Çankaya'dan Ak Saray'a, Jakoben Cumhuriyet'ten Muhafazakar Cumhuriyete
Adıyaman Üniversitesi öğretim üyesi Mustafa Çevik, Çankaya'dan Ak Saray'a uzanan politik ve düşünsel yolu Timetürk için değerlendirdi. İşte Mustafa Çevik'in yazısı:
11 Yıl Önce Güncellendi
2015-02-12 14:01:05
TİMETÜRK | HABER MERKEZİ | DOÇ.DR. MUSTAFA ÇEVİK* | @mustafacevikMC
Türkiye’nin Üç Siyasal Kıblesi Vardır: Mekke, Brüksel ve Taşkent. Bu saptama S. Huntingtun’a aittir. Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık geleneklerini ve Cumhuriyet dönemine etkilerini ifade etmek için böyle bir tanımlama yapar.
Osmanlıdan Cumhuriyete intikal eden bu üç siyasal eğilimden İslamcılık yenik düşmüştür. Türkçü ve Batıcı kadrolar Türkiye’de Türkçü ve Batıcı bir “ulus” var etme macerasına girmiştir. Elitist ve aşırı seküler Cumhuriyetçi kadronun esas omurgayı oluşturduğuve “Orta Asya” Türkçülüğünün de dolgu malzemesi olarak kullanıldığını söyleyebiliriz.
Bu doğrultuda Anadoluda dine ve manevi değerlere ait ne var ise dönüştürülmek istenmiştir. Biz buna Seküler/Batıcı Cumhuriyet diyoruz. Bu anlayış seküler Cumhuriyet projesi bağlamında Türkleri laikleştirmek, Alevileri Sünnileştirmek ve Kürtleri de Türkleştirmek gibi bir projeye kalkışmıştır.
Gün geldi, bu proje tersine döndü. Cumhuriyeti farklı bir kesim yönetmeye başladı. İslamcı veya Muhafazakar çevre. Artık Seküler / Batıcı Cumhuriyetten bir Muhafazakar Cumhuriyete geçiş mutlak gerekliydi. Çünkü Seküler Cumhuriyet vizyon, misyon, temsil ve kültürel kodları bakımından bu halkla sorunlu bir rejimdi, yerli değil yabancıydı.
Halkı zorla dönüştürmeye çalışan modernizm dayatmacılığı iflas etmişti.
Halkın, kıyafetini, dinini, dilini, alfabesini, tarihini ve topyekun kültürel kodlarını dönüştürmeye çalışırsanız bir yerden patlaması kaçınılmazdır.
“Yanlış hesap Bağdattan döner” hesabı Batıcıların halkı dönüştürme projesi tutmadı ve geri tepti.
Seküler/Batıcı cumhuriyet kadrosu ne Aleviyisünnileştirmiş, ne Kürtleri Türkleştirebilmiş ve ne de Sünnileri laikleştirebilmiştir.
Halkın iradesi iktidara yansıdığı müddetçe, bu ülkede Seküler/Batıcı cumhuriyet rejiminin bir “MuhafazakarCumhuriyet”e dönüşmesi kaçınılmazdır.
Bunun ilk işaretlerinden biri Seküler/Batıcı Cumhuriyetin sembolü olan Çankaya’nın “Aksaray” ile değiştirilmesidir.
Bu girişim aslında “Muhafazakar Cumhuriyet”e doğru yapılmış bir irade beyanından ve “besmele”sindenbaşka bir şey değildir.
Muhafazakar Cumhuriyet nedir? Türkiye’nin Batılı değerlere ve yaşam tarzına zorlanmasına ve halkın kültürüne, inancına, giyimine, diline ve dinine “bir an önce dönüştürülmesi gereken kabile yaşamı”muamelesi yapanlara itirazdır.
"Biz sizi Batılılaştıracağız" diyerek değerleri erozyona uğratan zihniyete karşı duruştur.
Bu halka ırkçılığı, kardeş kavgasını, mezhep ayrımını ve farklı dinden olanları asimile etmeyi “din adına” meşrulaştırmaya çalışan aşırı laikçi ve sekülarist yaklaşıma karşı duruştur Muhafazakar Cumhuriyet.
Muhafazakar Cumhuriyet ülkenin Brüksele ve Taşkente çevirilmiş kıblesinin dönüştürülmesi ve esas yoluna konulmasıdır.
Evet halifelik İslamın şartı değildir. Ancak halifeliği kaldırıp halka “Kabe Arabın olsun/Bize Çankaya yeter” diyen zihniyetin meydan okuması da her Müslüman için yeterince inciticidir.
Serdengeçti’in “Mabetsiz Şehir” dediği Ankara’da Çankaya’ya bir mabet anlamı yüklemek Batıcı/Seküler Cumhuriyetin aslında bir meydan okumasıydı. Bu yaklaşımı birkaç dönem CHP’de milletvekilliği yapmış Kemalettin Kamu’nun“Çankaya” isimli şiirinde net bir şekilde görüyoruz: “Burada doğdu Gazi, Burada yandı mazi. Burada erdi Musa; Buradan uçtu isa. Ne örümcek, ne yosun, Ne mucize, ne füsun; KabeArabın olsun, Çankaya bize yeter!”
Ankara/Çanykaya’da yandı denilen MAZİnin bu halkın değerleri, inançları ve yaşam tarzı olduğu çok açık.
Bütün geçmişini yaktığınız bir milletin birgün buna itiraz edebileceği beklenmeliydi elbette. Çünkü halk(ın)a kafa tutan hiçbir anlayış, lider ve düşünce uzun süre yaşayamaz.
Ulusalcı ve aşırı laikçiler “sistemi” dönüştürme girişimine karşı Erdoğan’ı suçlayıp durmak yerine “nerde yanlış yapıldı” deyip düşünmesi gerekir aslında.
Çünkü Erdoğan olmasa da bu dönüşüm kaçınılmaz olarak beklenmeliydi. Ülkenin çoğunluğunun inancını, dilini, kültürünü, mezhebini inkar eden bir anlayış onların vergileriyle elde ettiği devlet gücü baskı unsuru olarak ne kadar sürdürebilir ki?
Başta da belirttiğimiz gibi dindara dinini, Kürtlere dilini ve Alevilere mezhebini yasaklayan bir anlayış -bu millete- yabancı bir anlayıştır, yerli değildir.
Değerlerini ve kimliğini koruyup yaşatan ve demokrasi kültürünü benimseyen bir Türkiye ancak bölgede örnek ve lider bir ülke olabilir. Bu da dayatmacı ve jakoben bir “seküler demokrasi” iledeğil halkın kültürel kodlarına yakın bir “muhafazakar demokrasi” ile mümkündür.
Sistemi dönüştürmenin yolu nasıl ki onun sembolleriyle başlamış ise aynı yöntemle de yeniden dönüştürülecek gibi görülüyor.
Ak Parti’nin başkanlık sistemi yoluyla yapmak istediği bu dönüştürme projesinin sancılı ve tartışmalı geçmesi kaçınılmazdır. Çünkü sistemin sinir uçlarına dokunacak bir dönüşümdür bu.
Şimdiye kadar Türkiye’de iktidarlar “yol yapıp su getiren” hizmetçilerden öteye bir role uygun görülmemişler. Hükümetlere dümen teslim edilmemiştir. O nedenle kim iktidara gelirse gelsin belli ekonomik, siyasal ve elit çevrelerin ilişkileri ve çıkarları sürekli olarak korunmuştur.
İlk defa bu ülkeyi ben yöneteceğim diyerek dümene geçmek isteyen bir irade ile karşılaştı Türkiye. Bu değişimin ve dönüşümün refleks ile karşılaşması olağandır.
* Adıyaman Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi'nde öğretim üyeliğine devam eden Doç.Dr. Mustafa Çevik, halen pek çok bağımsız yayın organında yazılarını yayınlamaktadır.
SON VİDEO HABER
Haber Ara