Bu fani dünyaya 1938 yılında Kırşehir'de geldi. Dindar ve münevver bir ailenin çocuğuydu. Ortaokul talebesiyken eski(meyen) yazıyı öğrendi. Lise yıllarında Arapça dersleri aldı.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde felsefe tahsil etti. 1961'de bitirdiği bu fakültenin Tecrübî Psikoloji Kürsüsü'ne asistan oldu. Kelâmî (Verbal) Yapılarda Estetik Organizasyon konulu doktora tezini 1965'te tamamladı. Fransızca ve İngilizce öğrendi. Colorado Üniversitesi (ABD) Davranış Bilimleri Enstitüsü'nde uzman araştırmacı olarak çalıştı, burada Şahıslar Arası İhtilaflarda Lisanın Rolü konulu teziyle doçent oldu.
1971'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Psikoloji Bölümü'nde hocalık yapmaya başladı. Bu görevini sürdürürken Devlet Planlama Teşkilatı, Kültür Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığının muhtelif komisyonlarında da görev aldı.
Yabancı dildeki birçok ilmî eseri Türkçeye kazandırdı. Birçok dergi ve gazeteye -daha ziyade Ülkücü camianın yayın organlarına- yazılar yazdı. 1975'te Türk Kültürü ve Milliyetçilik adlı kitabı neşredildi; Ziya Gökalp'ı “Türk kültürünü yanlış anlayanların en kaliteli örneği” olarak nitelediği ve “Osmanlı tarihini bilmeyişi yüzünden” Gökalp'ın “apaçık hatalar”a düştüğünü ileri sürdüğü bu eseriyle milliyetçi cenahta ateşli bir tartışma başlattı.
1978'de Değerler Psikolojisi Üzerinde Araştırmalar'ıyla sosyal psikoloji profesörü oldu.
1980'de Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, 1981'de İslam'ın Bugünkü Meseleleri, 1982'de İslam Tasavvufunun Meseleleri ve aynı sene Dünden Bugünden Tarih-Kültür ve Milliyetçilik adlı kitapları çıktı.
1982 aynı zamanda Konya Selçuk Üniversitesi Rektörü olarak atandığı seneydi. O göreve daha yeni yeni ısınırken, 1983'te, henüz 45 yaşındayken, kalp yetmezliği sebebiyle vefat etti. Rahman Allah ganî ganî rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.
Nisbeten kısa ama ilimde iz bırakmaya ve Türk fikir hayatına damga vurmaya yetecek kadar bereketli bir ömür...
Şerif Mardin'e göre “Türkiye'nin bilhassa ihtiyaç duyduğu bir bilim adamı”ydı.
Ahmet Kabaklı'ya göre “ilim kulesinden hiç ayrılmıyor ama sezgi ve zeka merakının özel dürbünleri ile etrafta olan, oluşa hazırlanan her şeyi görebiliyordu”.
Tabii ki Erol Güngör'den bahsediyoruz.
Bilen için tabii olmasına tabii de, yeni nesil nereden bilsin? Merhumun geride bıraktığı -bazıları ancak vefatından sonra basılabilen- abidevî eserlerin yeni baskıları, sonu gelmez telif hakları tartışmaları yüzünden on yıllardır yapılamıyordu.
Neyse ki “sonu gelmez”in sonu geldi nihayet. Tartışma bitti ve Erol Güngör'ün bütün eserlerinin yeniden basılmasına başlandı. Eski adres Ötüken'di, yeni adres Yer-Su Yayıncılık. Geçenlerde İslam Tasavvufunun Meseleleri'nin yeni baskısı ve daha evvel ayrı ayrı kitaplar halinde neşredilmiş olan Doktora, Doçentlik, Profesörlük Tezleri çıktı. Üstadın diğer kitapları da yoldaymış.
Bu müjdeyle ilgili bir yazıda “Türk milliyetçilerinin hasreti bitiyor” cümlesi geçiyor ama Erol Güngör'ün hitap ettiği kitle Türk milliyetçileriyle sınırlı olmasa gerek. Meselâ İslam'ın Bugünkü Meseleler'inin yeni baskısını “İslamcı” kesim de hasretle beklese yeridir.
O kitaptan bir iktibas:
“(Halife Beşinci Reşad adına çıkarılan) Cihâd Fetvâsı doğurduğu neticeler itibâriyle çok defa yanlış anlaşılmıştır. İslâm dünyasının bu çağrıya hiç aldırış etmediği, hattâ müslümanların Osmanlı ordularına karşı İngilizler safında çarpıştıkları veya onlar hesabına Türklere ihânet ettikleri söylenir. Meseleyi biraz derinliğine araştıranlar göreceklerdir ki bu iddiâlar bâzı gerçeklerin yanlış yorumuna dayanmaktadır. Cihâd Fetvâsı'nın istenen tesiri göstermeyişinin başlıca sebebi, o çağda İslâm dünyasının bir mihrak etrafında savaş için organize olabilmesi şöyle dursun, bizzat savaş dâvetini gereği gibi duyuracak komünikasyon imkânlarından bile mahrum bulunmasıydı. İngiliz propagandasının Cihâd Fetvâsı'ndan daha tesirli olduğu ve bu propaganda sâyesinde fetvânın tam tersine bir maksat için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Çanakkale muharebelerinde bize karşı İngiliz saflarında çarpışan müslüman sömürge askerleri arasından alınan esirlerin sorgularından çıkan neticeye göre, bu askerler dinsiz İttihatçılar'ın halifeyi hapsettikleri ve İngilizler'in de onu kurtarmak için İttihatçılar'a savaş açtıkları propagandasına inandırılmışlardı. İmparatorluk dışında en çok müslüman nüfus barındıran Hindistan'da da bu hususta çok kesif bir propaganda yapıldığı görülmektedir. İngilizler savaş sırasında Hind müslümanlarını ‘harbin bir mâhiyet-i diniyyeyi hâiz olmadığına, Osmanlı pâdişahına ve İslâm'ın saltanatına hiçbir zararı dokunmayacağına inandırmış'lardı. Ayrıca Lordlar Kamarası'nda ‘hilâfet'e ait hiçbir şeye müdahale olunmayacağı, muharebenin ancak İttihad ve Terakki Cemiyeti'yle olduğu...' beyân edilmişti. Nitekim Mekke Emîri Şerif Hüseyin de kendi isyân hareketinin ‘Halife'nin değil, ancak bozkurda ibâdet edecek derecede Turancılıkla meşbû olan nâzırların aleyhine' olduğunu bildirmişti...”
Erol Güngör'ün eserlerinin yeni baskıları hayırlara vesile olur inşaallah.