Basına çıkan haberlere göre, Mersin Büyükşehir Belediyesi “Dünya Çocuk Hakları Günü” dolayısıyla düzenlenen bir programda, çocukların Kürtçe türkü söylemelerine engel oldu. Bu tür zulümleri yapanların gerekçeleri de hep aynı olmuştur; tahriklerin önüne geçmek ve art niyetli insanların ekmeğine yağ sürmemek. Hâlbuki asıl tahrikçilik insanların temel haklarına yapılan saldırı ve tecavüzlerdir. Zaten Kürtler arasında PKK gibi yapıların doğuranlar ve bugünlere getirenler de bu zihniyette olanlardır. Ki bunda MHP yalnız değildir.
Oysa daha geçenlerde MHP genel başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin Kürtlerden “kardeşlerimiz” diye söz ettiğini kulaklarımızla duyduk. Bahçeli'nin kardeşlik söylemini esas aldığımızda, bazı soruları sorma ve cevaplarını alma hakkımızın olduğunu görürüz.
Türkiye dahi düne kadarki inkârcı politikalarından vaz geçmişken ve ağır aksak da olsa bazı insani adımları atıyor iken, Kürtçeye olan bu tahammülsüzlüğü ne ile ve nasıl izah ediyorsunuz? Sizin Türk-Kürt kardeşliğinden anladığınız, Selçuklu ve Osmanlı'daki gibi Kürtleri oldukları gibi tanımak ve oldukları gibi kabul mü etmektir, yoksa Türkiye Cumhuriyeti'nin yaptığı gibi inkâr, asimile ve imha mı etmektir?
Bazılarının iftira attığı gibi, Kürtler Türkiye'den ayrılmak veya ayrı bir devlet kurmak istemiyor. Çünkü Türkiye'yi kendi devletleri olarak görüyorlar. Hem de devletin kendilerine reva gördüğü onca zulümlere rağmen.
Ama eğer devlet, devletin aklı ve kendilerini devlet gibi görenler iddia ettikleri kardeşliğin gereklerini yerine getirmezlerse, kendileri bizzat Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni bütünlüğü için bir tehlike olurlar.
Nitekim PKK'yı doğuran, besleyen ve bu düzeye getiren de işte bu anlayıştır.
Onun için diyoruz ki, önümüzde iki yol var; ya kardeşliğimizin gereklerini yerine getirip, Türkiye'de özlemini duyduğumuz barışı gerçekleştireceğiz veya “bölünmez” dediğimiz ülkemizi bizzat kendimiz bölmeye doğru götüreceğiz.
Sizce de ırkçılık kadar insanın inancına, benliğine, ruhuna ve davranışlarına kadar nüfuz edebilen başka bir hastalık var mı? Tarihe bakın, milyonlarca insanın bu hastalığın kurbanı olduğunu göreceksiniz. Ama buna rağmen ders almış değiliz. Hala aşiretçilikten, kabilecilikten, kavmiyetçilikten ve milliyetçilikten vazgeçmiyoruz. Hala en fazla kanı bu uğurda döküyoruz. Öyle değil mi?
Bana göre, bir kişinin kendi kavmine yapılabileceği en büyük kötülük, diğer bir kavme veya kavimlere karşı üstünlük –büyüklük taslaması, onların doğuştan sahip oldukları fıtri hakları kendilerine çok görmesi, o hakları kısmen veya tamamen gasp etmesidir! Bu gasp bazen bir topluluğun, bazen de bir devletin eliyle yapılmaktadır. Bu, haddizatında bir insanlık suçudur. Yani, bir insanın doğuştan sahip olduğu hakları, onun fıtri özelliklerini kısıtlamak, yasaklamak veya inkâr etmek bir insanlık suçudur. Dün olduğu gibi bugün de bu insanlık suçunu işleyen insanların, grupların ve devletlerin sayısı az değildir maalesef. Üzülerek belirtelim ki, Türkiye Cumhuriyeti de bu devletlerden biridir. Türkiye'deki siyasi grup ve partilerin ve hatta kimi dini grupların durumu da aynıdır. Hepsi de bu insanlık düşmanı hastalığın pençesinde kıvranıp durmaktadır.
Kim ne derse desin, milliyetçilik ırkçılığın maskesi ve cilalı yüzüdür. Bunun aksini iddia eden varsa, böyle olmadığını pratikte de göstermek zorundadır. Yani milliyetçiliği; “kendi milletinin huzuru, refahı, güveni ve her yönü ile ilerlemesi için düşünmek ve çaba sarf etmek” şeklinde tarif edenler, eğer bu sözlerinde samimi iseler, bunu uygulamakla da yükümlüdürler.
Yukarıda da dediğimiz gibi, tarih boyunca insanlık için en büyük musibet ve hastalık milliyetçilik olagelmiştir. Bu öyle bir hastalık ki, kimi zaman aşiretçilik, kimi zaman kabilecilik, kimi zaman milliyetçilik ve kimi zaman da devletçilik olarak kendisini gösterir. Ama özünde insanlığa ve insani değerlere güç yetirebildiği oranda saldırı ve tecavüz var. Ve hak gaspı var.
Diğer din ve ideolojilere inanan insanların milliyetçilik yapmalarını tasvip etmemekle birlikte, anlayabiliriz. Çünkü onların inancında –İslam'daki gibi- “üstünlüğün ancak takvada olduğuna” ve “insanın renginin ve dilinin Allah'ın ayetlerinden” olduğunu vazeden ilkeler yoktur!
Asıl sorgulanması gereken, bu hastalığa müptela olmuş ve bu hastalığın girdabında debelenen Müslümanlardır. Çünkü Allah'a ve ahiret gününe iman ettiğini, Kur'an-ı Kerim'i kutsal kitabı ve Hz. Muhammed'i peygamberi olarak iman ettiğini söyleyenlerin milliyetçilik de yapmaları büyük bir gaflet ve gafletin de ötesinde ciddi bir sapmadır. Müslümanlar olarak bu sapma ile yüzleşmeli ve bunu yalın bir dil ile mahkûm etmeliyiz.
Zaten Müslümanlar olarak bu zillete düşmemizin nedeni de kendi zaaflarımız ve sapmalarımız değil mi? Merhum Akif'in de deyimiyle, eğer bizler inancımızın emrettiği kardeşliği bırakıp milliyetçiliğe sapmasaydık aramıza tefrika ve düşman girebilir miydi?
Sadece MHP değil, Türkiye'nin birliğini, dirliğini ve bütünlüğünü istediğini iddia eden herkese dostça-insanca şu hatırlatmayı yapıyoruz: Birlik, dirlik ve bütünlük gerçekten yüce değerlerdir. Fakat bu değerlerin korunması sadece ve sadece yine hak ve adalet gibi yüce değerleri gözetmekle mümkündür.
Farklı inanç ve düşüncelerde olabiliriz, ama bu değerlere hepimiz aynı derecede muhtacız ve bu değerler hepimiz için hayatidir.
Bu bağlamda MHP'nin de Kürtleri ve Kürtçeyi eninde sonunda içselleştireceğini söylemek ve bunu beklemek saflık mı olur? İnanıyoruz ki, MHP de er veya geç gerçek kardeşliğin, birliğin, dirliğin ve bütünlüğün ve hatta insanlığın Kürtlerin hakkını gözetmek olduğunu da er ya da geç kavrayacaktır.
MHP eğer ortak tarihimize bir göz atarsa, diğer bir ifade ile eğer hakikati inkâr etmezse, Türklerin Selçuklu ve Osmanlı gibi iki cihan devletini kurmalarında ikinci kurucu unsurun Kürtler olduğunu görür. Hakeza Türkiye'nin de ikinci kurucu unsurunun Kürtler olduğu gibi. Ama milliyetçilik illeti bu hakikati görmeye izin vermiyor. Ne yazık ki bu zaafta olan sadece MHP değil, diğer siyasi partiler ile dini cemaatlerin de çoğu böyledir.
Sadece MHP'nin değil, hepimizin önünde iki seçenek var; ya bu zillet halinin devamının aracı olacağız veya insani değerleri kuşanıp, özlemini duyduğumuz birliği, dirliği ve bütünlüğü sağlamak ve daha da ileriye götürmek için canla başla çalışacağız.
Aksi halde medeniyet kisvesi altında coğrafyamızı kana bulayanlar bizim bu zaaflarımız üzerinden kirli emellerini gerçekleştirmelerine de engel olamayız!
Yorum Yap