Dolar

42,5272

Euro

49,6244

Altın

5.773,17

Bist

10.980,53

İslam natosu mümkün mü?

3 Ay Önce Güncellendi

2025-09-19 11:21:15

Dr. Yüksel Keleş

İsrail'in Gazze, Lübnan, Yemen, İran ve Suriye'nin ardından Katar'a saldırması sonrası İslam Natosu oluşturulması fikri yeniden tartışılmaya başlandı. Amerika'yı arkasına alan İsrail saldırganlığının Birleşmiş Milletler dahil hiçbir yapı tarafından durdurul(a)maması İslam dünyasında endişeyle birlikte çare arayışlarını gündeme taşıdı. Bu endişe ve arayışın ardından İslam Ülkeleri soluğu Katar'da aldı. Toplantıda bir İslam Natosu kurulması kararı çıkmadı ama, gönüllerde ve kafalarda dolaştığı söylenebilir.

İslam Natosu'ndan herkesin beklediği şey askeri müdahale gücünün olması. Burada Nato benzetmesi özellikle askeri yapısının etkinliğinden kaynaklanıyor.

Bilindiği gibi Nato 1949 yılında 2.Dünya savaşının ardından ABD önderliğinde Batı Avrupa ülkeleri ile birlikte kurulan siyasi ve askeri bir ittifaktır. Özellikle Sovyet tehdidi karşısında üye ülkelerin güvenliğini sağlamayı amaçlamıştır.

Nato benzeri bir İslam paktı kurulacaksa burada iki husus öne çıkmaktadır. Birincisi tehdit değerlendirmesi, ikincisi ise askeri savunma doktrini ve yapılanması.

İslam dünyası için tehdit değerlendirmesi yapıldığında İslam dünyasının kendi aralarındaki sorunların çözümünü bir tarafa bırakırsak birinci sıraya İsrail ve Amerika başta olmak üzere Avrupa yerleştirilebilir. Bu durumda İslam Natosu'nun karşısına tehdit değerlendirmesinde Türkiye'nin de üyesi olduğu mevcut Nato'yu koymamız gerekiyor. İkinci tehdit değerlendirmesi ise Rusya ve Çin ittifakıdır. Bu durumda da ikincil hedef Rusya liderliğinde kurulan Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin de üyesi olduğu Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (KGAÖ) ve başlı başına Çin devleti gelmektedir. Pakistan için tehdit oluşturan ve askeri bir güç olan Hindistan'ı da bir kenara yazalım.

İslam dünyasına baktığımızda coğrafi, siyasi ve politik olarak darmadağın bir yapı önümüze çıkıyor. İslam ülkelerinin bir kısmı Batı blokunda bir kısmı Rus-Çin ittifakında yer alıyor. Nispeten petrol zengini ve mali gücü iyi olan körfez ve Arap ülkeleri Batı blokuna yakın dururken, İran ve Pakistan gibi askeri ve nüfus açısından büyük ancak iktisadi açıdan sıkıntılı ülkeler Rusya-Çin blokuna yaslanmış durumdalar. Özellikle İran ve Pakistan'ın kuşak yol projesi vesilesiyle Çin'le çok büyük ekonomik anlaşmalar yaptığını ve bir bakıma Çin etkisine girdiğini gözden kaçırmamak gerekir.

İslam Natosu'nun politik ve askeri liderliğini yapabilecek ve İslam dünyasında bu liderliği kabul görebilecek en önemli ülke olan Türkiye ise Nato üyesi ve askeri politik açıdan Batı blokunda. Her ne kadar politik açıdan doğu ve Batı arasında son dönemde denge politikası izlese de askeri ve ekonomik olarak Batı'dan kopabilecek potansiyele henüz ulaşabilmiş değil.

İslam Ülkelerinin İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) çatısı altında Birleşmiş Milletler örgütünden sonra Dünya genelinde en büyük ikinci örgüt konumunda olduğu gerçeğine rağmen politik olarak sonuç üretici bir yapıda olmadığı biliniyor. Katar toplantısında olduğu gibi toplanıp bir dizi karar ve kınama dışında sonuç üretememesi İslam dünyasının içinde bulunduğu dağınıklığın ve güçsüzlüğün bir sonucu.

İslam Natosu kurulduğunu varsaysak bile bu kuruluşun rüştünü ispat etmesi bir dizi sınamadan geçmesine bağlı. Bu sınamanın ilki kuşkusuz İsrail olacaktır. İsrail tek başına İsrail olmadığına göre İslam Natosu'nun karşısına ABD ve Avrupa dikilecektir. İslam ülkelerinin Batı blokuna olan askeri, politik ve ekonomik bağımlılığı bu savaşı başlamadan bitirmiştir. Rus-Çin ittifakından gelecek tehditler de de durum pek farklı olmayacaktır.

İslam ülkelerinin elinde petrol ve doğalgazdan oluşan enerjiyi bir silah olarak kullanmak dışında askeri ve ekonomik olarak hem doğu hem batı blokuna karşı Nato benzeri bir yapılanma ile pozisyon alması kısa vadede mümkün gözükmemektedir. Ancak Batıya karşı Rus-Çin ittifakını, Rusya ve Çin'e karşı da NATO'yu kullanarak sonuçlar üretmek ve korunmak mümkün olabilmektedir. Halihazırda İslam Dünyası'nın iki büyük askeri gücü olan Türkiye Nato'yla, İran ise Rus-Çin bloku ile hareket ederek kendini tehditlerden koruma çabasındadır.

Ancak En büyük askeri üssü Katar'da olan ABD'nin Katar'ı İsrail bombardımanından korumaması, Rus-Çin ittifakına yaslanan İran'ın 12 gün savaşında İsrail ve Amerikan saldırısında yalnız kalması bu ittifaklara ve dostluklara ne kadar güvenilebileceğini göstermesi bakımından ibret vericidir. Katar saldırısı özellikle Arap ülkelerinin gözünü açmıştır. Arap Başkentlerinde kapalı kapılar ardında bu konuların konuşulduğuna kuşku yok.

Sevindirici olan son dönemde yaşanan İsrail saldırganlığının İslam ülkelerinde bir şeylerin değişmesi gerektiği inancını uyandırması. Katar'ın Türkiye ile ittifakını güçlendirme çabası, Türkiye-Azerbaycan-Pakistan dayanışması, Türkiye-Mısır yakınlaşması, Suudi Arabistan'ın Pakistan'la nükleer dahil askeri savunma anlaşması imzalaması bu kıpırdanmanın ilk işaretleri olarak görülebilir.

Kolay olmayacak, zaman alacak, ancak dönüşüm başlamıştır.

Tüm Yazıları

Haber Ara