Veri Merkezlerinden Buluta, Ulusal Yazgımız
Bugün geldiğimiz noktada artık şunu söylemekten kaçınamayız, ulusal egemenlik, yalnızca toprak çizgileriyle değil; veri akışları, algoritma zincirleri ve bulut omurgalarıyla tanımlanıyor.
Bu artık teorik bir tartışma ya da gelecek öngörüsü değil. Son dönemde atılan adımlar, yapılan kurumsal düzenlemeler ve açıklanan stratejilerle birlikte, ülkemiz adına resmî bir devlet politikası hâline gelmiş durumda. Sanayi ve Teknoloji Bakanımız Sayın Mehmet Fatih Kacır'ın açıklamasıyla Milli Teknoloji ve Yapay Zekâ Genel Müdürlüğü'nün resmen kurulması, bu iradenin en somut göstergelerinden biri.
Milli Teknoloji Genel Müdürü olarak görev yapan Sadullah Uzun'un, kapsamı genişleyen bu yeni yapının başında görevine devam etmesi de süreklilik ve kurumsal hafıza açısından son derece kıymetli. Kendisine bu kritik ve stratejik görevinde başarılar diliyorum.
Bu adım, Türkiye'nin dijital altyapıyı yönetme biçiminde önemli bir zihniyet dönüşümüne işaret ediyor. Artık mesele yalnızca teknoloji üretmek değil; veriyi, yapay zekâyı ve bulut altyapılarını birlikte düşünen, bunları ulusal ölçekte yöneten bir anlayışa geçiliyor.
Bir dönem veri merkezlerini yalnızca “barındırma tesisleri” olarak görüyorduk. Bugün bu bakış açısı açıkça yetersiz. Çünkü veri merkezleri artık sadece teknik yapılar değil; ulusal mimarinin, karar alma süreçlerinin ve dijital güvenliğin ayrılmaz bir parçası.Yeni genel müdürlüğün görev tanımına baktığımızda bunu net biçimde görüyoruz.
Veri merkezi ve bulut bilişim altyapısının geliştirilmesi, ulusal politika ve stratejilerin oluşturulması, kriter ve standartların belirlenmesi, belgelendirme ve yetkilendirme süreçlerinin yürütülmesi… Bunların her biri, veri merkezlerinin artık yalnızca veri saklayan yapılar değil; veriyi kontrol eden, yönlendiren, işleyen ve anlamlandıran bir ekosistemin merkezinde konumlandığını gösteriyor.
Bugün ulusların gücü sadece ekonomik büyüklükle ya da bölgesel nüfuzla ölçülmüyor. Veri egemenliği, bu denklemde belirleyici bir unsur hâline gelmiş durumda. Verinin nerede saklandığı kadar, kim tarafından ve nasıl yönetildiği de hayati önem taşıyor. Yeni kurulan yapı, altyapıyı güçlendirmenin ötesinde; ulusal politika, kriter ve standartları belirleyecek bir yönetişim mekanizması kurmayı hedefliyor.
Bu şu anlama geliyor: Veriyi yalnızca depolamak yetmez. Veriyi tanımak, işlemek, yönetmek ve sahiplenmek gerekir. Yabancı kontrolündeki altyapılar, uzun vadede stratejik bağımsızlığı aşındırır. Bir ülke, dışa bağımlı veri merkezleri ya da bulut teknolojileriyle yol alıyorsa, teknolojik kaderini de başkalarının insafına bırakmış demektir.
Bu noktada sormamız gereken soru son derece net: Geleceğin karar mekanizmaları bizim kurallarımıza göre mi işleyecek, yoksa başkalarının mı?
Milli Teknoloji ve Yapay Zekâ Genel Müdürlüğü'nün odağı yalnızca veri merkezleriyle sınırlı değil. Aynı zamanda yapay zekâ politikaları, veri yönetişimi ve etik çerçeveler de bu yapının sorumluluk alanına giriyor. Burada ortaya konan bakış açısı son derece önemli. Veri merkezleri fiziksel altyapıyı temsil ediyor. Bulut bilişim, ekonomik ve yönetişim altyapısını. Yapay zekâ ise anlam ve yön verme kapasitesini.
Yani veri artık sadece saklanan bir unsur değil; değer üreten, karar süreçlerini besleyen ve yön tayin eden stratejik bir varlık hâline geliyor. Bu yaklaşım yalnızca ekonomik performans hedefiyle açıklanamaz. Bu, doğrudan stratejik bağımsızlık meselesidir.
Yeni kurulan yapılar, teknoloji üretimini desteklemekle de yetinmiyor. Kamu, özel sektör ve akademiyi aynı koordinasyon zemininde buluşturmayı hedefliyor. Kamuda yapay zekâyı yönetecek kurumsal bir yapı inşa edilirken, özel sektörde inovasyon ve girişimcilik teşvik ediliyor, akademide ise altyapı ve insan kaynağı kapasitesi güçlendiriliyor.
Bu tablo bize şunu açıkça gösteriyor: Türkiye'de teknoloji politikası artık parçalı hedeflerden uzaklaşıyor ve ulusal bir stratejiye dönüşüyor.
Günümüzde dijital saldırılar ve siber riskler yalnızca ağlara zarar vermekle kalmıyor; bir ülkenin karar alma süreçlerini, ekonomik dengelerini ve toplumsal algısını da doğrudan hedef alıyor. Bu nedenle dijitalleşme yalnızca bir kalkınma aracı olarak ele alınamaz. Bu, açık biçimde ulusal güvenlik ve ulusal bekâ meselesidir.
Ulusal teknoloji stratejisinde veri merkezleri ve bulut altyapısının önceliklendirilmesi, yapay zekâ ve veri politikalarının kurumsallaştırılmasıyla anlam kazanır. Bugün atılan her adım, yarının egemenlik merkezini inşa etmektedir.
Elbette burada kendimize sormamız gereken sorular var. Verimizin sahibi kim? Verimiz nerede işleniyor? Altyapı üzerinde kimin kontrol yetkisi var? Bu yapı uluslararası risklere karşı ne kadar dayanıklı?
Bu sorular klasik teknoloji okuryazarlığının ötesine geçer. Bu, dijital bekâ okuryazarlığıdır. Türkiye, attığı bu adımlarla ve kurduğu yeni kurumsal yapılarla bu sorulara stratejik cevaplar üretme iradesini ortaya koymaktadır.
Bugün gelinen noktada tablo nettir. Dijital altyapı çevik, yerli ve milli olmak zorundadır. Veri egemenliği güçlü ulusal stratejilerle korunmalıdır. Yapay zekâ etik, güvenilir ve insan odaklı bir çerçevede ele alınmalıdır. Kamu, özel sektör ve akademi ortak akılla hareket etmelidir.
Çünkü artık bir ülkenin gücü yalnızca silahlı kuvvetleriyle değil, veriyi kimin kontrol ettiği sorusuna verdiği cevapla ölçülüyor.
Ve bu çağın en net gerçeği şudur: Dijital vatan, sınırla değil; sunucuyla, bulutla ve algoritmayla savunulur.
Hasan USTAOSMANOĞLU \ Timeturk