Şairin yakın dostu Eşref Edip Fergan'ın kitabını 900 sayfalık 'Mehmed Akif Hayatı Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları' isimli eser haline getiren yazar Fahrettin Gün, Mehmet Akif Ersoy'u, 78. yıl önce hayata gözlerini yumduğu İstiklal Caddesi'ndeki Mısır Apartmanı'nın önünde AA muhabirine anlattı.
Gün, 1923 ve 1924'te kış aylarını Mısır'da, yaz mevsimi de Türkiye'de geçiren Ersoy'un, 1925'te Türkiye'ye geldiğini anlattı. Ersoy'un başyazarı olduğu ve politikasını yönlendirdiği Sebil-ül Reşat mecmuasının sahibi Eşref Edip Fergan'ın, önce Ankara, sonra da Şark istiklal mahkemelerinde idam cezasıyla yargılandığını, derginin kapanması şartıyla serbest bırakıldığını söyledi.
Ersoy'un, 1925 Ekim'inde Mısır'a gitmek zorunda kaldığını vurgulayan Gün, "Ersoy, milli mücadelenin manevi kahramanı olmasına rağmen milletvekili yapılmamıştır. Emekli maaşı bağlanmamıştır, kendisine iş verilmemiştir, mecmuası kapatılmıştır, peşine en az 20- 30 polis takılmıştır. Akif, 'Ben vatan haini miyim, bana bu muamele niçin yapılıyor' diyerek ülkeyi terk etmiştir. Gönüllü sürgün yıllarıdır. Bence Akif'in yaptığı en doğru davranışlardan birisi budur. Çünkü şair Akif gitmeseydi, buradaki durumu çoğu zaman istiklal mahkemelerinde yargılanan alimlerin durumuna benzeyecekti" diye konuştu.
- "Dostları bile onu gizli gizli sevdi"
Fahrettin Gün, Ersoy'un Mısır'da kaldığı 11 yılını okumakla geçirdiğini, tasavvufa yöneldiğini, 7 yıl boyunca Kur'an-ı Kerim'in mealiyle uğraştığını ifade ederek, orada yokluk içinde yaşayan Ersoy'un, 1928'de Eşref Edip Fergan'a mektup yazarak, başkasından almamak şartıyla 10 lira göndermesini istediğini aktardı.
Mısır'da 1932'de şairi ziyaret eden Hikmet Bayur'un, Kahire'deki elçilikte 5 bin lirasının hazır olduğu söylemesine rağmen Mehmet Akif Ersoy'un bu parayla hiç ilgilenmediğini belirten Gün, "Akif Mısır'a gittiğinde hiçbir dostu ondan söz etmemiştir. Çünkü Akif'ten bahsetmek büyük bir cesarettir. Dostları bile onu gizli gizli sevdi" dedi.
Hastalanan Ersoy'un 14 Haziran 1936'da Mısır'dan İstanbul'da geldiğini dile getiren Gün, şöyle devam etti:
"17 Haziran'da İstanbul'a geldiğinde sadece birkaç dostu onu karşıladı. Mithat Cemal Kuntay 'Gemi Galata rıhtımına yaklaştığı zaman birisi indi. Ben tanıyamayacaktım, iskelet halindeydi. Yanındaki eşinden onun Akif olduğunu anlayabildim' diyor. Halim Paşa'nın kızı Emine Hanım'ın evine bir süre misafir edilir. Sonra Şişli Sağlık Yurdu'nda 20 gün kalır. Siroz olduğu tespit edilir. Sonra Akif'e Mısır Apartmanı'nın 2. katında bir daire tahsis edilir. Temmuz ayını burada geçirir. Halim Paşa'nın Alemdağı'ndaki çiftliğinde ağustos, eylül aylarını geçirir. 15 günde bir gelerek karnından su alınır. Giderek daha da zayıflar. Havaların soğumasıyla ekim ayında Mısır Apartmanı'na gelir. 63 yaşında vefat eden Akif, 'Çok seviniyorum. Çünkü peygamberimin yaşında öleceğim' der. 27 Aralık Pazar günü 19.45'te vefat eder."
- "Eseriyle gömüldü"
Yazar Fahrettin Gün, şair ile Mısır Apartmanı'nda yaşarken binayı yaptıran Abbas Halim Paşa'nın vekili, apartmanın yöneticisi Fuad Şemsi'nin yakından ilgilendiğini belirterek, cenaze törenini şöyle anlattı:
"Cenazesi 28 Temmuz Pazartesi sabahı Beyoğlu Hastahanesi'nde yıkanır. Naaşı öğleye doğru Beyazıt Camisi'ne getirilir. Bir fukara cenazesi gibidir. Çünkü birkaç kişi dışında kimse olmadığı gibi tabutunun üzerinde bir şey yoktur. İşte bu süreçte Emin Efendi Lokantası'nın sahibi Mahir Usta, elindeki bayrağı tabutun üzerinde örter. Sonra İstanbul Üniversitesi'nden binlerce genç üniversitesinin sancağını alıp, Mehmet Akif'in tabutunun üzerine örter. Bir camiden Kabe örtüsü getirilip, o da tabutun üzerine örtülür. Cenaze namazının ardından gençler tabutu Edirnekapı Şehitliği'ne kadar omuzlarında taşır. Cenazeye hiçbir siyasi kuruluş katılmaz. Gençler Akif'in naaşını mezara yerleştirir ve yanına da İstiklal Marşı'nı koyup mezarı örter. Fetihten beri şehrin toprağına kendi eseriyle gömülen ilk o oldu. Gençler hep birden kabri başında İstiklal Marşı'nı okurlar. Bir sene sonra da üniversite gençleri harçlıklarını toplayıp şairin mezarını yaptırır."
- "Şairi bilmiyoruz"
Mehmet Akif Ersoy'u herkesin sevdiğini, ilgi gösterdiğini ama hiç bir zaman bunun bilgiye dönüşemediğini vurgulayan Gün, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Seviyoruz ama bu ilgi düzeyinde kalıyor, bilgiye ulaşamıyor. Herkesin kütüphanesinde Kur'an-ı Kerim'den sonra ikinci kitap, Safahad. Alıyorlar ama okunmuyor. Genç nesillerin bu kitabı okuması gerekir. Akif, bu ülkede en fazla konuşulan, üzerine makaleler yazılan, ama anlaşılamayan bir aydındır. Boşuna yaşamayan, savaşmayan ve ölmeyen birisidir. Anlaşılması gerekir. 1920'nin 24 Nisanı'nda Ankara'ya gidinceye kadar milli mücadele hareketi İttihat ve Terakki'nin bir oyunuydu. Akif Ankara'ya gidince Milli Mücadele hareketi bir dinamizm kazandı. Cephelere gittiğini, ayaklanmaları bastırdığını biliyoruz.
Safahad'ın gençlere anlatılması gerekir. Akif Türkçe'yi en berrak kullanan gerçekten önemli bir şairdir. O bir iman şairi, büyük bir mütefekkir, bir Kur'an şairidir. Bir manevi kahraman, büyük bir mücadele adamıdır. 2011'de Mısır Apartmanı'nın müze yapılmasıyla ilgili bir girişim oldu ama gelişme yaşanmadı. Bir an önce ikinci kattaki Akif'in kaldığı dairenin Mehmet Akif Müzesi ve Enstitüsü'ne dönüşmesini temenni ediyoruz."