Macid Keyali*
Bazı istatistiklere göre geçen dört yıl boyunca Suriye'deki çekişmede en az 2500 Filistinli şehit oldu. Bu ölümlerin yarısının Yarmuk kampı ve civarından olduğu tahmin ediliyor. İşkence altında ölen 300 şehit de bu toplam sayıya dahil. Oysa yarım asır boyunca İsrail hapishanelerinde 200 Filistinli esir hayatını kaybetti. Ayrıca yaklaşık 900 Filistinli, Suriye rejiminin zindanlarında. Filistinli mültecilerin yaklaşık yarısı abluka ve bombardıman sebebiyle kendi kamplarından ayrıldılar. Ürdün, Lübnan, Türkiye ve başka ülkelerde ikinci veya üçüncü kez mülteci konumuna düştüler.
Filistinlilerin durumu, son olarak nüfusu 18 bine düşen Yarmuk kampı nedeniyle medyanın, sosyal paylaşım sitelerinin, Filistin'in ve uluslararası camianın gündemine oturdu. Sebep ise IŞİD ve müttefiki Nusra Cephesinin bu kampa saldırmasıydı. Bu gelişme bir kampın daha yok olması ihtimalini beraberinde getirdi. Kampın Tel Zagter, Dabiya, Sabra, Şatila ve Nehr Barid kamplarının karşılaştığı kötü akıbetle karşılaşacağı yönündeki endişeleri arttırdı.
Ne var ki bu konuyu ele almak üç temel gözlemi zikretmeyi gerekmektedir. Öncelikle, Filistinlilerin Suriye’deki trajedisi Yarmuk kampı sakinleriyle sınırlı değil. Bu trajedi aynı akıbeti yaşayan Filistin mülteci kamplarının çoğunluğunu kapsıyor. Rejim, kendi kontrolündeki Seyyide Zeynep, Sebine ve Huseyniye (Şam’a yakın) kamplarında yaşayan insanların evlerine dönmelerini engelliyor.
İkinci olarak, Yarmuk kampı trajedisi IŞİD’in saldırısıyla değil, 25 aydır (Aralık 2012’den itibaren) devam eden rejimin ablukasıyla başladı. Rejim 2 yıldır kampı kapattı. Çocuk, kadın ve yaşlıların dahi giriş ve çıkışına izin vermiyor. Gıda ve ilaç malzemelerinin girişini durdurdu, elektriği kesti ve 200 gündür de su vermiyor. Bu durum yaklaşık 170 kişinin açlık ve hastalıktan dolayı şehit olmasına yol açtı.
Üçüncü önemli nokta, Şam’ın güneyinde bulunan bu kampın fakir semtlerle çevrili olmasıdır. Bu semtler yaklaşık bir milyon Suriyeli’nin yaşadığı aşırı kalabalık semtlerdir. Yani kamp, tecrit edilmiş bir ada ortasında değildir. Başka şehirlerden ve Şam’dan gelen Suriyeli sığınmacıları çeken küçük bir şehir konumundadır. Bu bölgedeki Filistinlilerin sayısı 200 bini geçmez.
Suriye'deki Filistinlilerin başkenti: Yarmuk
Ayrıca bu kampın başka kamplar gibi olmadığı hususu da dikkate alınmalıdır. Yoğun bir Filistinli nüfusunu barındıran, çok sayıda ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetin yürütüldüğü, Filistinli örgütlerin ofislerinin çoğunu barındıran bu kamp, Filistinli sığınmacıların başkenti sayılmaktadır. Daha da önemlisi Yarmuk kampı Suriye rejimine diz çökmeye ayak direyen Filistin ulusal ağırlığının en önemli merkezi olarak görülmektedir.
Yarmuk Kampı Suriye devriminin dört yıl önce patlak vermesiyle birlikte coğrafik konumu ve demografik ağırlığı sebebiyle rejim ile muhalifler arasında bir çatışma noktası oldu. Bu durum yaşanan çekişmeden uzak durulması yönündeki çağrıları sonuçsuz bıraktı. Zira rejim, tarihsel olarak kendisine bağlı Filistinli grupların desteğiyle kampı çıkarları için kullanmak istedi. Muhalefet de komşu semtlerdeki halk desteğiyle iç içe geçmiş olmasını dikkate alarak kampı kendi çıkarları için almak istedi. Kamp sakinleri ise kampın komşu bölgelerden rejimin bombardımanından ve zulmünden kaçarak gelen sığınmacı Suriyelilere yönelik kucaklayıcı bir yardım bölgesi olarak kalmasını istedi.
Bilindiği üzere rejim o günden itibaren bu denklemden hoşnut olmadı ve Filistinli destekçileriyle birlikte denklemi başarısız kılmak için uğraşmaya başladı. Kampı kendi kontrolünden çıkmış, disipline edilmesi veya bedelini ödemesi gerekli bir bölge olarak gördü. Silahlı kişiler Yarmuk kampına girmeden, Nusra Cephesi, IŞİD ve başka örgütler kampta görülmeden önce de yaşanan buydu.
Bu çerçevede sözgelimi rejim 13 Temmuz 2012 günü kamptaki bir gösterinin üzerine ateş açtı. Bu olayda 8 Filistinli hayatını kaybetti. İçlerinden biri (Ahmed Sehli Ebu Ramiz) çocuklarının gözü önünde ve gösteri yerine yakın evinde sebepsizce idam edildi. Belki de sonraki tüm gelişmelerin temelini bu olay oluşturdu. 2 Ağustos 2012 günü rejimin bölgeye yakın üslerinden atılan füze bombardımanı sonucunda kampın Cauna semtinde 18 Filistinli öldü. 2 Kasım 2012’de yine füze saldırısı yapıldı ve 13 Filistinli hayatını kaybetti.
Özetle 15 Aralık 2012 tarihine (yani MIG savaş uçağının bombardımanından bir gün öncesine) kadar komşu Hacer Esved ve Tedamun Filistinlileri hariç sadece Yarmuk kampı Filistinlilerine yönelik füze bombardımanındaki şehitlerin sayısı 80’in üzerindedir. Savaş uçağı Abdulkadir Huseyni ve Felluce okulunu hedef almıştı. Hava saldırısı 19 Aralık günü füze bombardımanıyla tekrarlandı. Saldırı kampın batısındaki Selasin caddesine bitişik mahkeme binası yakınında 50 metre genişliğinde korkunç bir yıkıma yol açtı.
Bunun sonucu olarak Suriye’nin diğer bölgelerinde yaşandığı gibi silahlı gruplar kampa girdi. Bu durum başka bölgelerdeki benzer durumlarda yaşandığı üzere rejimin bombardımanından ve kampı ablukaya almasından korkarak çıkmayı tercih eden kamp sakinlerinin endişesini arttırdı. Geçen 25 ay boyunca da gördüğümüz gibi yaşanan bizzat bu oldu.
Yaşananların sorumlusu rejimdir
Bu anlatılanlardan dört temel sonuç çıkarılabilir. Birincisi Yarmuk kampı silahlar ortaya çıkmadan, Suriye sahası silahlı devrime dönüşmeden, Nusra Cephesi, IŞİD ve benzerleri görülmeden önce tüm bu gelişmeleri yaşıyordu. İkincisi kampı acımasızca kuşatan, ekmek ve su şişesinin dahi girişini engelleyen rejimin kendisi kampta bu aşırı grupların yayılmasının ve kampı ele geçirmelerinin sorumlusudur.
Üçüncü çıkarım ise bu olaylar sadece Filistinlilerin başına gelmedi. Benzerleri Suriye’nin başka bölgelerinde (Dera, Hums, Halep, İdlib, Rakka, Şam, Kabun, Berze ve Duma’da) yaşandı. Özellikle de IŞİD ve benzeri grupların yükselişi, bu tür grupların Suriyelilere ve Filistinlilere karşı işledikleri tüm iğrenç eylemlerle birlikte…
Dördüncü çıkarım ise Yarmuk kampından ve yaklaşık yarım asırdır Suriye’nin başına gelenlerden rejim sorumludur. Zira kampın komşu bölgelerden gelen Suriyelilere kucak açması rejimin hoşuna gitmedi ve bazı Filistinli grupların desteğini alarak kampı kendi çıkarları için almaktan başka seçeneğe rıza göstermedi. Esasında rejim, kampın Filistin ulusalcılığının yanında yer almasından dolayı rahat değildi. Yaser Arafat da bağımsız Filistin kararıyla Suriye rejimiyle çekişme aşamalarında bu Filistin ulusalcılığını temsil etmişti.
Muhalefet, rejimin planını anlayamadı
Ayrıca Suriye muhalefeti de rejimin planlarını kavramadığı ve hatta kampı kendi çıkarı için almaya çalışarak aynı kareye girdiği için yaşananların sorumluluğunu taşımaktadır. Muhalefetin bu tavrı kampın Suriyeli ve Filistinli 1 milyon civarındaki nüfusunu evinden etti.
Burada ayrıca muhalif silahlı grupların kampı alma hikayesinde gizli kalan bir noktayı zikretmek uygun düşer. Zira sonradan anlaşıldığı üzere bu grupların birçok lideri istihbarat organlarına çalışıyor. Bu olay Nehri Barid kampı trajedisini hatırlatıyor. Bu trajediye Suriye rejimine çalışan Fethi İntifada’nın kucağında büyüyen Fethi İslam örgütü sebep olmuştu.
Şu türden soruların ışığında böyle bir çıkarımda bulunmak gayet meşrudur: IŞİD kuşatma altındaki kampa nasıl ulaştı? Kuşatma altındaki bölgelerde silah, cephane ve erzak malzemelerini nasıl temin etti? Rejim kampı hedef almak yerine neden varil bombalarıyla IŞİD’i hedef almadı? Niçin IŞİD ve müttefiki Nusra Cephesi kamp yerine rejimi hedef almadı? Niçin masum halkın çıkışı için güvenli koridor açılmadı?
Burada bu sorunu ele alırken dikkat çeken bir noktada Filistin liderliğinin çelişkili tutumlarıdır. Geçmiş dönemlerde Suriye’de yaşananlardan ‘uzak durma’ iddiasında bulunmuşlardı. Hatta Ahmed Cibril liderliğindeki Filistin Halk Kurtuluş Cephesi-Genel Komutanlık örgütünü, rejimin tarafını tutmak ve kamplarda kendileri için silahlı komiteler kurmasını istemek suretiyle Filistinlilerin Suriye çekişmesine girmesine sebep olmakla suçladılar. Ancak Filistin Kurtuluş Örgütü yönetimi bu tutumunu koruyamadı. Zira Suriye devriminin Arap ve uluslararası alanda gerilemesinden istifade ederek bazı zamanlar rejimle ilişkilere umut bağlayan bir görüntü çizdi.
Şimdi Filistin liderliğinin Suriye devrimine yönelik tutumu bir yana bizi burada esas ilgilendiren husus Suriyeli Filistinlilerin trajedisi karşısındaki tavrıdır. Filistin liderliği Suriyeli Filistinlilerin sıkıntıları ve acılarına uygun derecede bir yaklaşım sergilemedi. Bu da onlarla bağının kesik olduğu ve sadece Batı Şeria’yla ilgili bir yönetime dönüştüğü, Filistin halkının tek meşru temsilcisi olma vasfını yitirdiği mesajı veriyor.
Filistin yönetiminin tavrı
IŞİD ve Nusra’nın Yarmuk kampına saldırması sonrası Filistin yönetiminin tutumu gayet net çekilde ortaya çıktı. Filistin yönetimi iki yılı aşkın süredir Yarmuk kampı ablukasına, rejimin, bombardıman, keskin nişancılar ve yıkım suçlarına, tutuklama politikası ve işkence altına ölümlere sessiz kalmıştı. Şimdi de rejimin kampta tekfirci ve terörist grupların olduğu yönündeki söylemini benimsedi. Son günlerin gelişmeleri (özellikle de IŞİD ve Nusra gruplarının kampa saldırısı) bu söylemi çürüttü.
Bu çerçevede FKÖ Yürütme Komitesi Üyesi Ahmed Mecdalani’nin oldukça basit açıklamaları oldu. Zira Mecdalani, Yarmuk kampı sorununa güvenlik çözümü bulunması için Filistin yönetimi ile Suriye rejimi arasında işbirliği yapılması çağrısı yaptı. Ancak kampa yönelik kuşatmanın Nusra ve IŞİD’den önce başladığını, rejimin kampı gelişi güzel bombaladığını, hapishanelerinde yüzlerce Filistinliyi tuttuğunu ve güvenli koridor açılmasına izin vermediğini görmezlikten geldi.
Görünen o ki bu açıklama FKÖ yönetimine sunulmamış. Zira FKÖ bir bildiri yayınlayarak dolaylı yolla Mecdalani’nin açıklamalarını reddettiklerini ifade ederek ‘daimi tutumlarının halkımızın ve kamplarının kardeş Suriye’de yaşanan çekişmeye bulaştırılmasına karşı çıkmak yönünde olduğunu, yaralı kampı kurtarma gerekçesiyle Yarmuk kampındaki silahlı çekişmeye taraf olmayı reddettiklerini, FKÖ'nün tüm taraflarla ilişkilerini korumakta kararlı olduğu bir zamanda türü ve gerekçesi ne olursa olsun askeri bir operasyona çekilmeye karşı çıktığını, halkımızın kanını korumak, Yarmuk kampında daha fazla yıkım ve tehciri engellemek için başka araçlara başvurulması çağrısı yaptığını’ vurguladı.
Ancak bu tür durumlarda Filistin yönetiminden istenen, kendisini Suriyeli Filistinlilerin acılarını ve sıkıntılarını inkar eden Mecdelani’nin açıklamalarından kurtarmak değil, aynı zamanda Mecdelani’yi görevden alması ve Filistin davasına zarar veren tutumlarından dolayı yargılamasıdır. Filistin davası bir toprak parçasının davasından ibaret değildir, aynı zamanda özgürlüğün, onur ve adaletin anlamıdır. Ayrıca bu gibi tutumlar FKÖ’nün Filistin halkının bulunduğu her yerde Filistin halkının tek meşru temsilcisi olma konumu bitirmektedir. Filistin yönetimini kendi halkından tecrit olmuş, yorgun bir yönetim olarak göstermektedir.
Son olarak Filistinlilerin Suriye’deki Nekbe’sinin (büyük felaketinin) Suriyelilerin Nekbe’sinin bir parçası olduğunu çok iyi bilerek tüm bunları söylüyoruz. Zira acılar bir, umutlar bir…
*Macid Keyali, Filistinli siyasetçi ve yazar. 1954 yılında Suriye'nin Halep şehrinde doğdu. Şam Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Filistin ve İsrail konularında araştırma, analiz ve eleştiriler kaleme alan Keyali'nin, '48 Filistinlileri ve İntifada', 'Büyük Ortadoğu: Göstergeleri ve Paradoksları', 'Çözüm ve Nihai Çözüm Konuları' adlı kitapları bulunuyor.
AL JAZEERA