Dolar

42,5315

Euro

49,6187

Altın

5.779,92

Bist

10.918,51

Küresel İsrail sorunu ve Türkiye'nin tepkisi

3 Ay Önce Güncellendi

2025-09-07 16:59:05

Dr. Mehmet Babacan

Geçtiğimiz haziran ayında tansiyonu giderek artan İran-İsrail gerilimi bütün dünyanın gözleri önünde sıcak bir çatışmaya doğru evrilerek Ortadoğu bölgesinde yıllardır iki aktör arasında beklenen savaşı uluslararası sistemin gündemine taşıdı. Keza vekil unsurlarını adım adım ve tek tek zayıflattığı İran'ı doğrudan stratejik noktalarını hedef almak suretiyle vuran Netanyahu yönetimi seneler önce (2003'te) Saddam rejimine karşı yaptığı gibi yine Washington'u da kışkırtarak ve denkleme dahil ederek bir kez daha bölgeye doğrudan müdahale etmesi yönünde ikna etmeyi de unutmadı. Neyse ki Trump yönetiminin Tahran'a müdahalesi “sınırlı”, “stratejik” ve “bölgesel mühendislik” prensipleri esasında şekillendi. Lübnan, Filistin (Gazze ve Batı Şeria), Yemen, Suriye ve son olarak İran düzleminde sürüp giderken keyfe-keder ve pervasız bir biçimde gerçekleşen Tel Aviv'in bu revizyonist, agresif ve hukuk-dışı saldırıları çoktan ateş çemberine dönüştürdüğü bölgede nereye kadar sürecek? “Arz-ı mevud” ve “Eretz Israil” gibi ütopik, dogmatik ve mistik temellerden beslenen İsrail terörünün son durağı neresi olacak? Netanyahu ve ekibi senelerdir çok-boyutlu bir abluka (kara, hava ve deniz) altına alarak “yeryüzü cehennemine” ya da dünyadaki en büyük “açık hava hapishanesine” çevirdikleri Gazze Şeridinde yüzyılın gördüğü en büyük insani felaketin mimarı olmaktan haz mı duyuyor (?) yoksa adeta “Holokostu” tekrar etmekle ve geçmişin intikamını Filistinli Araplar üzerinden almakla ruhunu mu tatmin ediyor? İnsan sormadan ve düşünmeden edemiyor doğrusu…

Tarihinin en sağcı hükümeti ile yönetilen İsrail'de bariz bir toplumsal kutuplaşma ve Gazze Şeridine yönelik kapsamlı kara harekâtına karşı öteden beri yükselen güçlü bir siyasal ve sosyal muhalefet bulunmasına rağmen Netanyahu ve savaş kabinesi, Washington'dan aldığı destekle 7 Ekim 2023'ten sonra başlattığı katliam ve soykırımı üstüne koyarak ve artırarak devam ettirmekten çekinmiyor. Nitekim Gazze'nin tamamen işgalini öngören son safhaya geçmiş bulunan İsrail ordusu (IDF) bunu bütün dünyanın gözü önünde çekinmeden, uluslararası hukuku çiğneyerek ve tüm İnsani, vicdani değerleri de ayaklar altına sererek gerçekleştiriyor. Uluslararası medya, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, aktivistler ve yayın organları bir “küresel intifadayı” ateşlese de bunların hiçbiri İsrail'i ve kana susamış zalim Netanyahu ve aşırı sağcı ekibini durdurmaya yetmiyor. Uluslararası sistem Batılı liberal değerlerden hızla uzaklaşıp başka bir yöne doğru dönüşürken bu dönüşüme “küresel lidersizlik krizi”, “algıların gerçeğin yerini alması (pos-truth)”, “hibrit tehditler” gibi bir sorunlar/problemler kümesi yanında aynı zamanda sistemin tümünü tehdit eden bariz bir “İsrail sorunu” eşlik ediyor.

İsrail'in bölgesel güvenlik ölçeğini aşıp küresel bir güvenlik sorununa dönüşmesinin izahı çeşitli açılardan ve perspektiflerden izah edilebilir. Keza en başta akla gelen İsrail'in uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayarak sistemi ve sistemik güvenliği normatif ve hukuki açıdan tahrip etmesidir. Tel Aviv yönetiminin Gazze ve Batı Şeria'da uyguladığı orantısız ve ölçüsüz şiddet temel insan haklarını hiçe sayması yanında Gazze'de gittikçe ağırlaşan insani felâket çoktan bir soykırıma dönüşmüş durumda. Bu noktada akademik çevrede sıklıkla anlatılan bir olayı burada anlatmaktan geçemeyeceğim;

“Uluslararası hukuk alanına katkılarından dolayı şükranla andığımız Prof. Sevin Toluner 2006 yılında İstanbul Üniversitesinin bahçesinde kendisi için düzenlenen emeklilik töreninde konuşma yapması için kürsüye davet edilir. O yıllarda ABD'nin Irak'ı işgali devam etmekte ve Telafer bombalanmaktaydı. Tıpkı şimdi olduğu gibi tüm dünya sus-pus iken uluslararası hukukun esamesi bile okunmuyordu. Toluner Hoca sırada gündemde olan ABD'nin Irak'ı gayrımeşru bir biçimde işgale girişmesine ve dahası hukukun ayaklar altına alınmasına olan tepkisini dile getirir ve acı bir biçimde şunları söyler; Gençler ömrüm boşa geçti. Benim yaptığımı yapmayın. Uluslararası hukuk diye bir şey yok. Olmayan birana bilim dalına ömrümü adadım.”

Aradan geçen yılların ardından İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği katliam ve soykırımı düşünecek olursak pek bir şeyin değişmediğini acı bir biçimde görmekteyiz.

Batılı algıların ve akademik literatürün kavram ve dil dünyamıza yerleştirdiği “Filistin Sorununun” aksine ortada var olanın bir “İsrail sorunu” olduğu ve hem de bölgeyi ve bir bütün olarak sistemi tehdit ederek gerçek bir güvenlik problemine dönüşen İsrail'in yukarıda bahsettiğimiz Yahudi inancı temelindeki saldırgan ve yayılmacı emelleri herkes tarafından bilinen bir gerçek. Ortadoğu'yu ateşe atma pahasına Netanyahu kabinesinin savaş planları Yahudi Lobisinin muazzam etkisi altındaki Washington tarafından sınırsızca desteklendiği sürece bu mezalim nasıl türlü durdurulacak ki (?)

Keza geçtiğimiz Mart ayında Antalya'da düzenlenen “Diplomasi Forumuna” katılan ABD'li ekonomist Jeffrey Sachs, “Batı Şeria ve Gazze'deki savaştan da ABD hükûmeti ve müttefiki İsrail sorumludur. İsrail'in kendi başına bir gün bile sürdüremeyeceği savaşlar Amerika'nın savaşlarıdır. ABD para, asker, istihbarat ve silah verir. Eğer ABD'nin desteği olmasaydı İsrail Gazze'de soykırım yapamazdı. Bu destek siyasetle sınırlı değildir. ABD Gazze'deki saldırılarda doğrudan yer almakta ve fiilî saldırılarda İsrail'le iş birliği yapmaktadır.” ifadelerini kullanmamış mıydı? 7 Ekim-Aksa Tufanı sonrasında başlattığı kapsamlı harekâtın Lübnan, Güney Suriye ve en son İran ile yayılarak devam etmesi Tel Aviv'in bariz bir biçimde savaşı bölgeselleştirme ve genişletme eğiliminin bir yansıması. Uluslararası hukuk tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar çiğnenirken Batılı başkentlerden art arda gelen “Filistin'i devlet olarak tanıma” kararlarının açıklanması ne kadar sahici ve somut olarak bölgede yaşanan katliam ve soykırımı durdurmakta ne kadar etkili (?) o da ayrı bir tartışma konusu.

Uluslararası Adalet Divanı'nın (ICJ) Netanyahu hakkında verdiği mahkûmiyet kararının yanı sıra geçtiğimiz gün İstanbul'da toplanan Dünya Müslüman Alimler Birliği açıkladığı deklârasyonda “soykırım suçlarıyla mücadele etmek ve siyonist yayılmacılığın önünü kesmek amacıyla İslami-insani bir ittifakın oluşturulması zaruretini” de vurgulanmıştır. Daha önceki sivil aktivist girişimlerin bir devamı niteliğinde olan “Sumud filosu” İsrail'in Gazze ablukasını kırmak için İtalya'dan yola çıktı ve yoluna devam ediyor. Bütün bunlar küresel bir İsrail sorununun varlığının işareti yanında bu sorun karşısında gerçekleştirilen girişimlerden sadece birkaçı…

Yukarıda İsrail terörüne karşı verilen tepkilerin, Filistin'i devlet olarak tanıma kararlarının ve küresel intifada hareketlerinin Gazze'deki kıyımı durdurmaya yetemediğini ve katil İsrail ordusunun işgale tüm vandallığıyla devam ettiğini ifade etmiştik. Bunun yanında kimi analistler 2025 sona ermeden bu yılın son çeyreğinde ikincisinden daha şiddetli ve yıkıcı bir İsrail saldırısının İran'a doğru yaklaştığını ifade etmekte. İsrail'in Suudi Arabistan'la normalleşme ve Riyad'ı da Abraham/İbrahim Anlaşmalarına dahil etme çabalarının zirveye ulaştığı bir dönemde gerçekleşen Aksa Tufanı Operasyonu Ortadoğu'daki tüm dengeleri alt üst ederek “İsrail'in yenilmezliği” mitini kırarken MOSSAD'ın ve dolayısıyla Tel Aviv'in prestijini yerle bir etmişti. Netanyahu yönetimi biraz da bu algıyı düzeltmek ve halk gözünde yeniden meşruiyet kazanabilmek için Gazze'deki şiddet dalgasını bu denli artırmıştır. Tabii iç siyasete ilişkin olarak Netanyahu'ya yöneltilen suçlamalar ve açılan davalar yanında iktidarı kaybetmeme güdüsünün etkisini de yok saymamak lâzım.

Diğer taraftan 7 Ekim saldırısı bölgedeki revizyonist emellerini gerçekleştirerek “Yeni Ortadoğu'yu (The New Middle East)” yaratma peşinde olan Tel Aviv'e bölgesel ölçekte revizyon için aradığı fırsatı vermiş, İsrail ordusu Körfez'den Doğu Akdeniz'e kadar uzanan geniş bir jeopolitik hat boyunca savaşı genişleterek İran ve vekillerini baskı altına almıştır. Yine Haziran ayında gerçekleşen “12 Gün Savaşı” esnasında bölgedeki Müslüman ülkeler için “İsrail karşısında susarak sıranın kendilerine gelmesini bekleyen kurbanlıklar” benzetmesi yapılırken Kassam Tugayları sözcüsü Ebu Ubeyde Gazze'deki katliam ve soykırım karşısında bölgesel aktörlerin suskunluğunu ise “Yahudilerle savaşıyoruz, Müslümanlarla imtihan oluyoruz” sözleriyle betimlemiştir.

Özelde Hamas'ın genelde ise Filistinlilerin ve tüm bölgenin bu kanıya açtığı tek parantez Türkiye için geçerliyken özellikle uluslararası platformlarda 2023'ten bu yana İsrail'in gerçekleştirdiği Gazze'deki insanlık-dışı harekata karşı çıkan ve Güney Afrika ile beraber Uluslararası Adalet Divanında İsrail aleyhine açılmış olan davaya dahil olan Ankara insani yardımların bölgeye ulaştırılması için tüm imkânlarını seferber etmiştir. Hava sahasını Tel Aviv'in bütün uçaklarına kapatan ve İsrail ile ticareti durduran Türkiye geçmişte olduğu gibi yine Gazze halkının yanında olarak tarihin doğru tarafında konumlanmıştır. Suriye'de devrimin gerçekleşmesi ve istikrarın sağlanması noktasında büyük katkıları olan Ankara'nın Tel Aviv'in bu ülkedeki güvensizlik yaratan ve istikrar bozucu eylemlerinin farkında olarak yaptığı uyarılar da unutulmamalıdır. Nitekim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan; “İsrail'in Gazze başta olmak üzere Filistin'de pervasız saldırılarına devam etmesine izin verilirse bu sadece Filistinlilerle kalmaz bütün bölgeyi ateşe atar.” ifadelerini kullanmıştır. Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan ise İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği işgalin insanlık-dışı ve terörize yöntemlerle bir soykırıma dönüşmesine değinmiş ve “Netanyahu denilen gaddarın, kafirin o kıyımına asla seyirci kalamayız” sözleriyle tepkisini dile getirmiştir.

Tüm Yazıları

SON VİDEO HABER

Bakan Bayraktar: Enerji filomuzun 6'ncı gemisi Türkiye'de

Haber Ara