Kaş açıklarında bulunan M.Ö. 14. yüzyıla ait ticaret teknesi Uluburun'da yapılan kazılarla tüm dünyanın dikkatini üzerine çeken Türkiye, tespit edilen yüzlerce batık ve antik kentini korumakta güçlük çekiyor. Su altı kazıları ve konservasyon işlemlerinin maliyetinin çok yüksek olması ve hırsızlık olabileceği endişesiyle batıkların bulunduğu alanlar dalışa yasak bölge ilan ediliyor.
Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri Fakültesi tarafından yürütülen Türkiye Batık Envanteri Projesi'ne destek olan Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı'nın (TINA) yönetim kurulu başkanı Oğuz Aydemir, yapılan bilimsel çalışmaların Türkiye'nin su altı zenginliği açısından dünyanın bir numaralı ülkesi olduğunu ortaya koyduğuna dikkati çekti.
Türkiye denizlerinde tarihin her döneminden kalan ve dalınabilir derinlikte çok sayıda batığın bulunduğunu anlatan Aydemir, su altı arkeolojisinin Türkiye'nin kültür turizmine en büyük hizmeti verebilecek potansiyelde olduğunu söyledi.
Batıkların saptandığı bölgelerin güvenlik kaygıları nedeniyle dalışa yasak bölge ilan edildiğini, ancak bu önlemlerin batıkları korumak için yeterli olmadığını ifade eden Aydemir, şöyle konuştu:
"Çünkü bu batıkları sürekli kontrol etmek pek mümkün değil. Maalesef kaçak dalışların önüne geçilemiyor. Dünyada batıklarını koruyarak turizme açan çok sayıda ülke var. Örneğin su altı zenginliği bizimle kıyaslanamayacak düzeyde olan Hırvatistan'da çok akılcı bir yöntem uygulanıyor. Arkeolojik çalışmaları tamamlanmış ama halen suyun altında olan batıkların etrafını çelik kafeslerle kapatarak lisanslı dalış okulları nezaretinde dalış imkanı sunuyorlar. Bunu Türkiye'de de gerçekleştirebiliriz. Bakanlık, gönüllü kuruluşlar ve akademisyenler bu konuda bir çalışma yapabilir. Bir çok batık gözde turizm merkezlerine yakın konumda. Bunların kültür turizmine mutlaka kazandırılması gerekiyor."
Bu kapsamda Urla'da hizmete giren Mustafa Vehbi Koç Deniz Arkeolojisi Araştırma Merkezi'nin su altından çıkarılacak eserlerin konservasyon ve depolanması için özel imkanlarla donatıldığını da kaydeden Aydemir, bu merkezle birlikte yeni projelerin gündeme taşınabileceğini ifade etti.
-"Bir Osmanlı batığımız bile yok"
Aydemir, TINA olarak özellikle bir Osmanlı batığının çıkarılmasını hedeflediklerini de anlatarak, "Bugüne kadar bir Osmanlı batığını çıkararak bilimin hizmetine sunmak mümkün olmadı. 16. yüzyılda Akdeniz'e hükmeden bir deniz gücünün bugün tek bir örneğini dahi sergileyemiyoruz. Bizim de bu denizde sözümüzün geçtiği döneme ait güzel bir örneği sergilemeyi diliyoruz" dedi.
Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu Başkanı İnkılap Obruk ise koruma amacıyla dalışa kapatılan batık ve antik kentlerin sahipsiz kaldığını, kaçak dalışlarla bu eserlerin tahrip edildiğini savundu.
Obruk, şu bilgileri verdi:
"Batıkların kazısı yapılıp müzeye gidecek objelerin çıkarılmasının ardından kalıntısının gezdirilmesi dünyada bir gelenek. Ancak bunu yetkililere anlatamadık. 'Burada batık var dalış yasak' dendiği zaman o batık 3-5 yılda soyuluyor. Bunu önlemek mümkün değil, ne Sahil Güvenlik ne de biz tespit edebiliyoruz. Sadece çalma anlamında değil batık üzerindeki bir amforanın dahi yerini değiştirirseniz hikayeyle oynarsınız."
- Dünya çapında tanıtım fırsatı
Türkiye'nin dalış turizmi anlamında tropik iklim kuşağında bulunmaması nedeniyle Kızıldeniz gibi zengin doğal güzelliklere sahip olmadığını ancak dünyada olmayan bir batık zenginliğinin yer aldığını ifade eden Obruk, "Örneğin Bodrum'daki Yassı Ada kıyılarında farklı dönemlerden üst üste batıklar var. Bir kaç yıl önce Dünya Sualtı Görüntüleme Şampiyonası'nı organize ettiğimiz sırada bakanlık denetiminde bir defaya mahsus fotoğraf amaçlı görüntüleme yapma talebimiz dahi kabul edilmedi. Halbuki ekip içinde dünyanın önde gelen kurumları için çalışan insanlar vardı. Türkiye adına müthiş bir tanıtım fırsatını kaçırdık" diye konuştu.