Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'un, kendisinden önceki bakan döneminde yönetmelikten çıkarılan “(Öğretmenler Kurulu toplantılarında) Atatürkçülükle ilgili konular üzerinde durularak çalışmaların buna göre planlanması” maddesini yeniden yönetmeliğe koydurduğunu yazmıştım (Karar, 8 Eylül 2018). Meğer bu, bakanın kendi tasarrufu değilmiş. Danıştay'ın dayatmasıymış. Danıştay şimdi de ilkokul çocuklarına okutulan “öğrenci andı”nın yönetmelikten çıkarılması kararını iptal etti. Gerekçesi, Milli Eğitim Bakanlığı'nın “bu değişikliği hukuka uygun kılacak bilimsel bir gerekçeye” dayanmaması!
Bir zamanlar Anayasa Mahkemesi'nin statükoyu milli iradeye karşı korumak için aldığı kararların zorlama gerekçelerindeki garabeti hatırlatmıyor mu bu?
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül diyor ki: "Anayasamıza göre Danıştay, yerindelik denetimi yapamaz, idarenin yerine geçerek karar veremez. Bir yürütme tasarrufunun bilimsel temelini sorgulamak da yargının anayasal konumunu, kabiliyetini aşar. Adeta idarenin yerine geçerek işlem tesis eden Danıştay 8. Dairesi'nin öğrenci andına ilişkin kararı, maalesef bu ölçüleri karşılamaktan uzak kalmıştır."
Abdülhamit Gül yerden göğe kadar haklı. Daha sert bir tepki gösterseydi de yeriydi. Yeni bir vesayet düzeni doğuyor çünkü. Danıştay'ın yerindelik denetimi yapması, yürütmeye ait bir tasarrufun bilimsel temelini sorgulaması, idarenin yerine geçerek karar vermesi bir kere kabul gördü mü, milli iradeye dayanan siyasi iradenin iradesi yalan olur.
***
Kemalist “öğrenci andı”nın ihyasını kutlarken, buna itiraz edenlere ‘Ya seve seve, ya döve döve okutacağız andımızı' diye meydan okuyanlar var.
Geçmişte olduğu gibi bundan böyle de Kemalist “öğrenci andı” döve döve okutulabilir tabii. Ve geçmişte olduğu gibi bundan böyle de PKK bunu tepe tepe kullanabilir.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin ısrarla “çözülme süreci” dediği süreç gerçekten çözüm süreciydi ve şu son birkaç senede bunun herkes tarafından iyice anlaşılmış olması gerekirdi; Kemalist “öğrenci andı”nı döve döve okutmayı marifet bellemekten vazgeçmenin de yer aldığı bu süreç -ve genel olarak açılım süreci- sayesinde, evvelce ‘çözülen' kitleler yeniden ortak vatan fikrine bağlandı ve devlete yaklaştı; iyi niyet gösteren, barış için fedakarlık yapan ve risk alan AK Parti iktidarının devleti o eski ceberrut devlet olmaktan çıkarıp makul bir zemine oturttuğu algısı öyle büyük bir memnuniyet doğurdu ki, bu muazzam gelişmeye rağmen yeni bir terör furyası başlatan PKK'ya öfke de o denli büyük oldu; eskiden on binler caddeleri ve meydanları “Vur gerilla vur!” diye inletirken, açılım ve çözüm süreçleri sayesinde PKK terörü tabansız kaldı, çukur terörü esnasında halkı dayanışmaya çağıran teröristlerin yardımına üç-beş HDP'liden başka kimse koşmadı, terör işbirlikçisi belediye başkanlarının görevden alınmasına ve tutuklanmasına da kayda değer bir tepki gösterilmedi; Afrin harekâtı da, PKK'nın varını yoğunu ortaya koyarak gösterdiği gayretlere rağmen, kitleleri sokağa çıkmaya sevk etmedi; yıllardır Türkiye aleyhtarı kitlesel bir gösteriye şahit olmuyoruz bir zamanlar “Vur gerilla vur!” sloganıyla inletilen caddelerde ve meydanlarda…
Evet, çözüm sürecindeki bazı ihmaller kısa vadede PKK'nın işine yaramıştır; fakat o süreç olmasaydı, uzun vadede bu ihmallerden kaynaklanan felaketleri mumla aratacak çok daha büyük felaketler yaşanır, belki de çözülmenin önü alınamaz olurdu. Kim ne derse desin, çözülmenin önünü kesen çözüm süreci AK Parti iktidarının en büyük artılarından biridir.
***
Bahçeli, "Danıştay'ın vermiş olduğu karara gölge düşürmek için kuyruğa girenlere, adeta tahammülsüzlük yarışına heves edenlere ne oluyor? Neden kabus görmüş gibi hareket edip, yıkım ve çözülme süreçlerinin kötü hatıralarına sarılıyorlar? Ne var Andımızda?... Türküm demek suç mu? Doğruyum demek yanlış mı? Çalışkan olmak gaflet mi? Eğer Andımıza cephe alanlar kripto damarın karanlık failleri değilse… dertleri nedir?” diye soruyor.
Kimsenin Türklükle, doğrulukla, çalışkanlıkla bir derdi yok.
Kemalist “öğrenci andı”nda “Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim” deniyor; konu, “Atatürkçülüğü” dayatıp dayatmamak, Mustafa Kemal'in açtığı yolda yürümeye ve gösterdiği hedefe kilitlenmeye ant içmeyi icbar edip etmemek, Kemalist rejimin -“asil kan” söylemi ve kafa tası ölçümleri ile maruf- Türklük anlayışının sonuçlarıyla yüzleşip yüzleşmemek, tek parti döneminin adliye bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt'un “Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı” hezeyanında en ‘veciz' ifadesini bulan ırkçı dayatmaların acı hatırasını yok sayıp saymamaktır.
İtiraz, Kemalist “öğrenci andı”nın ötesinde, Türkiye'yi çıkmaza sokan ve ne Türklüğe ne doğruluğa ne de çalışkanlığa hizmet eden bir yolda yürümekteki ısraradır.
Danıştay ‘Bilimsel olun!' diyor ya; denenmiş ve milli birliğe değil çözülmeye hizmet ettiği görüldüğü için vazgeçilmiş olan dayatmaları ihya etmeye çalışmak hiç bilimsel değil.