğuna göre anti-siyonizm; a-) halkı gözeterek maddi refah ve yararını koruyup artıran b-) halkın dini yaşamını teminat altına alan ve müslüman halkların onurunu koruyan bir politikadır. Bu açıdan bakıldığında Filistin, Türkiye ya da Kuzey Irak’ta Arap, Türk ya da Kürt halkının maddi-manevi değer ve yararını gözetmek, aynı zamanda dış politikada anti-siyonist bir tavır izlemek demektir. Bu anlamda Erdoğan’ın teoride anti-siyonist politika izlememesine rağmen, halka hizmet ettikçe siyonizmin ergenekon üzerinden darbe senaryolarıyla karşısına dikilmesinin en önemli sebebi, diğer halklar gibi Türkiye halkının da Yahudi Devleti’nin çıkarlarıyla çatıştığının ve bu çatışmanın Yahudi Devleti’nin aleyhine sonuçlandığının bir göstergesidir. Özetle, Erdoğan’ın iktidarı döneminde halkın çıkarları korunmaya devam edildiği sürece dış politikada atılacak adımların zorunlu olarak anti-siyonist yapıda olacağını söylemek abartı olmayacaktır.
 

Öyleyse Erdoğan sonrası halkın çıkarlarını koruyan bir dış politikanın ve post-ergenekon döneminin sürekliliği nasıl sağlanacaktır? Önceki paragrafta somutlaştırmaya çalıştığımız gibi Yahudi Devleti’ne hayat veren Siyonizm, Türkiye halkına zarar veren bir politika güttüğüne göre, anti-siyonizm, hükümetlerden bağımsız bir devlet politikası olarak kaldığı sürece, hükümetler değişse de Siyonizm, Türkiye halkına zarar veremeyecektir. Elbette böyle bir politikanın sürekliliği, ancak yasama faaliyetlerinin kurumsallaştırılmasıyla korunabilir. Nasıl ki Türkiye halkının aleyhinde ajanlık yapmak veya lobi faaliyetlerinde bulunmak ihanet suçuyla yargılanmayı beraberinde getiriyorsa, Siyonizmin lehine lobi faaliyetlerinde bulunmak ve Yahudi Devleti’nin çıkarlarını koruyan çeşitli eylemlere girişmek de halka ihanet kapsamında ele alınması ve yargıya havale edilmesi gereken bir durumdur. Örneğin henüz gündemde olan Odatv operasyonunda deşifre olan faaliyetler ile Türkiye-İsrail ilişkilerini koruduğunu iddia eden Siyonist Rafael Sadi’nin Wikileaks sitesinde yer almayan bir belgeyi “Wikileaks belgesi” olarak elde edecek kadar bir derin bağlantıya sahip olması, “Siyonizme hizmet ve Türkiye halkına ihanet” kapsamında değerlendirilmesi gereken bir olaydır. Bu anlamda Erdoğan, halkını temsil eden bir liderse – ki çoğunluk öyle olduğuna inanmaktadır- halkının en az % 65’inin Siyonizmin hizmetinde çalışanların cezalandırılmaları yönünde görüş belirteceklerini görmesi gerekir. Yine en az bu oranla halkının, Türkiye ile Yahudi Devleti arasında süre gelen ilişkilerden ve 1950’lerden beri varlığını koruyan dostluk(!) bağlarından ciddi bir şekilde rahatsızlık duyduğunu bilmesi gerekir. Sadece kültürlü kesim değil, sıradan ve okuma-yazması olmayan bir insan bile Türkiye-İsrail ortak çıkarları dendiğinde bu deyimden sadece İsrail çıkarlarının kastedildiğini bilir.

Söze anti-siyonizmi bir devlet politikası haline getirmenin sonuç ve tepkilerini iki cümleyle ifade ederek noktayı koymuş koyalım; Erdoğan, anti-siyonist politikanın kurumsallaştırılması durumunda karşı karşıya kalacağı tehlikeleri ciddiye alacaksa, bu tehlikelerin 2002 Aralığından beri var olduğunu ve her defasında darbe ve suikast olarak deşifre olunan bu tehlikelerin Allah’ın inayetiyle ortadan kaldırıldığını görmesi gerekir. Erdoğan’ın ABD’nin değil Allah’ın kulu olduğunu bilen herkes bunun böyle olduğuna inanır. Öyleyse hem kendi maslahatını, hem ergenekon sonrası dönemin kalıcılığını ve hem de halkın maddi-manevi yaşamının kendisinden sonra da korunması amacıyla, Erdoğan’ın anti-siyonizmi bir devlet politikası şeklinde tesis etmesi, bu ülkede yaşayan herkes için hayatî bir zorunluluktur.

Elbette kutlu doğum için en az on dört yıl sabretmek lazım fakat 2016’ya hızlıca yaklaşıldığını da arada bir hatırlatmak, halkın Erdoğan üzerindeki en masum hakkı olsa gerek!

(*) Güneş Dil Teorisi’nin icadıyla birlikte Öztürkçe’ye yoğunlaşan Mustafa Kemal’in bu konudaki ilk icraatı Kemal adını, Öztürkçede “büyük kale” anlamına gelen Kamal ile değiştirmesi ve ölünceye kadar resmi olarak bu adı kullanması olmuştur. Türkçenin büyük ses uyumu kuralına uyması için CHP, 1935 kurultayında Kemalizm yerine Kamalizm ilkelerinden sözetmeye başlamış ama gelen tepkiler üzerine 1943’teki programında eski tabiri kullanmaya başlamıştı.

(**)
“Yahudi Devleti” tabiri, Herzl’in teorisini yazıya döktüğü kitabın adından ve Netanyahu hükümeti politikasında sıkça kullanılan kavramdan alınmıştır.

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
SON VİDEO HABER

İsrail ordusu 16 yaşındaki genci infaz etti

Haber Ara