Dolar

42,5244

Euro

49,6460

Altın

5.778,18

Bist

10.926,08

İİT-Arap Ligi olağanüstü zirvesi: Sahadan masaya yansıyanlar

3 Ay Önce Güncellendi

2025-09-16 15:46:47

Dr. Mehmet Babacan

İsrail'in Hamas'la olan diplomatik görüşmelere ev sahipliği yapan ve bölgede “arabulucu” ve “tarafsız” konumuyla öne çıkan körfez ülkesi Katar topraklarında gerçekleştirdiği terör saldırısı tüm bölgede dengeleri yeniden alt-üst ederek ortaya çıkardığı sonuçlarla hem Körfez'de hem de bölgesel ölçekte yeni güvenlik parametreleri inşa etmiştir. Az ve öz olarak ifade etmek gerekirse 9 Eylül tarihindeki “Doha Saldırısı” ile İsrail'in diplomatik, siyasi ve ahlâkî hiçbir değeri gözetmeyen bir devlet olduğu genel-kabul görmüş ve istediği zaman ve şartlarda bölgenin herhangi bir ülkesine pervasız saldırılar düzenleyebileceği inancı giderek yaygınlaşmaya başlamıştır. Öte yandan ABD'ye sağlanan muazzam finansal kaynaklar karşılığında güvenliklerini bu ülkeye emanet eden pragmatist körfez monarşileri açısından Washington'un sağladığı “güvenlik garantileri” açık bir biçimde tartışılır hale gelmiştir. İsrail söz konusu olduğunda Trump yönetiminin aralarında müttefiklik ilişkisi bulunan ve yıllardır istikrarlı ilişkilere sahip olduğu siyasal sistemleri dahi gözden çıkaracağı ortaya çıkmıştır.

Ortadoğu ve İslam ülkelerinin her ne kadar pragmatik ilişkiler geliştirseler de İsrail'in ABD ve Batılı müttefiklerinden aldığı istihbarat ve mühimmat desteğiyle yeri geldiğinde Körfez'deki dostlarını ateşe atmaktan çekinmeyeceği “bir musibet bin nasihatten iyidir” Türk atasözünü akıllara getirir bir biçimde bölgedeki Arap ülkeleri arasında bir konsolidasyon başlatmıştır. Bu saldırı aynı zamanda daha düne kadar “İran tehdidi” gerekçesiyle peşin düşüp sıralandıkları (bandwa-goning) Tel Aviv'in yayılmacı Siyonist emelleri uğruna her an ihanet edebileceğini akıllara getirmiştir. Öyle ki özellikle Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Mısır gibi İsrail'le Arap Devrimleri kapsamında yakın ilişkiler geliştiren bu devletler Mısır'daki Mursi yönetimini yine İsrail öncülüğünde bir istihbarat operasyonu gerçekleştirerek devirmişler, Libya, Suriye ve Doğu Akdeniz'de Türkiye karşıtı bir tavır takınmışlar, hatta 2017'de Katar'ı yalnızlaştırarak sistem-dışı bırakmaya çalışmışlardır. Ancak günümüz itibarıyla gelinen noktada Gazze'de gerçekleştirdiği soykırımın ve insanî felâketin ulaştığı boyut yanında Lübnan, Suriye ve Filistin düzleminde süregiden yayılmacı politikaları ile Yemen, Irak, İran, Tunus gibi geniş bir ölçeğe yayılan saldırı ve haydutlukları arşa çıkan, yaktığı ateş cürmünden çok fazla bir terör devleti karşımıza çıkmaktadır. Mevcut durum ve çerçeve terör devleti İsrail'le İbrahim Anlaşmalarına katılarak normalleşmeyi düşünen Riyad'dan Katar'ın yanında yer alarak İsrail'e tehditler savunan bir Riyad'ı doğururken, Hamas üyelerinin bulunduğu ve Katar gibi diplomatik görüşmelere aracılık eden endişe içerisindeki bir Mısır'ı doğurmuştur.

Bahse konu konjonktür revizyonist, saldırgan ve hukuksuz politikalarına daha önce gereken tepkiyi göstermedikleri için İsrail karşısında giderek pişmanlık yaşayan ve diplomasiden sert güç unsurlarına, ekonomik yaptırımlardan boykota kadar geniş bir ölçekte alınması gereken tedbirleri tartışan bölgesel bir konsensüs üretmiştir. Katar'ın yaşadığı saldırının körfez sistemindeki ABD-müttefiki diğer bir Arap monarşisinin ya da Kahire'nin yaşamayacağının mevcut şartlarda hiçbir garantisi yoktur. Bu durum karşısında Katar'da olağanüstü toplanan İslam İş birliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Ligi Zirvesi önemli bir diplomatik girişim olarak konumlandırılmaktadır.

Türkiye'nin Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ile en üst düzeyde katılım gösterdiği bu zirve İsrail'in bölgede bariz bir istikrarsızlık unsuru olarak acil çözüm önerileri gerektiren politikalarına karşı engel olunması gerçeğinin Ortadoğu devletler sisteminde artık somut bir realiteye dönüştüğünü ispatlamaktadır. Ortadoğu siyasal sisteminde geçmişten günümüze “dengeleyici”, “oyun kurucu” ve “barışçı diplomatik” rolü ile öne çıkan Ankara, bu zirvede ortaya koyduğu tedbirler ve politikalar ile bir kez daha doğruları dile getirmiş ve Filistin'de akan kanın sorumlusu olarak Netanyahu rejimine karşı ciddi yaptırımları öne sürmüştür. Bu kapsamda Başkan Erdoğan'ın da ifade ettiği gibi bu zamana kadar eylemleri ve hukuksuzlukları karşısında “caydırıcı”, “tepkisel” ve “ciddi” yaptırım ve hamlelerle karşılaşmamış olmanın verdiği cesaret ve haydutlukla bütün Ortadoğu'yu istikrarsızlaştıran İsrail karşısında İslam dünyası önleyici güç, dirayet ve imkânlara sahiptir. Netanyahu yönetimi ABD'den sağladığı koşulsuz destek ile Doha saldırısında olduğu gibi istihbarat, yakıt ikmal ve lojistik katkı sunan İngiltere gibi Batılı müttefik ve dostlarından aldığı imkân ve kabiliyetlerle bölgesel ölçekte her istediğini eyleme dökebilen bir aktör konumuna eriştiğini varsaymaktadır. Bu öforya ve hodbinlik bölgedeki siyasal sistemlerin egemenliğini tehdit eden ciddi bir boyut almasının yanında İsrail'in tüm Barış Planı ve BM kararları dahil olmak üzere diğer uluslararası hukuk hükümlerini yok sayarak Gazze Şeridi yanında Batı Şeria'da da kapsamlı bir işgale girişmesi doğrudan İslam dünyasının hedef alınması anlamına gelmektedir.

Sınır bilmez Netanyahu rejimine karşı Doha'da bir araya gelen Suudi Arabistan, Mısır, Somali, Irak ve Suriye gibi ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarıyla bir araya gelen Erdoğan ve heyeti sahada kendini gösteren İsrail terörü karşısında Türkiye'nin arabuluculuk çabalarına destek vermeyi sürdüreceğini ifade etmiştir. Yine Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile bir araya gelen Başkan Erdoğan Körfez'de ve Ortadoğu'da İsrail saldırganlığının hedefi olan ülkelerin yanında yer almaya devam edeceğini de belirtmiştir. Türkiye'nin ortaya koyduğu kararlılık ve güçlü diplomatik rol Zirve sonrası alınan kararlara da yansımış ve açıklanan bildiride İsrail saldırganlığı en güçlü biçimde kınanarak reddedilmiş, 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin Devleti'nin kurulmasına olan inanç yenilenerek 22 Eylül'de New York'ta Suudi Arabistan ve Fransa eş-başkanlığında yapılacak “İki Devletli Çözüm Konferansının” toplanmasından duyulan memnuniyet ve konferansa verilen destek dile getirilmiştir.

Soykırımcı terör devleti İsrail'in Katar'ın başkenti Doha'da kurulan diplomasi masasını hedef alan ve barış girişimlerini sabote eden saldırısının ardından 15 Eylül'de yine Doha'da toplanan İİT ve Arap Ligi Olağanüstü Zirvesi başta Türkiye olmak üzere Tel Aviv'in hukuksuz eylemleri karşısında duran bölge ülkelerinin ortak bir irade beyanında bulunarak bölgesel bir tepki ortaya çıkarması açısından önem taşımaktadır. Ancak ilginçtir Doha'daki bu bölgesel girişimle aynı tarihe rastlayan ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun Kudüs'ü ziyareti ve Netanyahu ile bir araya gelmesinin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında sarf ettiği “İsrail'e sınırsız destek” ifadesi ise İsrail'e karşı set çekmeye çalışan bölge ülkelerine karşı bir mesaj olarak yorumlanmıştır.

Dr. Mehmet BABACAN \ TIMETURK

Tüm Yazıları

SON VİDEO HABER

Bakan Bayraktar: Enerji filomuzun 6'ncı gemisi Türkiye'de

Haber Ara