“İffet ve Başörtüsü” Konulu Eleştiriler Üzerine
16 Yıl Önce Güncellendi
2011-04-28 09:20:35
Üç bölüm halinde ele aldığımız “İffet, Zaman ve Başörtüsü” başlıklı konu, bazı soru(n)ları ve eleştirileri de beraberinde getirdi. Elbette konunun ehemmiyeti kadar büyüklüğü de göz önünde tutulursa, müslüman toplumun tamamını ilgilendiren bir sorunu birkaç sayfaya sığdırmaya çalışmak, zorlukları da beraberinde getirecektir. Aşağıda maddeler halinde sıraladığımız eleştiri ve sorular, mevzunun açık kalan taraflarını kapatmak ve yanlış anlamaya neden olabilecek yönlerini gidermek için cevaplandırılmıştır.
1. İslam dini, kadına geniş haklar sunmasına rağmen, yazıda bunlar, sekülerizmin hakları gibi ele alınmakta ve reddedilmektedir. İslam’da hak kavramı insanı hakikate götürür, insanı Allah’tan uzaklaştıran bir amel hak değil şerdir. İslam ise şirk dünyasında olduğu gibi varlıklarla haklarını birbirinden ayırmaz. Seküler ve şirk dünya görüşünde olduğu gibi İslam’ın; kadın hakları, erkek hakları, ana-baba hakkı, çocuk hakkı, hayvan hakkı, çevre hakkı şeklinde parçalanmış bir hak anlayışı yoktur. İslam’ın ilk öğesi tevhidse diğeri adalettir. Adalet ise her şeyi yerli yerine koymaktır. İslam, her varlığı diğerinden ayıran bir özgürlük anlayışını değil her varlığı yerli yerine koyan bir adalet öğretisini ortaya koyar. Bu bağlamda, erkek haddini ve konumunu bildiği sürece dolaylı olarak kadına adil davranmış ve haklarına riayet etmiş olur. Kadın sınırına riayet ettiği sürece erkeğin hakkını korumuş olur. Çocuk sınırını bildiği sürece ana-babasına iyi davranır. Kısaca bir müslüman haddini bildiği sürece kadın hakkını da erkek hakkını da çocuk, ana-baba, çevre ve hayvan hakkını da bilmiş ve onları korumuş sayılır. Dolayısıyla İslam; kadın, erkek ve çocuğa; hak ve özgürlük dağıtmaz ama onlara hududunu gösterir. Hududunu koruyan bir erkek kadının hakkını da korumuş olur, çocuğun da. Çünkü İslam’da bütün sınırlar birbirine ilişik ve bitişiktir. Kendi sınırını ihlal eden bir kadın, erkeğin hakkına tecavüz etmiş olur. Haddini bilmeyen bir erkek, başkalarının sınırını ihlal ettiği için karısına da, ana-babasına da, çocuklarına da zulmeder. Öyleyse bu hudutlar nedir? Elbette bunlar, âlimlerin nesilleriyle günümüze kadar aktarılan Kur’an ve Sünnet’in yani İslam’ın ilkeleridir.
2.Yazıda iyi ya da kötü her türlü değişimin olumsuz olduğu bu nedenle reddedilmesi gerektiği vurgusu yapılmaktadır. Hayır! Makalede, her türlü değişim değil kötü yöndeki değişim reddedilmektedir. Değişim, toplumun içinde bulunduğu sosyal durumdan bağımsız ele alınamaz. Bu açıdan Allah’ın ahlakı üzerine dünyaya gelen insanı, fıtrattan uzaklaştıran herhangi bir değişimin karşısında durduğumuz kadar, sonradan kötülüğe meyleden bir insanı, fıtrata yaklaştıran bir değişimi savunuruz. Her halükarda değişimin ana faktörü çağ, zaman, ekonomik ya da sosyal yapı değil “insan iradesi”dir. O halde hâlihazırda halkın içindeki müslüman kadının duruşu, Kur’an ve Sünnet’in ilkelerine yakınsa, onu mevcut durumundan uzaklaştıracak bir değişim kabul edilemez. Oysa bu değişimi gerçekleştirmek üzere Batı’dan taklit edilen kadın söylemlerini bu toplum içinde yaymaya çalışan bazı kadınları Kur’an ve Sünnet’e yaklaştıracak bir değişim elbette desteklenir.
3. Yazıda geçmiş zaman kutsanmakta, çağdaş ve gelecek zaman ise yerilmektedir. Asla, burada gerilemeci tarih anlayışı savunulmadı bunun yanında ilerlemeci tarih anlayışı elbette eleştirildi. Yani, çağ ya da zaman değil zamana vurgu yapan anlayış reddedildi. Farklıymış gibi görünen ama aynı olan iki tip tarih anlayışı da insana bahşedilen cüz’i iradeyi, zaman ve tarih zindanına hapseder. Oysa Allah, her insanı eşit imtihan şartları içinde yaratmıştır, zaman ve mekân farklılığından dolayı aksini savunmak Allah’ı itham etmek olur. Her dönemin kendine has özelliği bir diğerinden farklı olsa bile, tarih başladığından beri gelip-geçen bütün insanlar aynı fıtrat üzerine yaratılmıştır. Peygamber babasına rağmen Nuh (a.s)’ın oğlu batılı seçmiş, müşrik babasına rağmen İbrahim (a.s) hakikati seçmiştir. Allah’ın övdüğü ve gelecek nesiller için örnek olarak gösterdiği Asiye (r.a), Firavun’un tehditlerine rağmen Allah’a teslim olmuştur Hz. Nuh’un karısı ise tebliğe rağmen Şeytan’a. Bu açıdan ne kadının fıtratında zaman içerisinde bir değişiklik olmuştur ne de erkeğin fıtratında. Bu fıtratı koruyacak olan da bozacak olan da zaman ve mekân değil, imtihana tabi olan insanın kendi iradesidir. Bundan dolayı irade, hem zamanın hem de mekânın –ruhu!- üzerindedir. Zamanın ruhu herhangi bir insan ya da toplumun iradesini tahakkümü altına alıyorsa, bu durum, Marksizmin tarihsel materyalizmi ile değil söz konusu insan ya da toplumun batılı seçen zayıf iradesiyle açıklanabilir. Ne geçmiş gelecekten iyidir, ne de gelecek geçmişe göre mükemmel. Kadın olsun erkek olsun İnsan, iradesini hangi yönde kullanırsa zaman ve mekânın ruhu ona göre şekillenir.
4.Başörtüsü sorunu çözülmüyorsa başörtülü kızlar direnmeden ve hakkını savunmadan sessiz sedasız okulu terk etmeli diyorsunuz, bu mu kardeşlerinize veli olma anlayışınız? Hayır, biz başörtüsü sorunu çözülemiyorsa “o zaman yorum ve tevillerle çaktırmadan vahyi çözelim” anlayışını reddettik. Bunun yanında sorunun geçmişten beri başörtüsü değil rejim sorunu olduğunu söylemeye çalıştık. Bir takım yorumcular, başörtüsü yasağı sürdüğü sürece 28 Şubat bitmemiştir diyor. Elbette bu, yanlış ve 28 Şubat’ı hafife alan bir yaklaşımdır. 28 Şubat sanıldığı gibi başörtüsü yasağından ibaret olan bir süreç değildi. Aksine yüzyıllık ittihatçı bir zihniyetin müslüman halka karşı gerçekleştirdiği son saldırıydı. Bu saldırının içindeki başörtüsü yasağı, sorunun bir cüzünden ibaretti. 28 Şubat’ın toplumsal hayatın her alanında, müslümanca yaşamayı ortadan kaldırmaya çalışan bir amacı vardı. Dolayısıyla sorun, rejime hükmeden bir zihniyetin ürünüydü. Bu takdirde rejimin kurumları üzerinden halka musallat olan bu zihniyeti temizlemeden, başörtülü insanların seküler hak arayışlarına girişmesi anlamsız ve faydasızdı. Faydasız olduğu kadar onlara İslam’da olmayan söylemleri kazandırdığı için zararlıydı da. Oysa günümüzde bu zihniyet sorununu, gelenekçi olmakla suçlanan İslami cemaatlerin halkla iç içe olmasından dolayı müslüman halkın iradesini ortaya koymasıyla büyük oranda çözülmüş ve iktidara, yüzyıldır musallat olan zihniyet yine bu iradenin güçlenmesiyle zayıflatılmıştır. Rejim sorunu çözüldükçe, başörtüsü yasağı da kendiliğinden çözülmektedir. Bugün tek tük bazı üniversitelerde yasak sürdürülmeye çalışılsa da artık rejim sorunu tümden çözülmek üzere olduğu için rektör sorununu halletmek, o kadar da zor olmayacaktır. Yeter ki bu yasakçı zihniyetin, rektör ve yöneticileri, müslüman halkın takdirine yani iktidarına sunulsun.
5.Başörtüsü yasağıyla birlikte özellikle bazı müslümanların “laik sistemde kadınların okuması zaten caiz değildi” görüşüne benzer olarak yazıda; yasak varsa başörtülü kızların okumamaları gerektiği anlayışı savunulmaktadır. Bu bakış açısı da, son adımda kızları okutmayan ve onları eve hapseden ataerkil inancın bire bir yansımasıdır. Kesinlikle değil! Biz yasak varsa, yasağı herhangi bir şekilde çözmeye odaklanmak yerine yasakçı zihniyete vurgu yapılması gerektiğini ve asıl sorunun halk düşmanı ittihatçı zihniyetten kaynaklandığını dile getirmeye çalıştık. Bu bağlamda yasakçı zihniyetle mücadele edilmeden yasakla uğraşmanın çözüme bir katkı sağlamayacağını belirttik. Bundan dolayı sisteme hâkim olan zihniyet, iktidarını sürdürdüğü sürece, başörtülülerin üniversiteye gitmek ve öğrenim hakkını seküler araçlarla savunmak yerine okulu terk etmeleri gerektiğini söyledik. Bu görüş, okumak isteyen başörtülü insanları eve kapatmak için bir bahane olarak geliştirilmedi. Biz, tesettür ve başörtüsünün bir dış elbise olduğunun ve ancak dışarı çıkan bir kadında anlam kazanacağının farkındayız. Çünkü tesettür, evin içindeki özel hayatla ilgili değil ev dışına çıkan müslüman kadının yerine getirmekle yükümlü olduğu bir emirdir. Bu açıdan tesettür, hür müslüman kadını toplum içinde ayırt etmek ve onu kötü bakışlardan korumak içindir. Ama bu demek değildir ki tesettüre bürünen bir kadın, erkekler gibi sosyal hayatın her alanına dâhil olabilir ve onlarla birlikte karma ortamlarda yer alabilir. Hayır, İslam böyle bir duruma cevaz vermez. Çünkü bu, kadının hem fıtratına hem de fizyolojik ve biyolojik yapısına ters bir durumdur. Örneğin kocası geçimini sağladığı sürece, kadının evde canı sıkılmasın diye çalışması caiz değildir. Ya da “ilerde ne olur ne olmaz” anlayışıyla kadının kendi geçimini sağlaması için ne pahasına olursa olsun meslek sahibi olmaya çalışması İslamî değildir. Bu tür girişimler, İslam toplumunu düşünen sosyal kaygıların değil bireysel isteklerin bir sonucudur. Bunun yanında İslam’da kadın, toplumdan önce kocasına tâbidir. Kocasını ezerek Allah rızası niyetiyle(!) toplum için faydalı işlerin peşinden koşturan ya da sadece para kazanmak için çalışan bir kadın, İslam’daki kadını değil modern ve seküler hayattaki kadını temsil eder. Hz. Şuayb’ın kızları, babalarının sağlık ve maddi durumu elvermediği için koyun otlatmıştır, buna rağmen erkeklerle aynı ortamda yer almamak için suya yanaşmak isteyen koyunları engellemeye çalışmıştır. Yani karma bir ortama girmek için koyunları bahane etmeyerek engellemişlerdir. Hz. Şuayb’ın kızları, Musa’ (a.s)nın güvenilir olduğu kanaatine varınca, kendi yerlerine çalışması için babalarına O’nu tavsiye etmişlerdir (Bkz Kasas 22-28. Ayetler)
6.Özellikle son yazıda, hem demokrasi karşıtlığı olabildiğince ön plana çıkarılmış hem de liberal kesim sert bir şekilde yerilmiştir. Oysa bugün Türkiye’deki müslümanlar daha rahat ve daha özgür bir hayata kavuştuysa bu durum, hem demokrasi aracılığıyla hem de liberallerin katkısıyla sağlandı. Bu konuda demokrasi karşıtlarının da demokrasi savunucularının da kapıla geldiği bir yanılgı söz konusudur. Bir taraf, halk kim olursa olsun halkın iradesini yansıtan her iktidarı reddetmekte diğer taraf ise halkların her türlü iradesine saygı göstermeye çağırmaktadır. Oysa müslüman halkın iradesinin yansıması olan bir iktidar, demokrasi olmayacağı gibi herhangi bir halkın iradesinin yönüne bakmaksızın iyi ya da kötü her halk iradesine saygı duymak mümkün değildir. Çünkü Lut kavminin sapkınlığı ortak bir iradenin sonucuydu, Ad ve Semud’un taşkınlığı da. Bu bağlamda Allah’ın saygı duymadığı hatta cezalandırdığı bir “halk iradesi”ne, bir müslüman olarak saygı duymak mümkün değildir. Türkiye’deki müslümanlar daha rahat bir ortama kavuştuysa bu durum demokrasi sayesinde değil müslüman halkın iradesi ve İslami cemaatlerin etkin ve akıllı siyasetiyle sağlandı. Kısaca müslüman bir halkın ortak iradesi, herhangi bir halkın iktidarı şeklinde ele alınamayacağı gibi ümmetin ittifakı da demokrasi olarak adlandırılamaz. Liberal kesim, müslümanların ne dostu ne de düşmanıdır ama onların sınırları gözetmeyip müslümanlara İslam’ın ilkeleri ve zorunlu değişim üzerine akıl vermeye çalışan yorumları, saygıyı değil sert bir yergiyi gerektirir.
7. Üç bölümde de hem feministlere hem de eşcinsellere karşı bariz bir şekilde düşmanlık beslenmekte ve bu apaçık bir şekilde savunulmaktadır. Elbette ki! Rasulullah’ın çok az lanet ettiği rivayet edilir. En meşhur olan laneti, kadınlaşan erkekler ve erkekleşen kadınlar içindir. Toplumu hem manevi hem de maddi açıdan –neslin devamlılığı- fesada uğratmaya çalışan bu güruhların karşısında hem elle hem de dille durmak, Allah katında salih bir ameldir. Çünkü fitne öldürmekten beterdir. Feminizm kadını annelikten, eşcinsellik de her iki cinsi çocuk sahibi olmaktan uzaklaştıran sapkın düşünce ve davranışlardır. Eşcinsellik, sadece müslümanların değil müslüman olsun olmasın tüm insanların fıtratını bozan ve insan neslini yok etmeyi kasteden vahşi bir eylemdir. Eşcinsellik, bir düşünce biçimi değil işteş bir ameldir! Allah insanları fiziksel bir hastalıkla birlikte yaratabilir ama onları sapık ve insanlık dışı bir zihniyet üzerine yaratmaz!. Nasıl ki ana katili olarak doğulmuyorsa eşcinsel olarak da doğulmaz. Bu görüşü savunanlar sapkın ruhlarının sınırsız hazlarına mesnet aramaktalar. Eşcinsellik doğuştan gelen bir şeyse o zaman ensestlik nedir? Allah’a apaçık bir iftiradır bu! Eşcinsellik sadece İslam fıtratına aykırı olan bir amel değildir. Bu sapkınlık, müslüman, hristiyan, Yahudi, ateist ya da müşrik tüm insanlığı hedef almakta ve insanın beşer özelliğini koruyan tüm inanç ve ideolojilerde kınanmaktadır. Bugün eşcinsellerin haklarını, kendileri dışında en çok savunanların feministler olması rastlantı değildir. Biri kadının erkekleşmesini amaç edinir diğeri ise daha çok erkeğin kadınlaşmasını. Allah’ın hiddetle yok ettiği, Rasulullah’ın lanet ettiği bu sapkınlara düşman olmak, müslüman olmadan önce insan olmanın gereğidir. Günümüzde bu güruhlara yakınlaşmaya başlayan bazı müslümanların olduğunu görmek, esef vericidir. Bu müslümanlara ancak şunu söyleyebiliriz;”Allah’tan korkun, aksi takdirde bu hiddet ve lanet size de bulaşır”
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
SON VİDEO HABER
Haber Ara
Yorum Yap