Selek: 'Beni kurban seçtiler'
Sosyolog yazar Pınar Selek’in Mısır Çarşısı patlamasının ardından on üç altı yıl süren yargılama sürecinde son dava 5 Aralık Cuma günü İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşmada Cumhuriyet Savcısı Pınar Selek hakkında ağırlaştırılmış müebbet talebini yineledi. Bu davada üç kez beraat kararı verilen Selek, 'Beni kurban seçtiler' diyor.
11 Yıl Önce Güncellendi
2014-12-15 11:33:18

“Mutlu kadınlara dayanamayan bir iktidarla boğuşuyorum’’ demiştin. Şimdiki hissin nedir?
İktidar derken, hükümetten ya da belli bir örgütün iktidarından bahsetmiyorum, birbiriyle iç içe geçmiş sosyal ve politik tahakküm yapılarını kastediyorum. Feministler, işe, özel olanın politik olduğunu söylemekle başladılar, sonra politik-ekonomik yapıların sosyal iktidarlarla arasındaki güçlü bağları tek tek gösterdiler.
Bir tür cadı avı mı?
Bu yapılar öyle iki üç günde değişmez Balçiçek, dolayısıyla, daha uzun süre, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada birbirinden çok farklı cadı avları devam edecek. Bize düşen, mutsuz olma tuzağına düşmeden, bu maratonu koşmak. Her yana özgürlük tohumları ekerek...
Mısır Çarşısı senin için, cennetti, severdin, şimdi duyunca ne hissediyorsun?
Pek bir şey hissetmiyorum. Mısır Çarşısı özlediğim İstanbul’umun güzel bir parçası. Beni içine sokmaya çalıştıkları ama bir türlü de başaramadıkları bu mide bulandırıcı filmin adı bu ama tek bir karesinin bile güzelim çarşıyla bir ilgisi yok. Bu yüzden de filmi izlemiyorum bile. Birincisi vaktim yok, ikincisi ne yönetmenini ne yapımcısını tanıyorum.
Antimilitarist-şiddet karşıtı olduğunu söylüyorsun... Ama “öldürmek’’le suçlanıyorsun...
İlk dönemlerde çok zorlandığımı hatırlıyorum. Savunmamda uzun uzun anlatmıştım, dindar birisini içki kaçakçılığıyla ya da bir rahibeyi kadın satıcılığıyla suçlamak gibi bir şey. Dayanması bile çok zordu. Şimdi artık bu suçlamalar bana değmiyor bile. Çünkü ne kimse ne de kendileri inanıyor bunlara. Fakat açık ki bu yüzden ülkeme sevdiklerime kavuşamıyorum. Yine açık ki, beni kriminalize etmeyi başaramadılar ama bu tür suçlamalarla belli bir kesime hedef gösteriyorlar. Daha doğrusu olası bir şiddete gerekçe oluşturmaya çalışıyorlar. Bu tehlikeyi durdurmak hepinizin sorumluluğu.
Hapishane? Onca işkence? Nasıl başa çıktın Pınar? Yani “Bitti bu iş’’ mi dedin canını yaktıklarında “Neden ben’’ mi dedin?
Neden ben diye sormadım hiç. Bir feminist olarak, şiddete, tecavüze uğrayan kadınların “neden ben” sorusunu sormaması gerektiğini çoktan öğrenmiştim. Ayrıca daha ilk baştan beri kocaman tablonun küçücük bir parçası olduğumu biliyordum. Mesela, işkenceli sorgudan sonra cezaevine getirildiğimde, benim gibi, ellerini kollarını kıpırdatamayan yüzlerce insanla karşılaştım. 1998’de hâlâ sistematik işkence sürüyordu. Dolayısıyla işkence dehşetinin etkisinden başkalarının yaralarını görerek, yaralarımızı birlikte sarmaya çalışarak kurtuldum. Tabii bunun da ötesinde dayanışma en büyük güç kaynağım. Daha ilk günden beri hiç yalnız hissetmedim kendimi. Şu ya da bu şekilde değdiğim herkes 16 yıl boyunca taşımak zorunda olduğum ağırlığı benimle fazlasıyla paylaştılar. Mücadelemde, çalışmalarım, araştırmalarım sürecinde birbirinden çok farklı kesimlerle buluştuğum için, hiç yan yana gelemeyecek insanlar bu dayanışma etrafında buluştular. Bu buluşma zamanla çok büyülü bir süreç yarattı. Hele yurtdışında olduğumdan beri enternasyonal bir nitelik kazanan dayanışma halkaları, dünyanın her yerinde, özellikle Fransa’nın değişik illerinde kurulan platformlarla, muhalefet alanında yeni bir dinamik yaratıyor. Türkiye’ye mahkemeye gidiş gelişler yeni kapılar açıyor. Pek çok insan, sürekli bana teşekkür ediyor. Çünkü dayanışma başlı başına bir yol: hiç akla gelmeyecek buluşmalara, yeni projelere yol açıyor, insanların hayatını değiştiriyor.
Peki ya sen hapishaneyle ilk kez ne zaman tanıştın? 12 Eylül? Babanın gidişi mi?
Cezaevi kapılarında büyüdüm 12 Eylül döneminde büyüyen on binlerce çocuk gibi. Cezaevine ziyarete gitmek, bizim için hem canımız babamızı, demir parmakların arkasından da olsa, görmek hem de birbirinden güzel insanlarla karşılaşmak açısından önemliydi. Çocukluğumuzdan beri cezaevleri hayatımızın bir parçasıydı. Sadece babamın içerde olduğu beş sene içinde değil, daha öncesinde ve sonrasında sevdiğimiz yazarların, şairlerin hatıralarında, eserlerinde hep zindanlar vardı. Nâzım Hikmet’in bütün eserlerini çok küçük yaşta okuyunca da bunu öğreniyorsun. Düşünen, ülkesini, seven, eşitlik ve özgürlük isteyen insanların yolu bir şekilde zindanlardan geçiyor Türkiye’de.
‘BENİ KURBAN SEÇTİLER’
“Hedef seçildim” dedin, neden? Kürtleri araştırmaya başlayınca mı? Kimleri rahatsız ettin?
Bu konuda çok yazıldı çizildi. Sen de biliyorsun. Komplolarla, cinayetlerle, işkencelerle dolu çok karanlık bir dönemdi. Benim gibi pek çok araştırmacı, gazeteci korkunç suçlamalarla cebelleşmek zorunda kaldı. Ben daha ucuz kurtulabilirdim belki ama sanırım o dönemin komplocuları tarafından kurban seçildim. Mısır Çarşısı komplosu benim dışımda tezgâhlanan bir olaydı ve o süreçte araştırma yaptığım için beni kurban seçtiler. Üç kere beraat etmem, bu aygıtın tüm yargı sistemine egemen olmadığını ispatlıyor ama bu sürecin bu kadar uzaması, o dönem işbaşında olup bugün belki daha üst konuma gelmiş olanların korkusunu da gösteriyor. Demokrasi mücadelesi bir maraton. Ben bu maraton içinde ağır bir yükle koşmak zorundayım. Ama koşacağım. Çünkü ülkemi seviyorum.
Adalete inanıyor musun?
İnanıyorum tabii. Ama kurumların adaleti temsil etmediğini iyi biliyorum. Adaletin mücadeleyle, çalışmayla, insanlar, yurttaşlar tarafından kazanılan, yaratılan bir şey olduğunu. Yaptığımız şey bu.
Nasıl başa çıkıyorsun? Ben isyan ediyorum, başkaları isyan ediyor, sen etmiyorsun neden?
İsyan ediyorum ben de. Ama isyanım sadece kendimle ilgili değil. Dediğim gibi, kendimi kocaman tablonun bir parçası olarak gördüğüm için, bana vuran şiddet aygıtının diğer tahakküm aygıtlarıyla bağını kurduğum için isyanımı örgütlüyorum. Bu şiddetin beni belirlemesine, dilimi acılaştırmasına, mağdur psikolojisinin içinde boğmasına izin vermiyorum. Çocukken Diderot’nun “Kötülerle değil, kötülükle mücadele etmeliyiz” sözünü defterlerime karalardım. Hâlâ bana yön veriyor. İsyanını kötülere, insanlara karşı değil, kötülüklere karşı yönelttiğinde iyilikten besleniyor, mücadelende mutsuz olmuyorsun.
(Habertürk)
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Haber Ara