'İslam, bugün İslam'ı bir inanç olarak benimsemiş olanlar tarafından da hayatın tamamını kuşatan bir felsefe ve ideoloji (daha doğrusu Marksist anlamda 'dünya görüşü') olmadığından ona uygun ve bugünün koşullarına cevap veren, onunla örtüşen bir estetik de üretemiyor. Karşımızda 'eklektik' (karma karışık) bir estetik duruyor.' (Sabah, 11 Aralık 2008) Hasan Bülent Kahraman'ın bu yargıları, bize, onları ögelerine ayırarak tartışma imkânı vermiyor ne yazık ki. Niçin? Çünkü yargılarını kendilerine yüklediği önermeler o kadar gevşek dokunmuş ki izin verilirse şayet, bu zaafı, 'terminolojik yetersizlik'le değil, bu yetersizliği de besleyen 'ideolojik sınırlılık'la tanımlamayı deneyeceğim. Meselâ şu ifade bir kez daha ve dikkatlice okunmalı: 'Bu kadar toplumsallaşmış ve bu derecede hâkim hale gelmiş bir ideolojinin...' Hangi ideolojinin? Kahraman'ın dünya görüşü (ideolojisi) açısından elbette adına İslâm denen ideolojinin... *** Sayın Kahraman, İslâm'ın ne olduğunu söylememekle birlikte ne olmadığını kendince adlandırmaya çalışıyor. Onun bir 'dünya görüşü' olmadığını söylüyor. Hangi anlamda? Marksist anlamda. Peki İslâm başka ne değilmiş? Hayatın tamamını kuşatan bir felsefe ve ideoloji de değilmiş. Peki bu sefer hangi anlamda? Herhalde genel anlamda. Çünkü 'dünya görüşü' terimini Marksist jargona göre kullandığını belirten yazar, 'felsefe' ve 'ideoloji' kelimeleri için aynı titizliği göstermiyor. *** Bu estetik yazılarının başlığı şöyle: ? 'Estetiği kurban etmek' ? 'Estetiği İslam'a boğdurmak' Basit kelime oyunları. Ben de 'amiyane' tabirle mukabele etmek isterim: Dilin estetiği nerede sayın Kahraman? Üslubun, nezaketin, derinliğin zorunlu kıldığı o canım dil estetiği? 'Estetiği İslâm'a boğdurmak', 'Estetiği kurban etmek' gibi vulger başlıkları, kusura bakmasınlar ama, en nihayet gazeteci numerolarına akademik düzeyde uyum sağlama çabası olarak değerlendiriyorum ve sayın Kahraman'ın irfanının, kendisine bu yazılarıyla sınırlı olarak yönelttiğim 'özensizlik' eleştirisini dürüstçe üstlenecek kıratta olduğuna inanmak istiyorum. *** İslâm'ın bir felsefe, bir ideoloji, bir dünya görüşü olduğunu ve/veya olmadığını söylemek yanlıştır demiyorum. Bilâkis söylediğim şu: Bu beylik adlandırmaların tümü de anlamsızdır. Bilhassa hesabı verilmedikçe. Marksistlerin 'ideoloji' ile 'dünya görüşü' terimlerini eşanlamlı kullanmaları, sonra da gündelik konuşmalarda ?aldıkları o pozitivist terbiyenin de etkisiyle? 'din' ve 'felsefe' terimlerinin bazen yanına, bazen altına veya üstüne, çoklukla da bu terimlerin yerine yerleştirmekten hoşlandıklarını bilmez değilsem de meseleler ciddiyet kazanınca terminolojinin vuzuha kavuşturulmasını, yani taraflardan öğrencilik yıllarından kalma naif kullanımları bir kenara bırakmalarını beklemenin en azından okur hakkı olduğuna inanıyorum. Eskiler 'ıstılahatta münakaşa olmaz' derler. Yani terminolojik farklılıklar gayet doğal karşılanmalı ve dileyenin dilediği terimi dilediği anlamda kullanma hakkına sahip olduğu taraflarca kabul edilmelidir. Bu ilke, kullanılan terimlerin hesabını vermeyi gerekli kılar. Hesabını vermeyi ve pek tabii ki hesabını sormayı. Bir düşünce, ancak kullandığı kavramların analiziyle hesaba çekilebilir. Binaenaleyh eleştirinin, muhatabından 'söylediği' (elfazı) ile 'söylemek istediği' (muradı) arasındaki mesafeyi kapatmasını talep etmesi, onun öncelikli hakkıdır. Mesafe kapanmıyorsa/kapatılamıyorsa, eleştirinin görevi bitmiş demektir. Bu bir üslûb sorunu değil, bir ilke sorunu. Yani sadece dilin değil, düşüncenin de estetiği ile ilgili bir sorun. *** ? 'Sanat yapıtları tehlike içinde bulunuyor olmanın ürünleridir her zaman, bir yaşantıyı kimsenin daha öteye geçemeyeceği noktaya kadar yaşamanın ürünleri.' Paris'ten eşine yazdığı mektuplardan birinde, Rilke aynen böyle söyler. Rainer Maria Rilke. Sanatın çocuk prensi. 24 Haziran 1907'de. Rodin hakkında yazdığı kitabı henüz bitmemiş, dikkati de Cézanne'ın eserlerine daha yönelmemiştir. Estetiğin özüyle temas etmeyi umanlara nasıl da nezaketle elini uzatmış şair! Tehlike içinde bulunuyor olmadıkça, güzel'den söz edilemez. Güzelin estetik anlatımı, kimse tereddüt etmesin ki bir mahrumiyetin sonucudur. Bir yoksunluğun. Bir yoksulluğun. Kısaca 'hayalin marifeti'dir estetik. Güzelin hayalinin. Eskilerin tabiriyle, 'güzel'in adem-i huzurunda güzelliği idrak etmektir. Yokluğundan bile haz elde edebilmeyi başarmaktır. Lâkin her şeyden önce taşları, bitkileri, hayvanları tanımaktır. Taşta, bitkide, hayvanda görüneni. Bir de insanı. İnsanda zuhur edeni. Önce güzel'i. Sonra güzelliği. Düşte, düşe dışarıdan getirdiklerimizi görürüz aslında. Gördüklerimizi görürüz. Bildiklerimizi biliriz. Ama farklı bir biçimde. Dolayımlı bir biçimde. Estetik üzerine konuşmamız gerekiyor. Güzel'e dair. Güzelliğe. Hakikaten yoksunu ve yoksulu olduğumuz 'bu güzel'e. Hakikate dair. Hakikatine. Hak güzeldir güzeli sever fehvasınca. Arınmak için. Güzelce. Not: 16 Aralık 2008 Salı, 18.30'da Taksim Atatürk Kitaplığı'nda. Yılın son dersi. Yenişafak
Hayalin marifeti
18 Yıl Önce Güncellendi
2008-12-14 05:19:00
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
SON VİDEO HABER
Haber Ara
Yorum Yap