Türkiye, 24 Haziran'da erken seçime gidiyor...
Erken seçim kararı pek de sürpriz olmadı aslında.
Erken seçim geliyordu: Cumhurbaşkanı Erdoğan meydanlara inmişti, kongre üstüne kongre yapıyordu...
Ayrıca, erken seçim ihtimali çeşitli kulislerde konuşuluyordu.
ERKEN SEÇİM KARARI NİÇİN ALINDI?
Belki de daha da önemlisi, Türkiye'nin 15 Temmuz darbe ve işgal girişimini püskürtmesi, ardından Fırat Kalkanı ve Zeytindalı harekatlarını başarıyla tamamlaması ve teröre büyük darbe vurması, Rusya ve İran'la bir tür yarı-eksen oluşturacak ölçekte ittifak yapması, sonuçta, bölgede inisiyatif oluşturacak, dalga-kıracak, kısmen de olsa, oyun-kuracak stratejik bir güce ulaşması, bölgenin silbaştan yeniden dizayn edilmesi için çırpınıp duran ve tam da bu nedenle, Türkiye'yi devredışı bırakmak için Suud, Mısır, İsrail, ABD üzerinden bölgede yeni bir cephe oluşturarak bölgeye yenibaştan çeki düzen vermeye çalışan emperyalistleri kara kara düşündürmeye başlamıştı.
Türkiye, 2019'da seçimlere gidecekti. Türkiye'nin kader seçimi olacaktı bu: Türkiye'de sistem değişikliğine gidilecek, devlet silbaştan inşa edilecek, oligarşik bürokrasi yeniden şekillendirilecek, Türkiye'nin iç ve dış öncelikleri yeniden belirlenecek, Türkiye, iki asır yitirdiği yörüngesine zamanla kavuşacak, 2053 ve 2071 hedefleriyle medeniyet iddialarını kuşanarak en azından bölgemizde yörünge oluşturmaya başlayacaktı...
Büyük sorunlar yaşıyorduk elbette: Eğitim, hukuk, kültür, medya, şehircilik, akademide çok köklü sorunlarla boğuşuyorduk; ama ekonomik, siyasî ve stratejik bakımdan Türkiye dünyanın birinci liginde oynamaya başlamıştı...
Batılılar, bütün stratejilerini, Türkiye'nin gelişini, İslâmî bir yörünge oluşturma yürüyüşünü durdurmak, mümkünse Türkiye'ye diz çöktürmek amacıyla geliştiriyorlardı.
Biz gelince, onlar defolup gideceklerdi buradan.
Biz gelince, sömürgeci, şer-şirret düzenleri, iğrenç hesapları yerle bir olacaktı çünkü.
O yüzden, her ne sûretle olursa olsun, Türkiye'nin gelişi durdurulmalıydı!
Batılıların temel stratejisi, İran'ın durdurulması, petrol yataklarının kontrol altına alınması filan değildi; Batılıların asıl stratejisi, medeniyet yürüyüşüne kaldığı yerden başlamaya karar veren, o yüzden küllerinden doğan, şimdilik maddî / stratejik açıdan büyüyen ve bölgeyi toparlamaya soyunan Türkiye'nin durdurulmasıdır.
O yüzden 2019'da yapılacak seçimlere kadar Türkiye kaosa sürüklenecekti. Ekonomik saldırının işaretleri alınmaya başlanmıştı.
Sosyal ve siyasî kaos senaryoları hazırlanıyordu...
Türkiye, Erdoğan ve Bahçeli görüşmesinden sonra, seçimleri tam bir buçuk yıl erkene alma kararı aldı. Erken seçim kararı, bütün kaos senaryolarını tuzla buz etti.
Şundan kesinlikle eminim: Batılıları şaşkına çevirdi bu erken seçim kararı. Bunun yansımalarını önümüzdeki günlerde göreceğiz.
TEMEL MESELEMİZ: TÜRKİYE YÖNÜNÜ BULACAK VE YÖRÜNGE OLUŞTURABİLECEK Mİ?
Gelelim asıl can alıcı meseleye...
Türkiye'nin sorunları siyasî değil. Ekonomik de değil.
Türkiye'nin sorunları, daha köklü, daha derin: Varoluşsal.
Yaşadığımız hukukî, ekonomik, siyasî sorunlar, bu varoluşsal sorunların sonucu yalnızca.
Türkiye, iki yüzyıl önce rotasını, yüzyıl önce de yönünü ve yörüngesini, dolayısıyla medeniyet iddialarını yitirdi; tarih yapan bir aktörden, Batılıların yaptığı tarihte tatil yapan bir figürana dönüştü.
İki asırlık tarihimizin görünen şekli böyle.
Bir de alttan alta işleyen, fokur fokur kaynayan, külllerinden doğma mücadelesi veren, görünmeyen ama son 60 yıldır artan bir hızla görünmeye, su yüzüne çıkmaya başlayan derin bir yönü var.
Düşe kalka yol almaya çalıştığımız, sisteme çeki düzen verirken sistemin bizi dönüştürdüğü gözlenen, ama ne olursa olsun mutlaka tersine çevirmemiz gereken yakıcı, zorlu bir süreç bu.
Tam bu noktada üzerinde kafa patlatmamız ve cevabını vermemiz gereken hayatî sorular var:
-Türkiye, yörüngesini bulabilecek mi?
-Medeniyet iddiasını kuşanabilecek mi?
-Toparlanacak, mazlumları ayağa kaldıracak ve emperyalistleri defedebilecek mi?
Bu üç soruyu aslında tek bir soruda özetleyebiliriz: Türkiye'de bu toplumun varlık nedenini oluşturan, tarih yapmasını mümkün kılan yegâne kurucu, konumlandırıcı ve koruyucu kaynağımız İslâm'ın geleceği ne olacak? Kimliğimizin, “kültür”ümüzün, tarihimizin temelini, ruhunu, bu toplumun ruhköklerini, anlam haritalarını oluşturan İslâm'ın önü açılacak mı, dolayısıyla İslâm'ın bizim, bölgemizin ve hatta insanlığın önünü açmasını mümkün kılacak köklü düşünce, “kültür”, sanat, eğitim, medya atılımları yapılabilecek mi; yoksa İslâm'ın geleceği açısından kan kaybetmeye devam mı edeceğiz?
Bundan sonraki süreçte üzerinde kafa patlatmamız ve mesafe katetmek için uykularımızı haram etmemiz gereken temel varoluşsal meselemiz bu işte.
Çeyrek asırlık bir iktidar tecrübesinden sonra, “iyi de ne yaptık biz?” diye sorduğumuz zaman, “biz Türkiye'yi yönüne, yörüngesine oturttuk, bölgemizin kaderini şekillendirebilecek bir medeniyet yürüyüşünün fikrî, kültürel, sanatsal temellerini attık” diyebilmeliyiz.
Her zaman söylediğim gibi bunun tek yolu var: Eğitim, düşünce, kültür, şehircilik, medya ve gençlikte 10 yıl içinde 100 yılın tohumlarını ekebilmek...
Bu seçim, kader seçimi olacak. Sadece ülkemiz açısından değil, bölgemizin hatta dünyanın geleceği açısından.
Vesselâm.