DİĞER İÇERİKLER

© Copyright 2023 - Timeturk İnternet Haber

Bu sitede yer alan tüm içerikler Timeturk'e aittir. Kopyalanması kesinlikle yasaktır.

A PHP Error was encountered

Severity: Notice

Message: Undefined variable: currency

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

A PHP Error was encountered

Severity: Warning

Message: Invalid argument supplied for foreach()

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

Kazasız bir haccın tek yolu, Bedevîler'e haraç vermekti

2009-08-31 10:31:00
Bugün uçaklarla birkaç saatte varılan kutsal topraklara ulaşmak, eski devirlerde ölüm tehlikeleri ile dolu bir kâbusu andırırdı ve tehlikelerin başında, hac kervanlarını soyan ve hacıları öldüren Bedeviler gelirdi. Osmanlı Devleti'nin, kervanlara saldırmamaları için Bedevi kabilelerine her sene ödediği haraç, genellikle 15 bin ile 17 bin altın arasında olurdu.

MEKKE'ye ulaşabilmek için Cidde'ye gidecek olan hacı adaylarının şimdi dev uçaklarla ve sadece 3,5 saatte yaptıkları yolculuk, bir zamanlar onları soyulmanın ve ölüm tehlikelerinin beklediği tam bir kâbus gibiydi.
Zira, uçağın ve deniz yolculuğunun sözkonusu olmadığı devirlerde kutsal topraklara sadece karadan, yani deve kervanlarıyla ve aylar süren bir yolculuktan sonra ulaşılırdı.
Kontenjan yahut kurra gibisinden hacca gidememeyle sonuçlanacak bir tehlike gerçi yoktu ama daha büyük bir tehdit, hayati bir tehlike beklerdi onları: Çöl fırtınaları sırasında Bedevî kabilelerinin saldırmaları ihtimali...

SURRE ALAYI

Hac yollarının güvenliğini sağlayıp haccın en iyi şekilde yapılmasını sağlamak, "Hâdimu'l-Haremeyn-i Şerefeyn", yani "Mekke ve Medine'nin Hizmetkârı" unvanını taşıyan Osmanlı hükümdarlarının göreviydi. Zamanın padişahları, hacılarla beraber Mekke ve Medine halkına, oradaki vakıflara ve Kâbe'ye hediyeler gönderirler, hediyeler arasında mutlaka Kâbe'nin yeni örtüsü de bulunur ve bütün bunlar İstanbul'dan "surre alayı" denilen bir kervanla yola çıkartılırdı. Sarayın önüne getirilen ve "Surre devesi" denen deve baştan aşağı süslenir, hediyeler devenin üzerine yüklenir ve dualarla, merasimlerle yola çıkartılır, İstanbul'dan Üsküdar'a geçirilmesi sırasında ilâhiler de okunur, deve Üsküdar'dan böyle bir ortam içerisinde yolcu edilirdi.
Surre, sadece kutsal topraklar ahalisine gönderilen para ve hediyelerden ibaret değildi; içinde Bedevî kabilelerinin yöneticilerine verilmek üzere bir miktar para da vardı. Bu para her ne kadar Bedevîler'in kervanlara verdiği yiyecek ve içeceklerin bedeli gibi görünüyorsa da, aslında haraçtan başka birşey değildi.
Her sene kervanlar yola çıkmadan önce Bedevî kabilelerin reisleriyle müzakereler yapılır, istedikleri surrenin miktarı belirlenir ve hac yolunun emniyetinin işte bu şekilde, parayla sağlanmasına çalışılırdı. 1600'lerin başında, Osmanlı Devleti'nin kervan güzergâhı çevresinde yaşayan kabilelere "surre" adı altında verdiği haraçlar 15 bin ile 17 bin altın arasındaydı.
Ancak alınan tadbirler, bundan ibaret değildi.Kervanların beraberinde yeniçerilerle timarlı sipahiler de gönderilir, bu birlikler Bedevî tüfeklerine karşı hafif toplarla donatılırdı.

BEDEVİ REHİNELER

Bedevîlerle rahatça anlaşılması için o bölgenin ahalisi arasından ve özellikle Şam'ın ileri gelenleri arasından bir "Hac Emiri" seçilir, bu Hac Emiri yola çıkmadan önce yanına Bedevî ailelerden rehineler alır, kabilelere kervanlara saldırmaları halinde rehinelerin idam edileceğini duyururdu. Bununla da yetinilmez, yollanan casuslarla karşı tarafın hareketleri hakkında bilgi toplanırdı. Bütün bunlara rağmen, 1632,1670, 1671,1695 ve 1757'deki hac yolculukları sırasında Bedevîler'in kervanlara saldırmasının ve büyük can kayıplarının önüne geçilemedi.
Hac emniyeti, bir ölçüde ancak Süveyş Kanalı'nın yapılmasından ve İkinci Abdülhamid'in Hicaz Demiryolu'nu inşa ettirmesinden sonra sağlanabilecekti.

İFTAR SOFRAMIZ

Lalanga

MALZEME

■ Yumurta
■ Un
■ Tulum peyniri
■ Hamur mayası

DERİNCE bir kaba on yumurta kırılıp iyice çalkalanır. Sonra azar azar has unla karıştırılır ve koyulaşıncaya kadar yeniden çalkalanır. İyice kıvama geldikten sonra iki tutam tulum peyniri, biraz da ekşi hamur mayası ilâve edilip yeniden karıştırılır.
Üzeri kapatılıp iki saat kadar bekletilir. Daha sonra bir tavada sade yağ eritilip kızartılır ve bekleyen hamurdan büyükçe bir kaşık ile alınarak tava doluncaya kadar yağın üzerine konulur. İki tarafı da iyice kızartılır, kepçe ile çıkartılıp uygun bir kaba dizilir, üzerine şeker veya bal dökülür. Lalangaya "Lâlin gıda" da denir ve birkaç türlü yapılır ama, en lezzetlisi, bu tarifi verilendir.

HATTIN ÜSTADLARI

Hâmid Aytaç (1891 -1982)

HEM Osmanlı, hem de Cumhuriyet devrinde yaşayan, tarihi binaları, evleri hatta İslam ülkelerinde emirlerin ve kralların malikânelerini güzel yazılarıyla süsleyen, hat sanatında Türk üslubunu 20. yüzyılın ikinci yarısında başarıyla sürdüren ve dünyaya yayan bu ünlü hattatımız Diyarbakır'da doğdu.
Asıl adı, Musa Azmi idi. İlk öğrenimini doğduğu şehirde yaptı ve liseyi bitirince İstanbul'a geldi. Önce Hukuk Mektebi'ne girdi, resme olan merakı yüzünden Sanayi-i Nefise Mektebi'ne (Güzel Sanatlar Akademisi'ne) devama başladı ama geçim zorluğu yüzünden ayrıldı.
Memleketinde iken oranın yazı hocalarından aldığı derslerin de yardımıyla 1910'da Gülşen-i Maarif Mektebi'ne yazı hocası oldu. Bu tarihlerde fırsat buldukça İstanbul'un ünlü hattatlarından olan İsmail Hakkı Altunbezer, Kamil Akdik ve Hulusi Efendi'ye danışarak yazısını geliştirdi ve kısa zamanda İstanbul hattatlarına kendini tanıttı. Aslında, hiçbir hocaya devamlı olarak gidememiş ve Allah vergisi kabiliyetiyle kudretli bir sanatkâr olmuştu.
Bab-ı Ali'de açtığı bir atölyede isteyene yazı yazdı. Bütün yazı çeşitlerinde üstat idi. Sayısını kendisinin de bilmediği kadar eser verdi. Çok öğrenci yetiştirdi. Kendisi icazetname sahibi değildi ama başkalarına diploma verdi. En tanınmış öğrencileri Halim Özyazıcı, Hasan Çelebi, Hüseyin Gündüz, Hüseyin Kutlu, Hüseyin Öksüz, Bekir Pekten ve Savaş Çevik'tir. Eserleri dini binalarda ve hususi koleksiyonlardadır.


Görüş Bildir Bizimle Paylaş