Meşhur bir söz vardır: Sinek küçük ama mide bulandırır.
Bazen küçük şeyler, birike birike büyür. “Damlaya damlaya göl olur”. Bazen küçük bir damla bardağı taşırır. O büyük füzeleri fırlatan küçük bir fünyedir.
Kibriti gözünüze çok yaklaştırırsanız arkasında kocaman bir ormanı kaybedersiniz.
Anlatacağım olay küçük, sıradan, basit bir olay, ama can sıkıcı. Bu olaylar yaygınlaşınca insanları canından bezdiriyor, öfkelendiriyor. O zaman bu küçük hadiseler, farklı eleştirileri de beraberinde getiriyor, bu küçük şeyler başka olaylar ve kişilerle ilişkilendirilince başka hikâyeler çıkıyor ortaya.
Geçenlerde yağmur yağdı. Hava birden soğudu. Gecenin karanlığında, trafikten kurtulup randevusuna kavuşmaya çalışan bir kardeşimiz, yan yola giriyor, fakat bir su birikintisinden geçerken arabanın ön tekerleri bir çukura düşüyor. Bir yandan yağmur yağıyor, öte yandan tek başına arabayı düştüğü yerden çıkarması mümkün değil. Belediyeden ilgili masayı arıyor. Onlar bir tamirat için taşeron firmaya verilen bir iş gereği açılan çukur olduğunu söylüyor ilgili masa. O birime yönlendiriliyor. İlgili birimi arıyor. Personel kalmadığı, dilekçe yazıp, şikâyetini kuruma iletmesini söylüyor.
Destek hizmeti veren kurumlardan bir destek alamayınca, inip aracının fotoğrafını çekiyor, arkadaşlarını yardıma çağırıyor. Arabayı çıkarıyorlar, aracı servise götürüyorlar.
Adamın randevusu yattı tabi. Arabasının önünde hasar var. Kasko yok.
Bir gün sonra idareye gidiyor, dilekçesini veriyor. Yolu kazmışlar ama bir işaret koymamışlar. Çünkü kazdıkları yeri toprakla doldurmuşlar, yağmur başlayınca toprağı sıkıştırmadan ve üstünü asfaltlamadan çekip gitmişler. Yağmur yağınca hem toprak çökmüş, hem de bir kısmı akıp gitmiş. Araç geçmek isterken de çukura düşmüş.
Bir gün sonra ilgili kurumun ilgili şefliğine gidiyorlar. Şef sözlü olarak konuyu dinlemek istemiyor. “Ne verecekseniz yazılı verin” diyor. Kendilerine yazılı cevap verileceğini söylüyor ama cevap verilmiyor. Tekrar ilgili kuruma gidiyor, şefe tekrar şikâyette bulunuyor. Şefin cevabı: “Bu kadar zaman geçmiş, yapacak şey yok. Mahkemeye gidin” diyor.
Yurttaş diyor ki, zararım 1000 lira kadar. Bir de araç birkaç gün tamirde kaldı. Dava açacak olsam harcı var, avukat parası, “dava iki yıldan önce bitmez” dediler. “Hani mahkeme temyize karar verse, onu tahsil etmek ayrı bir dert. CİMER'e yazsan, basına gitsen bu defa takarlar kafayı diye korkuyor insan. Memur da kendine göre haklı belki. Müteahhit, taşeron idarenin adamı ise, memur onu şikâyet ettiler diye işlem yapacak olsa, amiri ona hesap sorabilir. Peki, o zaman nasıl yanlış yapandan hesap soracağız, yapanın yanına kâr mı kalacak.”
Bakar mısınız, “Mahkemeye git”! O taşeron işini niye eksik yapıyor? Memur neden hesap sormuyor? Bu memlekette neden mahkemelerde kuyruk oluşuyor. Herkes birbiri ile mahkemelik, vatandaş devletle, devlet vatandaşla mahkemelik. O kadar çok mahkeme yetmiyor. Bir yandan da sürekli yasa yapılıyor ve yasalar sürekli değişiyor.
Bir ülkede ne kadar çok yasa varsa o ülkede özgürlükler o kadar az demektir.
Söz konusu şoför başına gelenleri anlatıyor, dert yanıyor. O anlatınca, başkası da kendi başından geçenleri anlatıyor. Herkesin bir hikâyesi var. Çoğu çözümsüz kalmış. İnsanlar anlata-dinleye dertleniyor. Söz sözü açıyor, “söz “tuzu kuru” birilerine geliyor. İhaleleri kimlerin aldığı, işlerin kaça maledildiği, işlerde yapılan yanlışlar, hileler konu ediliyor.
Biri inşaat yapmak için bir arsa alır, arsa bir süre sonra “yeşil alan” olur. Alan, aldığı fiyatın altında arsayı elden çıkarır. Ama kısa süre sonra aynı arsa tekrar imara açılır ve emsallerinden fazla kat verilir.
Bakın, bunlar “şüyuu vukuundan beter” hadiselerdir. Şüyuu bulan hadiseler, eğer çözümsüz kalırsa ekleme, çıkarmalarla benzer hikâyelerle zenginleşerek yayılıyor.
En kötüsü de muhatap bulamamak. Ve insanların artık şikâyet etmekten de korkar hale gelmesi.
Aslında, mesela illerde, ilçelerde, merkezde insan hakları, çevre ve tüketici kurulları var. Ya da Beyaz Masalar, CİMER var. Eskiden BİMER uygulamaları da vardı. “Açık Kapı” uygulaması var. Bilgi edinme hakkı var.
Bazı olaylar var ki, onların çözümsüz kalması bazen insanların umutsuzluğa düşmesine sebep oluyor. Mesela Muhsin Yazıcıoğlu, Hrant Dink, Uğur Mumcu, Hablemitoğlu, Eşref Bitlis gibi..
“Bir insana yapılan bir haksızlık bütün bir topluma yöneltilmiş bir tehdittir.” Yolsuzluk ve rüşvet, torpil iddiaları son derece sinir bozucu. Birileri aynı konudan ona dokunulmazken bir başkasına hesap sorulması da ayrı bir dert..
Bitmek bilmeyen tarla davaları gibi siyasi davalar var. Bir de yargıya karşı bağışık kişiler var sanki.
Bütün bunlar sinir bozucu, can sıkıcı şeyler. Mecelle kuralıdır: “Def-i mazarrat, celbi menafiden evladır”. Bir takım mazarratlar devam ederken, sürekli iyiliklerden söz etmenin bir faydası yok. Ateş düştüğü yeri yakıyor ve onların acısı çevrelerindeki insanların dikkatlerini o yöne çekiyor.
Bazen bu küçük olaylar çoğalınca insanların ufkunu karartabiliyor, tıpkı kibrit çöpünü gözünüze çok yaklaştırdığınızda arkasında bir ormanı kaybedebileceğiniz gibi. Aynen öyle, birçok önemli büyük hizmet, kovanın dibindeki küçük bir deliğin kovanın suyunu bitirmesi gibi, bu hizmetlerin içini boşaltıyor. İnsanlar gün geliyor, pire onları canından bezdirince yorganı yakmasına sebep olabiliyor.
Bari seçime giderken bu gerçeklerin göz önünde tutulması gerek. Aslında bu işin sadece bir seçim taktiği olarak değil, her zaman geçerli bir siyasi ahlak kuralı olarak her zaman aklımızda tutulması ve işlerimize yön vermesi gerek.
Selam ve dua ile.