Heyecan, umut ve endişe arasında İslam diyarından göğe savrulan hürriyet taleplerine karşılık istikrar gerekçesiyle kanların haksız yere döküldüğü İslam coğrafyasında depremler sürüyor. “Yekfe!”[1] isyanıyla Seyyid Ebu Zeyd meydanında yakılan ateşle, İskenderiye ve Kahireyi tutuşturduktan sonra “Halas, İrhel!”[2] nidaları arasında onu hayatı pahasına Bingazi, Trablus ve Musrata’ya yayan mazlum halkın başkaldırısını tek bir cümle ile açıklamak gerekirse söz; “Facebook, twitter nelere kadir!” değil “hakikatlerin en etkilisi kan pahasına haykırılanıdır!” olacaktır.
Önceki bölümde sorgulanan şey, halk hareketlerini analiz ederken kullanılan kavram ve araçlardan ziyade bu kavramların ardında saklı olan niyetti. Bu anlamda Marksist teorinin “devrim” tanımından yola çıkarak İslam coğrafyasındaki kıyamların devrim olamayacağını iddia etmekle onları liberal bir analiz üzerinden “twitter” ya da “Facebook” devrimleri olarak tanımlamak aynı sorunlu bakışın sonucudur. Öyleyse bir sosyalistin, Tunus ve Mısır’ın dini ve iktisadi yapısına bakarak “Feodal toplumdan devrim mi çıkar?” sorusu ile her alanda olduğu gibi iletişimde de sınırsız özgürlüğü savunan bir liberalin “Yaşasın twitter, Facebook devrimleri” demesi arasında bir fark yoktur. Çünkü iki bakış açısı da, İslam toplumunun uzun tarihi geçmişe dayanan altyapısını ve Allah’ın kudretini, şuuraltında yok saydırmaya çalışarak, istibdattan kurtuluş yolunu, seküler Batı dünyasının teori ve araçlarına mahkûm eden bir düşünce biçiminin tezahürüdür.
Dün Tunus’taki halk ayaklanmasının ilk günlerinde bu bölgeye göz ucuyla bile bakma gereği duymayan bir kısım medya, el-Buazizi’nin ateşi Bin Ali’nin etrafını sarmaya başlayınca bu hareketi “twitter”, “yasemin” gibi kelimelerle etiketleme yarışına giriyordu. Dün, sözüm ona “6 Nisan hareketi” üzerinden sanal Facebook aktivistlerini öve öve bitiremeyen malum gazeteler, bu gün sanal aktivistlerin geçmişte ABD ile irtibatını sorgulamakta ve yaptığı görüşmeleri deşifre etmektedir. İyi ya da kötü bu tip sorgulamalar bir şey ifade etmeyecek çünkü sanal aktivitelerin, halk hareketlerinin öncüllüğündeki rolü, sonradan zoraki eklemlenen misali gibiydi. Yine de, bilimsel bir sosyalistin diyalektik materyalizme şaşı baktığı gibi sanal aktivist ve araçlar olduğundan fazla yüceltilip, Facebook ve Twitter’e devrim motoru gözüyle bakılacaksa, Ergenekon Cumhuriyetçileri ile İran’ın yeşilci gençlerine ütopik bir yol gösterildiğini ve onlara haksızlık yapıldığını söylemek gerekir. İran’ın yeşil akımı, liderlerin ihtilafı üzerinden esse de sanal cumhuriyetçiler, her hafta yeni bir Facebook grubu kurup devrim anını beklemekten yorulmuş olsalar gerek! Hani bilimsel sosyalistlerin, burjuvazi sınıfının oluşumunu tamamlayan İtalya ve Almanya’da sosyalist devrim beklerken, ortaya çıkan faşist diktatörlükler karşısında yaşadıkları hayal kırıklığını, herhalde hiç kimse ne devrimci laiklerin ne de yeşil liberallerin tekrar yaşamasını istemeyecektir.
“Öyleyse bu halk hareketleri, hangi amaçla neden şimdi ve aynı anda başladı?” sorusuna gelelim. Diktatörlerin on yıllarca halkı, bilinç kaynağı olan dinden uzaklaştırmak için had safhaya kadar çıkardıkları zulümlerin sonucunda, halk bıkmış ve usanmış bir şekilde içine kapanmak zorunda kalacaktı. Böyle bir tahakküm altında yaşamaya çalışan halk; zalime karşı açıktan başkaldırıyı ortaya koyan cesur bir kahraman, gözleri karartırken kalpleri aydınlatacak bir eylem ve zalimi titretecek güçlü bir söylem arar. Zulmün karanlığında yaşamaya mahkûm edilmiş insanların gözleri, birbirlerinin gözleri ve sözleri de diğerlerinin sözleri üzerindedir. Bu bağlamda 50 ya da 100 yıl süren bir diktatörlüğü aynı anda harekete geçmiş kalabalık ordular kadar bir “söz” de yıkmaya kadirdir. Diktatöre karşı cesaretle söylenmiş bir söz, halka bilinç kazandırmaya yettiği kadar, diktatörün yıkılma korkusunu yaşamasına da yetecektir. Diktatörlerin koltuklarını sağlama almak için baskıyı sürekli olarak son haddine uygulamalarının nedeni de budur. Çünkü en küçük bir söz ya da bu sözden doğan bir eyleme tahammülleri yoktur, bu tür yönetimlerde halkın patlamaya hazır cesareti her zaman varlığını koruduğu gibi diktatörün ruhunu kısa zamanda saracak korkusu da her zaman patlamaya hazırdı. Diktatör halka baskı uygularken, gerçekte o kendi korkusunu baskı altında tutmaya çalışır. Bu bağlamda halkın üzerindeki baskı, diktatörün kalbindeki korkunun bastırılmasının bire bir yansımasıdır.
Devrim doğuran bilinçler vardır, bilinç doğuran devrimler. İran İslam Devrimi, Humeyni ile Şeriati, Mutahhari ve başta Bakr es-Sadr olmak üzere Sadr ailesinden öne çıkan sorumlu aydınların yıllarca topluma aşıladığı bir bilincin sonucu iken, Küba toplumunun anti-emperyalist bilinci, Castro ve Che Guevara’nın silahlarıyla revize ettiği diyalektik devrim bilincini yıkan Küba Devrimi’nden doğan bir bilinçtir. İşte Tunus ve Mısır devrimleri de, on yılların diktatörlerinin karartmaya çalıştığı bilinçlerin el-Buazizi’nin ateşiyle aydınlanması ve halkın korkusu ile liberal devletlerin desteğinden cesaret ala gelmiş zalimlerin kalplerine korku salan Allah’ın kudreti ile ortaya çıkmıştır. Bu açıdan bakıldığında müslüman coğrafyasındaki devrimler; artık diktatörlüğün yaydığı zulme katlanamayan Tunuslu bir gencin cesaret ve isyanı, bu isyanla bilinçlenen Seyyid Ebu Zeydlilerin büyüttüğü bir hareket, bu hareketten cesaret alan halkın isyanıyla somutlaşan kıyam bilinci, bu bilinç karşısında “nasıl bir inkılâpla yıkılacağını anlayan” Bin Ali’nin ruhunu kaplayan korku ve çaresizlik, en önemlisi ise yıkılma korkusunu zalimin kalbine koyan Allah’ın takdiri ile ortaya çıkmıştır.
“Zalimler yakında nasıl bir inkılâpla devrileceklerini anlayacaktır”[3] ayetinin tefsirini, en güncel haliyle yıkılan diktatörlerin sergiledikleri tavır ve gözlerindeki korkuyu analiz ederek yapmak, olayların hem doğru hem kolay yoldan anlaşılmasını sağlayacaktır. İslam dünyasında, “diktatörler çağı” denilecek kadar uzun süren bu zulüm dönemi, hatırlanırsa hemen hemen aynı dönemlerde ve benzer sebeplerden dolayı ortaya çıkmıştır. Yine müslümanların topraklarını işgal eden devletler nasıl birbirlerinin kardeşi ise, aynı söylem ve inançla halkları yönetmeye başlayan diktatörler de birbirlerinin kardeşiydi. Bunun yanında önce sömürgeciliğe ardından diktatörlerin zulüm ve baskısına maruz kalan halk da toprakta, dilde ve en önemlisi dinde birbirinin kardeşiydi. Bu bağlamda, Tunus halkından cesaret alan Mısır halkı, sömürgecilikten arta kalan yapay sınırları aradan kaldırıp birbirinin kardeşi olduğunu gördüğü kadar Mübarek’in de bin Ali’nin kardeşi olduğunu gördü. Libya halkı, Kazzafi’nin yıkılan diktatörlerin kardeşi olduğunun farkına vardığı kadar, kardeşlerinin yaptığı gibi kendilerinin de aynı yöntemle diktatörü devireceklerini anlayıp kıyama başladı. Yine Cezayir ve Ürdün halkı, kardeşleriyle aynı durumda olduklar anladıkları kadar Buteflika ve Haşimi Abdullah’ın da Bin Ali, Mübarek ve Kazzafi ile kardeş olduğunu gördü ve aynı yolla yıkılacağına inanıp harekete geçti[4].
Kur’an’ın inkılâpla ilgili sunduğu perspektif, sol felsefenin bilimsel açıdan ele aldığı ve sonuçlarını fiziksel bir olay gibi değerlendirdiği devrimden farklıdır. Sosyalist mantıktaki devrim bir yana, İslam’da mazlumlar üzerindeki zulmü sona erdiren “zalimin yıkılışı” bir inkılâptır. Bu açıdan ezilen bir milletin, kıyamla zalimi devirmesi ve baskıdan kurtulup hürriyete kavuşması, Kur’an’a göre önemli bir toplumsal hadisedir. Tunus ve Mısır’a bakarak 30-40 yıl süren bu diktatörlerin aylarla ifade edilen kısa bir sürede halkın isyanıyla yıkılması karşısında “Nasıl oldu? Tamam diktatör yıkıldı ama yerine ne konulacak?” şeklinde şaşkınlık ve tereddüt yaşamak çok doğaldır. Ama bu şaşkınlığı biraz daha ileri götürerek “mutlaka bu hadisenin ardında dışarıdan bir destek vardır, yılların diktatörleri bu isyanla yıkılamaz” demek yanlış olduğu kadar aynı zamanda sorunludur.
Kur’an, peygamberlerin Allah’ın kudreti karşısındaki hayretten kaynaklanan sorularını “Kezalik” -İşte böyle!- kelimesi yanıtlar. İbrahim (a.s) ve Zekeriyya’nın (a.s), ihtiyarlık evrelerinin son yıllarında sahip oldukları çocuklar karşısında yaşanan şaşkınlık bu kelimeyle cevaplandırılır[5]. Hz. Meryem’in “bana kimse dokunmamışken nasıl çocuğum olur?” endişeli sorusu sadece “Kezalik!” ile cevaplandırılır[6]. İşte bu bakışla İslam coğrafyasına bakan bir müslümanın, diktatörlerin yıkılışı karşısında “nasıl oluyor?” sorusuyla dile getirdiği şaşkınlık, Allah’ın mutlak kudretine atıfla “işte böyle!” sözüyle gidermek mümkündür. Yine de, şaşkınlık güçlü bir şüpheye dönüşecekse, bu durumda kucağında çocuğuyla Yahudi toplumuna karışan iffetli Meryem’e atılan iftiraların zihniyetini beslememek gerekir.
İsrailoğulları’nın ikinci yükselişiyle birlikte aynı asırda ortaya çıkan diktatörler, kardeş halk olan arap-İsmailoğulları’nın düşüşünü de beraberinde getirmişti. Bu çağda yükseldikçe yoldan çıkan İsrailoğulları, kazandıkları gücü adalet uğrunda değil başta İsmailoğulları olmak üzere insanlığı katletmek yolunda kullandı. Bundan dolayı kıyamlar ve devrimler, çöllerde tutsak edilen müslüman halkın hürriyete kavuşmasının ve İsrailoğulları karşısında güçlenmesinin yolunu açacaktır. Şimdi Tunus’un, Mısır’ın akabinde Libya, Cezayir ve Ürdün’ün halkı, diktatörlerini devirdikten sonra Allah’ın kudretiyle babasız doğurduğu devrimi sevinçle eline alıyor ve İslam ümmetinin takdirine sunuyor. Kucağında İsa (a.s) ile Yahudi toplumunun karşısına çıkan Hz. Meryem, İsrailoğulları’nın asırlara uzanan saltanatlarının yıkılacağının habercisiydi. İşte bu devrimler de, ikinci yükselişlerinin doruğunda olan İsrailoğulları’nın hâkimiyetinin tekrar son bulacağının habercisidir[7].
Muhammed el-Buazizi’nin yaktığı ateş, son diktatör yandıktan sonra da yanmaya devam edecektir. Çünkü İsmail’in (a.s) diktatörlerine karşı başkaldıran çocuklarının yaşadığı sevinci, uzaktan Cebaliye’den, Han Yunus’tan, Rafah’tan, Beyt Hanun’dan, Cenin’den, Ramallah ve Kudüs’ten sevinçle birlikte hüznün ve umudun gözyaşları içinde izleyen mazlum kardeşlerinin olduğunu da hatırlayacaktır. Eğer İsmailoğulları, İsrailoğulları’nın Firavundan kurtulduktan sonra arsızlaştığı gibi yoldan çıkmayıp, Musa(a.s)’nın tabletlerini reddettiği gibi Kur’an’ı terk etmezlerse, 60 yıldan fazla Yahudi Devleti’nin 8] zulmü altında yaşamaya mahkûm edilen kardeşlerini kurtarma yolunda, Filistin’e girmek için Sina Çölü’nde 40 yıl beklemeyecektir. Çünkü el-Buazizi’nin bedenini yakıp ruhunu tutsaklıktan kurtardığı ateş, Rafah’tan, Ölü Deniz’den, Nebatiye ve Binti Cübeyl’den Filistin topraklarının içine doğru yayılacak ve Kudüs kapısında sönecektir.
Şüphesiz ki Allah, inançtan doğan sözlerle bilincini somutlaştıran müslümanların salih amellerini de kolaylaştırıp sağlamlaştıracak ve Filistin, Lübnan, Tunus ve Mısır’da olduğu gibi görünmez ordularla direnişlerini soyutlaştıracaktır.
[1] Arapça’da Yeter manasına gelen bu kelime, Mısır’da 2003’te, Irak işgaline karşı başlayan protestolardan alınan ilhamla Ekim 2004’te kurumsallaşan “Kifaye Hareketi”nden dolayı Tahrir meydanında sıkıça kullanılmıştır.
[2] Arapça’da sırasıyla “tamam”, “git” manasında kullanılırlar. Kifaye hareketinin ardından, Libya’da da “el-Halas” hareketi kurulmuştır.
[3] Şuara 227
[4] Burada Yemen ve Bin Salih’i dile getirilmemesinin nedeni şudur; Güney Yemen’in sahile yakın bölgeleri dışında Yemen Osmanlı’dan sonra işgal edilmemiş ve bağımsızlık savaşları –Güney Yemen dışında- yaşanmamıştır. Osmanlı’dan hemen sonra Zeydi lider Ömer Yahya 1924’ten 48’e kadar, 1962’ye kadar da oğlu Yemen’i yönetmiştir. Güney Yemen 1967’e kadar İngilizlerin işgali altında kaldı. Bağımsızlığını kazanınca kuzeyden ayrılıp Güney Yemen olarak yönetilmeye başlandıysa da 1969’ta yapılan komünist bir darbeyle beşli konsey tarafından yönetildi. Arap coğrafyasının komünist yönetimle idare edilen tek toprağı olan Güney Yemen, 92’de Kuzeyle birleşti ve Yemen bugünkü halini aldı. Ali Abdullah Salih, bu birleşmede aktif rol oynadı ve yaşanan ihtilaflar üzerine komünist yönetimin Yemen’i tekrar bölmesine izin vermedi. Bu yönüyle Bin Salih, diğer diktatörler gibi aynı kategoride ele alınamaz. Çünkü onun döneminde diğer diktatörlüklerde olduğu gibi, müslüman halka karşı dinlerinden dolayı bir baskı ve zulüm yaşanmamıştır, yine o diğer diktatörlerden farklı olarak Filistin Davasını açıktan savunmuş ve İsrail’e destek olmamıştır. Bu bağlamda Yemen’de bugünlerde düzenlenen gösteriler, Bin Salih’in devrilmesinden çok Yemen’in bölünmesini ve ulusalcı-sosyalistlerin Güney Yemen’e tekrar hakim olmasını tetikleyecek türdendi.
[5] A-li İmran 40, Zariyat 30
[6] A-li İmran 47, Meryem 21,
[7] İsra 4-7.
[8] “Yahudi Devleti” tabiri tamamiyle, Yahudilerin devlet tezini ortaya atan Teodor Herzl’in ve bu sözde devletin günümüzdeki başbakanı Netanyahu ile hükümetine aittir.
http://www.haaretz.com/news/diplomacy-defense/victory-for-israel-s-right-as-jewish-state-loyalty-oath-nears-vote-1.317565
Yorum Yap