Savaşın mağduru kadınlar
Yeni Şafak gazetesi yazarı Merve Şebnem Oruç bugünkü köşe yazısında Nizip'te Mülteci Kampında yaşan Suriyelilerin dramını yazdı.
11 Yıl Önce Güncellendi
2014-11-14 11:52:53
Adı Aadila. İki yıldır Nizip’te Mülteci Kampında yaşıyor. Memleketi İdlib›de evinin de bulunduğu sokağa Esad rejiminin hediyesi bir varil bombası düşünce kaçıp Türkiye’ye sığınmış. ‘Evimiz, arabamız, dükkanımız, her şeyimiz vardı,’ diyor, ‘artık hiçbir şeyimiz yok.’ Sekiz çocuğuyla 40 metrekarelik bir konteynırın içinde yaşama tutunmaya çalışıyor. ‘Yine de,’ diyor, ‘Suriye’yi düşününce burası bir Paris...’
Adı Ciwan. 10 gün önce IŞİD geliyor demişler, hiçbir şeyini alamadan, olduğu gibi Suriye’den kaçmış, beş çocuğuyla beraber sınırı kaçak geçmiş ve Gaziantep’e gelmiş. Şehrin kenar sokaklarında buldukları soğuk bir depoda yaşamaya çalışıyor. Buz gibi akşam çökerken deponun kapısını kaldırınca çıplak ayaklarıyla üstünde komşuların verdiği kıyafetlerle karşınıza çıkan bebelerin babası, iş aramak için çıkmış, henüz dönmemiş. Normalde bir aylık kirasının en fazla 50-60 Türk Lirası olduğu söylenen depoda, 250 Türk Lirası’ndan kiraladıkları depoda başka bir aileyle birlikte kalıyorlar. Isıtıcı yok, koltuk yok. Tuvaletle mutfak olarak ayırılmış yer aynı alan. Ama hayattalar.
Adı Beyan. Babası Kobani’de başına bir şey gelmesin diye onu evlendirdiğinde 15 yaşındaymış. ‘Okuldan gel,’ diye haber göndermiş, ‘kuzeninle evleniyorsun.’ 10 gün önce kocasını keskin nişancılar öldürünce kardeşinin peşine takılıp Türkiye’ye gelmiş. Gaziantep’in arka sokaklarında sığındığı deponun çuval ve naylonla ayrılmış bir göz odasında bebesiyle kalıyor. ‘Manavımız vardı’ diyor, ‘bahçemiz vardı. Tarlamız vardı. Şimdi kış geliyor. Battaniyemiz bile yok’
Adı Leyla. Yüzünün bir yarısında şarapnel yarası. Kilis›te üçüncü kez ameliyat olmuş, iyileşmeyi bekliyor. Halep’ten kaçmış gelmiş. Yolda yürürken düşen bombanın parçaları, yanıbaşındaki çocuğu öldürmüş, onun yüzünün yarısını sıyırmış geçmiş. Yanındakiler olayı anlatırken tekrar o anı yaşarmış gibi irkiliyor, önce gözleri kocaman oluyor, yere bakıyor, göz pınarları doluyor.
Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) ile Gaziantep Belediyesi’nin düzenlediği Savaşın Mağduru Kadınlar paneli için bulunduğumuz Gaziantep, binlerce yürek parçalayan, göz yaşartan hikaye ile dolu. Dört paragrafa dört kadının ve onlarca insanın hikayesi de acısı da sığmıyor. Peki mülteci kamplarında, Gaziantep’in varoşlarında, Kilis’in arka sokaklarında, İstanbul’un arka mahallelerinde gördüğümüz yaşamlar, dinlediğimiz hayatlar, Suriye’deki gerçeğin ne kadarını anlayabilmemizi sağlıyor? ‘Savaşın Mağduru Kadınlar’ panelinin konuşmacılarından Nevzat Çiçek bunu şu cümleyle özetliyor: “Suriye ne Ruanda, ne Bosna... Ben acıdan deliren anneyi ilk defa Suriye’de gördüm.”
Tarihten anektodlarla, eski iç savaş alegorileriyle, harcanan dolarlarla, eurolarla ve hatta ölüm istatistikleriyle anlatılamayacak bir acı, bugün bu dünyada yaşanıyor. Ve bugün IŞİD’in nasıl bir tehlike olduğunu konuşarak tüm acılara gözlerini kapatan dünya insanın acıdan delirebilmesinin nasıl bir trajedi olduğunu göremiyor. Bugün Suriyeli kadınların babaları tarafından erken yaşta evlendirilmesine üzülen dünya, o babanın o sırada evlatlarını öldürülmekten, aç kalmaktan veya kaçırılmaktan veya tecavüze uğramaktan koruyabilmek için maksimum eforu sarfederken bir umutla böyle bir çözüme sarılabileceğini göremiyor. Bu işin çözümünün’ maalesef insani yardımda değil, politikada olduğunu’ söyleyen Birleşmiş Milletler temsilcileri, topu Amerika’ya, Türkiye’ye, İran’a atıp sıyrılırken, esasen BM’nin bu yapısının, bu kafasının, bu politikasının Suriyeli insanları bu kadar çaresiz, insanlığı bu kadar çapsız hale getirdiğini görmediğimizi sanıyor.
Adı Evin. Öncüpınar sınır kapısında Afrin’e gidebilmek için bekliyor. Rejim pasaportunu alalı çok olmuş. Elinde bir kimlik fotokopisi, sınırı geçememekten korkuyor. Komşuları evinde yabancılar oturuyor diye haber gönderdiği için yollara düşmüş. ‘Korkmuyor musun’ diye sorulduğunda, ‘Korkuyorum. Ama orası benim evim,’ diyor, ‘Zaten her gün ağlıyorum, bari yollarda ağlayayım.’ Bir oğlu var, Lübnan’a gitmiş, ‘Hele bir gideyim, seni de aldıracağım’ demiş. Üç yıl olmuş, oğlunu göremiyor.
Hani diyorlar ya, ensar olmanın esrikliğinden muhacir olanın durumuna yabancılaşanlar, ‘Onlar gitmeyecek, gitmek istemeyecek, burada kalacak.’ Velev ki öyle, bundan ne çıkar; ve fakat Suriyeli kadınlar, her şeye rağmen, ‘İlle de vatanım’ diyor. Çünkü açılan yaralarının zamanla kabuk bağlayabileceği, birbirlerinin yaralarını sarabilecekleri tek bir yer var. İşte bu yüzden, her türlü aşağılamaya, hor görmeye rağmen, o kadınlar onurlarını ve umutlarını koruyor, ‘Suriye...’ diyor susuyor ve dua etmeye başlıyor.
SON VİDEO HABER
Haber Ara