Dolar

36,5144

Euro

38,0834

Altın

3.368,37

Bist

9.658,72

Bir Freud analizi: 'Psikanaliz, bir edebiyat eğiliminin psikoloji ve patoloji sahasına geçmesinden başka bir şey değildir'

Hırçın bir polemikçi olan İtalyan şair-yazar Giovanni Papini, 20. yüzyılın ilk yarısının tartışmalı kalemşörlerinden biridir. 1931 yılında yayımlanan Gog adlı eserinde, Birinci Dünya Savaşı sırasında büyük bir servet edinen ve dünya çapında seyahate çıkan Amerikalı bir milyarderin hikâyesini anlatır. Dünyada olup bitenlerin gerçek sebeplerini arayan bu Amerikalı karakter, Bernard Shaw’dan Gandhi’ye, Hamsun’dan Einstein’a kadar birçok ünlü kişiyle karşılaşır. Papini, bu kitabında ünlü psikanalist Sigmund Freud’u da sıkı bir 'analiz'e tabi tutar. Freud’u “fantezi edebiyatında usta’ biri olarak niteleyen Papini, onun kültür ve yorum gücü devşirdiği Batılı kaynakları sıralarken ciddidir. Papini’nin kitabından ‘Freud’u Ziyaret’ başlıklı bölüm…

4 Yıl Önce Güncellendi

2021-05-30 16:07:15

Bir Freud analizi: 'Psikanaliz, bir edebiyat eğiliminin psikoloji ve patoloji sahasına geçmesinden başka bir şey değildir'

Viyana, 8 Mayıs

İki ay oluyor, Londra'da Hellenistik devreye ait ve arkeologlara göre “Narcisse”in güzel bir mermer heykelini satın aldım. Evvelki gün, Freud'ün yetmiş yaşını tamamladığını öğrenince -6 Mayıs 1856'da doğmuştur- heykeli, Narcisse'liğin kâşifine hediye olarak ve bir saygı mektubu ile gönderdim.

Bu iyi seçilmiş hediye psikanalizin pîri tarafından davet edilmeme sebep oldu. Şimdi onun yanından geliyorum. Ve görüşmemizin özünü hemen not etmek istiyorum.

Bana biraz yorgun ve melankolik göründü:

- Yıldönümü kutlamaları, dedi, mevlûtlara çok benziyor, ölümü çok hatırlatıyor.

Ağzının biçimi dikkatimi çekti: Etli ve şehvetli bir ağız. Biraz da faune'lerinkine benziyor ve libido teorisini açıkça kanıtlıyor. Ziyaretimden hoşnut göründü ve “Narcisse”den dolayı hararetle tebrik etti:

- “Gelişiniz bana büyük bir teselli oluyor. Ne bir hastasınız ne bir meslektaş. Ne bir talebemsiniz ne de bir akraba! Bütün günlerim bana, hemen hemen aynı saçmaları anlatan evhamlılarla isterikler; beni kıskanmadıkları zaman hor gören doktorlar ve bir kısmı ezberci papağan, bir kısmı da muhteris birer düşman olmuş talebelerim arasında geçer. Sizinle rahat rahat konuşabilirim. Ben ki, itirafın meziyetlerini öğretmekteyim, kalbimi hiçbir vakit tamamıyla açabilmiş değilim. Hayatımı anlatan küçük bir kitap yazdım, ama propaganda amacıylaydı; içimi ancak, onu da parça parça, “Traumdeutung” isimli eserimde dökebilmişimdir. Kimse eserimin sırrına sahip olamadı, onu bilmedi. Psikanalizin ne olduğu hakkında bir fikriniz var mı?”

Ona, eserlerinden bazılarını tercümelerinden okuduğumu, Viyana'ya da yalnız kendisini görmek için geldiğimi söyledim:

- “Herkes, diye devam etti, eserimin bilimsel içeriğine önem verdiğimi ve başlıca gayemin akıl hastalarını iyi etmek olduğunu zannediyor. Bu yıllardır devam edegelmiş ve bir türlü ortadan kaldıramadığım bir yanlış anlayıştır. Şayet ben bir âlim isem, bu eğilimlerinden değil, ihtiyaçtan doğmuştur. Benim asıl yaradılışım bir sanatkâr yaradılışıdır. Gençliğimden beri en sevdiğim, gizli kahramanım, daima Goethe idi. O zamanlar şair olmak isterdim ve bir roman yazmayı daima arzulardım. Bütün eğilimlerim, lisede hocalarımın kabul ettikleri gibi, beni edebiyata yönlendiriyordu. Fakat geçen asrın son yirmi yılında, Avusturya'da edebiyat mensuplarının hayat şartlarının ne olduğunu düşünürseniz, beni endişeye düşüren şeyleri siz de anlarsınız. Ailem fakirdi ve şiir çok az ve geç verimli idi. Buna zamanımın en meşhurları da şahittir. Üstelik Yahudiydim ki, Yahudi aleyhtarı bir krallıkta, bu beni açıktan açığa ve peşin olarak zor şartlar altında bırakıyordu. Heine'nin sürgün edilişi ve sefalet içinde ölümü cesaretimi kırıyordu. O zaman ve daima Goethe'nin etkisiyle tabiat bilgileri ile ilgilenmeye başladım. Fakat ruhum romantik olmaktan geri kalmıyordu. 1884 yılında Viyana'dan uzak bir yerde bulunan nişanlımı birkaç gün evvel görebilmek amacıyla “Koka” üzerine alelacele bir araştırma hazırladım ve kokainin tıpta kullanılmak üzere uyuşturucu özelliğinin keşfi şerefi başkaları tarafından benden gasp edildi.

1885 ve 1886 yıllarını Paris'te geçirdim, 1889'da bir süre Nancy'ye gittim. Fransa'da bulunduğum zamanların üzerimde büyük ve kesin tesirleri oldu. Bu Charcot ile Bernheim'den öğrendiklerimden çok, o devir Fransasında edebi hayatın cidden çok zengin ve hararetli oluşundandır. İyi bir romantik sıfatıyla gündüzleri Notre-Dame'ın kulelerinde saatlerce kalıyor, fakat akşamları Quartier Latin kahvelerine gidiyor ve zamanın en gürültü çıkaran kitaplarını okuyordum.

Edebiyat savaşı en hararetli devresindeydi. Sembolizm naturalizme karşı bayrak açmıştı. Flaubert ile Zola'nın hakim ve devamlı tesirleri gençlerde yavaş yavaş yerlerini Mallarme ile Verlaine'e bırakıyordu. Zola'nın tarafını bırakıp dekadanlara geçen Huysman'ın A Rebours isimli eserinin yayınlandığı tarihte Paris'e yeni gelmiştim. Verlaine'in Jadis et Narguere'i basıldığı, Mallarme'nin şiir kitapları ile Rimbaud'nun İlluminations'u neşredildiği zaman da Fransa'da idim. Size bu ayrıntıları verişimin nedeni bilgiçlik satmak değil, fakat bu üç edebi akımın -bir müddet evvel ölen romantizm ile tehlikeli duruma gelmiş naturalizm ve ilerlemekte olan sembolizm- çalışmalarıma ilham vermiş olmasıdır.

İçgüdüsü ile edebiyatçı, olayların zoru ile doktor olan ben, tıbbın bir kolu olan psikiyatriyi edebiyat haline getirmeyi düşündüm. Böylece âlim geçinmekle beraber şair ve romancı kalıyordum. Psikanaliz, bir edebiyat eğiliminin psikoloji ve patoloji sahasına geçmesinden başka bir şey değildir.

Gayet tabii, yöntemimin keşfine beni sevgili Goethe götürdü. Biliyorsunuz ki Werther'i içini kemiren bir dertten kurtulmak için yazmıştı. Edebiyat ona bir “Katharsis”, bir kurtuluş oldu. Benim isteri tedavi usulüm, hastaları vehim ve kuruntularından kurtarmak için “her şeyi” söylemeye sevketmekten gayri nedir ki? Ben hastalarımı Goethe gibi hareket etmeye zorlamadan başka bir şey yapmış değilimdir. İtiraf bir kurtuluş yani bir iyileşmedir. Katolikler bunu asırlardan beri biliyorlardı. Fakat Victor Hugo bana şairin bizzat bir rahip olduğunu öğretti, bu da bana, kendimi rahibin yerine koymam hususunda cesaret verdi. İlk adım atılmıştı.

Hastalarımın itiraflarının çok kıymetli birer “insani belge” teşkil ettiklerinin derhal farkına vardım. Böylece Zola'nın yaptığı işin bir aynını yapmış oluyordum. Fakat o, vesikalarından romanlar çıkartırken, ben bunları saklamaya mecbur kalıyorum. İşte o zaman şiir, rüya ile sanat eserinin arasındaki benzerliğe ve sembolik dilin önemi üzerine dikkatimin çekilmesine sebep oldu. Artık Psikanaliz doğmuştu; yalnız, söylendiği gibi Brenner'in telkinlerinden veya Schopenhauer ile Nietzche'nin girişimlerinden değil, fakat benim için aziz olan edebi akımların bilimsel alana aktarılmasından.

Daha açık anlatayım: İhtirası her şeyin üstünde tutan ve bütün ihtirasları aşka bağlayan ortaçağ şiirinin geleneklerini yeniden ele alan romantizm bana cinsiyeti insan hayatının merkezi yapmak fikrini telkin etti. Aşka, naturalist romancıların tesiri ile daha az hissi ve daha az mistik bir mana vermiş olmama rağmen sistemimin esası budur.

Naturalizm, bilhassa Zola ile bana insan hayatının en iğrenç taraflarını -ki aynı zamanda bunlar en genel ve basit taraflarıdır- görmeye, nezaket kuralları ve güzel hareketlerin ikiyüzlülüğü altında saklı açgözlülüğü, şehveti, kısaca, insandaki hayvanı keşfetmeye alıştırdı. Öyle ki, şuuraltının gizlediği utandırıcı sırları meydana vurmakla ben Zola'nın tarafsız itham hareketini yenilemekten başka bir şey yapmadım.

Nihayet sembolizm bana iki şey öğretti: Şairane düşüncelerdeki rüyaların kıymeti ile sanatta yani açıklanan rüyalardaki sembol, ima ve kinayeleri. Bunun üzerine, şuuraltının açıklanması demek olan rüyaların yorumu üzerine büyük eserimi kaleme aldım -o şuur altı ki, ilham kaynağıdır- ve Sembolistlerden her şairin kendine göre bir dil yaratması lüzumunu öğrenmiş bulunduğumdan, ben de rüyalara özgü sembolik bir özlük, bir rüya falı, dili yarattım.

Edebi kaynaklarımın tablosunu tamamlamak üzere şunu da ilave edeceğim ki, yaptığım klasik eğitim -sınıfta daima birinci gelirdim- bana Oedipüs ve Narcisse masallarıyla da telkinler yaptı, Eflatun'dan ilhamın, yani şuuraltı fışkırışının fikir hayatının temeli ve Artemidor'dan da gece görülen her rüyanın gizli bir anlamı olduğunu öğrendim.

Ve kültürümün esasının edebi oluşunu, sürekli Goethe'den, Grillparzer, Heine ve daha başka şairlerden örnekler getirişim gösterir. Benim düşüncem onu felsefe denemelerine, paradoksa, drama sevkedecek şekilde oluşmuştur, gerçek bilginlere özgü teknik ve ukala donukluktan iz yoktur. İşte size tartışma götürmez bir örnek: Psikanalizin girdiği bütün memleketlerde o, doktorlardan çok muharrirler ve artistler tarafından anlaşılıp uygulanmaktadır. Şurası da doğrudur ki, kitaplarım patoloji eserlerinden çok hayal mahsullerine benzer. Gündelik hayat ve zekâ oyunları, kelime buluşları üzerine araştırmalarım sadece ve halis edebiyattır. “Totem, Tabu” eserimde bir tarihi roman denemesi bile yaptım. En eski ve vazgeçemeyeceğim arzum doğrudan doğruya roman yazmaktır ve Allah bilir, ilk elden toplanmış öyle zengin vesikalarım var ki, yüzlerce romancı için hazine teşkil eder. Ne yazık ki, artık çok geç kaldım sanıyorum.

Herhalde, değişik bir yoldan da olsa, görünüşte doktor rolü oynayarak edebiyatçı kalmak suretiyle, talihimi yendim ve hayal ettiğim şeye ulaştım.

Her büyük âlimin hayal dünyası vardır, bu dahice sezişlerin mayasıdır. Fakat modern edebiyat akımlarının bizlere arzettiği ilham mevzularını benim yaptığım gibi, bilimsel teoriler haline sokup kullanmak içlerinden hiçbirinin aklına gelmemiştir. Böylece, psikanaliz, ilim diline tahvil, nakledilmiş olarak, on dokuzuncu asrın en mühim üç büyük edebi akımını bir araya getirip sentez yapmış oluyor, Heine, Zola ve Mallarme, ihtiyar Goethe'nin nezareti altında, bende buluşuyorlar. Bu kadar açık bir sırrın kimse farkına varmadı ve şayet bana bir Narcisse heykeli hediye etmek gibi güzel bir fikir aklınıza gelmemiş olsaydı bunu kimseye de açıklamazdım.”

Bundan sonra söz başka bir konuya atladı. Amerika'dan, Keyserling'den hatta Viyanalı kadınlardan söz açıldı. Fakat kâğıt üzerine nakledilmeye layık yegâne taraf bu yazdıklarımda. Nihayet, tam bana izin vereceği sırada, Freud açıklaması hakkında konuşmamamı rica etti.

- Bereket dedi, ne muharrir, ne de gazetecisiniz ve sırrımı açık etmeyeceğinizden eminim.

Kendisine güvence verirken hiçbir gizli niyetim yoktu. Bu notları yayınlamak için almadım.

Kaynak: Gıovannı Papını, İş Bankası yayınları, Çev: Fikret Adil, s.69-73

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara