Uygar Aktaş* / TİMETURK
Suriye’de korku dolu 40 yıl boyunca susan, ‘susmaya mahkûm edilen insanlar’, Tunus ve Mısır’da başlayan ‘Cuma devrimleri’ ile birlikte korku duvarını yıktılar ve ertelenmiş öfkeleriyle sokaklara döküldüler. Artık onları ne olağanüstü hal, ne resmi tehditler ne de devletin derin çeteleri durdurabilmekte. Protesto yürüyüşlerinin başladığı günlerde, bu gelişmeleri küçümseyen, gösterileri şiddetle bastırabileceğini düşünen, sadece gösterilerin belli meydanlara hâkim olmaması için gayret eden rejim, olayların ciddi bir hal alması üzerine muhtelif taktik hamlelerden müteşekkil bir strateji belirledi:
I ) Muhalefetin maneviyatını kırmaya yönelik hamleler:
— Olayların bir ABD, İsrail ve batı tertibi olduğunu yayarak iç destek sağlamaya çalışmak ve muhalefetin iradesini zayıflatmak
—Baba Hafız Esad’ın 70’li yıllarda Müslüman Kardeşlere karşı uyguladığı taktiği aynen takib ederek Şam Ulemasını rejimin yanına çekmek, böylece İslami muhalefeti parçalamaya çalışmak.
— Çatışmalarda üçüncü bir tarafın bulunduğu tezini sürekli işleyerek kendi katliamlarını gizlemek.
II ) Bölgesel ve Uluslararası sistemi razı etmeye yönelik hamleler:
— Bakanlar Kurulunun değiştirilmesi, Olağanüstü Hal ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinin ilgası gibi ‘kozmetik’ tadilatlarla hem halka hem de dışarıya reform ve değişim yapılacağına dair mesajlar vermek.
— Olayları silahlı selefi gurupların ve çetelerin kışkırttığını iddia ederek dış destek almak ve kendi kullandığı şiddeti meşrulaştırmak.
— Kürt bölgelerinde yapılan gösterilerde silah kullanmayarak hem Batıdan hem de bilhassa Türkiye’den gelebilecek tepkilerin önünü kesmek.
— Yoğun diplomatik hamlelerle Ürdün, Irak, Suudi Arabistan ve başta Kuveyt olmak üzere bütün körfez ülkelerinin desteğini almak.
III ) Gösterileri tamamen kırmaya yönelik hamleler:
— Görülmemiş bir şiddet kullanarak halkın gözünü yıldırmaya çalışmak.
— Bir yandan halkın gözünü yıldırmaya çalışırken, diğer taraftan da onurlarını çiğnemek, hakaretlerde bulunmak suretiyle onları silah kullanmaya zorlamak.
— Baas öğrenci teşkilatları ile işçi sendikalarını silahlandırarak iç savaş hazırlıkları yapmak.
— Bazı bölgelerde cami ve kiliselere baskın düzenleyerek bütün ülkede Nusayri-Sünni ve Müslüman-Hıristiyan çatışması doğurabilecek tahrik ve provakasyonlarlarda bulunmak.
Rejimi yıkmaya yönelik hareketlerin başarısı, sokaklara dökülen muhaliflerin kemmiyetine, örgütlülük düzeyine, büyük şehirlere sirayetine, ordunun tavrına ve rejimin bölgesel ve uluslararası sistem içinde oynadığı role bağlıdır. Bütün bu unsurlar nazarı dikkate alındığında durumun halen halkın aleyhine olduğu görülmektedir. Burada rejimin uluslarası ve bölgesel sistem içindeki konumuna dikkat çekmek gerekmektedir. Baas rejimi, kurulduğu günden beri uluslararası ve bölgesel dengeleri dikkatle takib ederek ve konjonktörun kendi aleyhine geliştiği durumlarda esnek bir stratejiyle zaman zaman tavizler vererek ayakta kalmayı başarmıştır. İçeride kurduğu muazzam istihbarat ve güvenlik ağıyla kendini güvende hisseden rejimin asıl korkusu dış müdahalelerdir. Baas rejimi Türk Kara Kuvvetleri Komutanı’nın sınırda yaptığı tehditle Öcalan’ı Şam’dan çıkarmış, Fransa’nın tehditiyle Lübnan’dan çıkmış, ABD’nin baskısıyla El-Kaide’ye karşı CIA’le birlikte ortak askeri operasyonlara katılmaktan çekinmemiştir. Bundan dolayı rejimin dış destek almadan halka böyle bir şiddet uygulayabilmesi mümkün değildir. Aslında ülkenin her tarafında katliamlar gerçekleştiren rejimin kürt bölgelerinde silaha başvurmaması bunun bir işaretidir.
Görüldüğü kadarıyla uluslararası güçler, Baas rejimine, bölge istikrarı bakımından özel bir konuma sahip olan kürt bölgelerinde silaha başvurararak kaosa yol açmamak şartıyla tasarruf serbestliği tanımış durumdadır. Uluslararası sistemde ‘parya’ olarak nitelendirilen ve düne kadar ‘haydut devlet’ muamelesi gören rejim birdenbire bölgesel düzenin sistemik unsurlarından biri haline geldi. Bugüne kadar batıdan gelen eleştiri ve kınamalar rutin ve ciddiye alınmıyacak türdendir. Diğer yandan düşman cephelerde yer alan İran, Ürdün, Kuveyt ve Körfez ülkeleri verdikleri beyanatlarla Baas rejimine destek verme yarışına girdiler. Suriye halkı görüldüğü gibi sadece Baas rejimine değil bir bakıma bütün bölgesel sisteme karşı mücadele vermektedir. Zira burada vuku bulacak bir iktidar değişikliği bölge düzenini sarsacak niteliktedir.
Genel durum rejim lehine görünse de protestolar ülke geneline yayılmakta hatta yavaş yavaş Şam’a sirayet etme eğilimi göstermektedir. Ülkenin ikinci büyük şehri olan Halep’te de küçük çaplı kıpırdanmalar başlamış vaziyettedir. Katliamlarla sindirilmek istenen Dera’a halkı Azim Cuma’sında yüz bin kişilik katılımla rejimin adeta bütün tedbirlerine ve tehditlerine meydan okumuştur. Rejimin İsrail ile savaş halinde bulunması, mukavemet örgütlerine sağladığı destek de halkın gözünde artık bir şey ifade etmemektedir. Korku duvarı yıkıldığı gibi rejimin masuniyet zırhı da yıkılmıştır. Ülke şu anda kritik eşikte bulunmaktadır. Protestoların Şam’a yayılıp yayılmayacağı merak edilmektedir. Şam’a yayılması ve kitleselleşmesi halinde ise yeni bir merhaleye girilecektir. Bu takdirde rejimin önünde iki tercih ihtimali bulunmaktadır:
A) Ya ciddi reformlara giderek halkla barışmaya ve yeniden meşruiyet tesis etmeye çalışacak.
B) Ya da ülkeyi mezhep ve din ihtilaflarına dayalı bir iç savaşa sürükleyecektir.
Halk, olağanüstü halin ve devlet güvenlik mahkemelerinin ilgasını ciddi ve samimi bir reform hamlesinden çok duruma hâkim olmaya matuf kozmetik değişiklikler olarak görmekte, bu reformların fiilen uygulanabileceğine inanmamaktadır. Gösteriler başladığından beri yapılan en büyük katliamın olağanüstü halin ilgasından hemen sonra gerçekleştirilmiş olması da bu şüpheleri haklı çıkarmaktadır.
Halka göre bu reformların ciddi olabilmesi için;
- Baas partisine iktidar tekeli sağlayan Anayasının 8. maddesinin kaldırılması ve çok partili sisteme geçilmesi,
- Bütün siyasi mahkûmların serbest bırakılması,
- Protesto gösterilerinde halka ateş açılması emrini veren güvenlik yetkililerinin tutuklanarak yargıya havale edilmesi,
- Ülkede yolsuzluk ve zulmün sembolü olarak tebarüz eden Rami Mahluf ve Mahir Esad’ın tutuklanması gerekmektedir.
Bu talepleri karşılayan bir reform paketinin Baas rejimi ve Esad’ın sonunu getireceği, hatta işin, kırk yıldır ülkenin kaderine ve servetlerine el koymuş bu gurubun yargılanması ve cezalandırılmasına kadar gideceği açıktır. Esad’ın, bir dış zorlama ve tehdit olmadığı takdirde, kendi sonunu getirecek olan böyle bir yol yerine ikinci şıkka başvurması daha muhtemeldir. Rejim zaten bu ihtimali bölgeye karşı bir tehdit unsuru olarak kullanmaktadır. Zira buradaki bir iç çatışmanın mutlak surette Lübnan’a hatta Ürdün ve Irak’a sıçrama ihtimali bölgedeki bütün aktörleri tedirgin etmektedir.
Şiddet kullanımına devam edilmesi, Baas gençlik teşkilatı ve işçi sendikaları mensuplarının silahlandırılması, bazı bölgelerde mescid ve kiliselere yapılan saldırılar ikinci şıkkın aslında işleme konulmuş olduğunu göstermektedir. İkinci ihtimalin tehdit unsuru olmaktan çıkarılıp fiiliyata dökülmesi halinde rejimi içeride durduracak bir güç bulunmamaktadır. Her ne kadar bazı bölgelerde bazı subay ve askerlerin halkın üzerine ateş açmadığı, bazı yerlerde ordu birlikleri ile milis güçleri arasında çatışma çıktığına dair haberler gelse de orduda Mısır ve Tunus’daki gibi rejime dur diyecek bir irade bulunmamaktadır.
Bu durumda on binlerce insanın öldürüleceği karanlık ve kanlı bir çatışma dönemi başlayacaktır.
*Araştırmacı-Yazar.
Yazarın ilgili makalesi için tıklayın
Ortadoğu'da 'Cuma Devrimleri'
Şam Baharı – ya da cellada göz kırpmak