İnsan meraklıdır. Bu durum atamız Âdem ve Havva annemizden bu yana böyledir. Merak insanın doğasında var olan ve DNA'sına öylece kodlanmış bir gerçektir. Tabii bazen merak insanın başına çok işler de açar. Yaratan Allah bunu li hikmetin böyle tasarlamıştır. İyi ki de öyle olmuş. Yaratan yarattığını bilmez mi!? (Mülk/14)
Merak ile bilmek arasında önemli bir bağ olduğu bilinen bir hakikattir. Bilmek insana mahsus bir şeydir. İnsanın dışındaki varlıklar içgüdüleri ile hareket eder ve medeniyet kuramazlar. Bu nedenle de kendilerine kodlanmış program içinde ama hiç değişmeden yürür giderler. İnsan öyle değildir tabii. İnsan merak eder, öğrenmek ister bu nedenle de medeniyetler kurar. Ancak kurulan bu medeniyetler salt aklın ışığında da kurulur, akıl ile beraber vahiy ışığında da kurulur. Aslında geçici dünya hayatı bu iki anlayışın arasında yürüyüp gitmektedir. Yani kısacası Cemil Meriç'in dediği gibi “Olimpus Dağı'nın çocukları ile Hira Dağı'nın evlatları” arsında mücadele devam edip durur. Biri kalp medeniyetinin incelikleri içinde merak edip öğrenmeye çalışırken hep iyiliği çoğaltmayı, halka hizmeti Hakk'a hizmettir anlayışını temsil eder. Diğeri, gücü her şeyin üstünde tutarak, bir damla petrolü bir damla kandan üstün görerek dünyayı yakmak, yıkmaktan başka özelliği olmayan anlayışı temsil eder.
Elli yıl, yüz yıl bazen de daha kısa süreli kavramlar üretir bu Olimpus'tan beslenenler. Bu kavramlar aldatıcıdır. Sanaldır. Büyüleyicidir. “Hümanizm, İnsan Hakları, BM, Kadın Hakları, Adalet Divanı, Demokrasi…Lahey, İsviçre” Derler ve kendi dışındakileri kitleler halinde bu kavramların arkasından koştururlar. Kendi medeniyetinin ışığını yitiren Hira'dan beslenen mustaz'afların evlatları da hemen satın alır bu süslü püslü kavramları. Ama bunların hepsi sahtedir. Birer uyuşturucu hap gibidir. Yeri ve zamanı geldiğinde kendi inşa ettikleri bu putları yine kendileri yerler Olimpus'un çocukları.
Biz bunların ikiyüzlülüğünü yakın tarihte ve aydınlığın merkezi(!) diye yutturulan Batı'nı göbeğinde gördük. Bosna'da, Kosova'da Bulgaristan'da gördük. Bugün Gazze'de, Doğu Türkistan'da görmekteyiz. Daha geriye gitmeye hiç gerek yok. Yaşadığımız elli atmış sene içinde kendileri gibi düşünmeyen ve kendileri gibi inanmayanları nasıl canice boğazladıklarını, namuslarına tecavüz ettiklerini, çoluk-çocuk, genç-yaşlı, erkek-kadın demeden sivil halkı nasıl kurşuna dizdiklerini gördük. Ürettikleri hiçbir değere sadık kalmadıklarını gördük. Kalmazlar çünkü bu kavramlar sahtedir. Sadece kendilerine benzeyen toplumlar üretmek ama sonunda onları modern köle yapmak için kullanırlar.
Batı düşüncesinin kökleri Habil/Kabil tartışmasındaki Kabil'den beslenir. Birisi tevazu ve kulluğu temsil ederken, diğeri hakkına rıza göstermeyen, kural tanımayan, gücü önceleyen ve kan döken tarafı temsil eder. Habil hakkına razı, kime itaat edeceğini bilen, Rabbine teslim olmuş, kan dökmeyi ret eden yapıcı bir ahlak örneği sergilerken, Kabil itirazcı, hakkına razı olmayan, başkasının hakkına göz diken, elde edemediğini zorla almaya çalışan zorbalığı temsil eder. Biri “seni öldüreceğim” derken, öteki “ben sana elimi uzatmam”, (Maide,28-30) bu cinayeti işlemem diyerek hayat verendir. Birisi ruhunu Allah'a teslim edip özgürleşirken, ötekisi cinayetin ilk tetikçisi olarak anılan canidir.
Bâtılın yolları nefs için süslenmiş, nefse hoş gösterilmiş bu nedenle kolayca av bulabilmektedir. Ancak bu başarı sanaldır, geçicidir ve sonucu azaptır. Hak ise nefs ile mücadele etmeyi ister. Sabretmeyi ister. Ebedî kazanç için nefse hoş gelen geçici bazı lezzetlerden uzak kalmayı emreder. Kendisi için istediğini insanlık için de istemeyi emreder. Kendisi için istemediğini başkaları için de istememeyi prensip olarak kabul eder.
Bilmenin sorumluluk üstlenmek olduğunu ifade etmiştik. Bunları bilmek ve buna göre sorumluluk kuşanmak gerekir. Bilmeyen sorumluluk üstlenemez. Öyleyse Hira'nın evlatları, Habil taraftarları, kutlu elçilerin inanmışları, hesap gününün ak yüzlüsü olmayı hedefleyenler, karanlık yüzlü olmaktan sakınanlar, Olimpus'un çocukları ile süren bu mücadelede sabrı kuşanmak zorundadır. Sayısal çokluğun nerede olduğuna bakmaksızın bilmenin sorumluluğunu kuşanarak hayata anlam katmalıdır. Eğitim hayatını bu çizgide yürütmelidir. Bilmelidir ki, davamız “Oku, yaradan Rabbinin adıyla oku.” (Alak,1) Emri ile başlar. Sonu “elhamdülillah” (Yunus,10) ile biter.