Ankara Lefkoşa hattında yeni kriz
KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan Tufan Erhürman'ın zaferi, dış politika uzmanları tarafından bir 'belirsizlik' değil, bir 'yöntem farklılığı' meselesi olarak yorumlanıyor. Tudpam Yönetim Kurulu Üyesi Zeynep Gizem Özpınar, Rum tarafının siyasi eşitliği reddederek federasyon zeminini fiilen ortadan kaldırdığını belirtti , Erhürman'ın ilk hamlesinin Türkiye ile istişare içinde kalmak ve Kıbrıs Türk halkının egemenliğini güçlendiren somut adımlar atmak olması gerektiğini vurguladı. Seçimin temel mesajı, ekonomik sorunlar ve liyakatsizlik eleştirisine yönelik bir 'yönetim değişikliği' talebi olarak okundu.

Oluşturma Tarihi: 2025-10-21 13:59:56

Güncelleme Tarihi: 2025-10-21 14:13:25

Meltem Suat Timeturk Dış Haberler Servisi/Özel

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimlerini Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) adayı Tufan Erhürman'ın kazanması, Ankara ile Lefkoşa arasındaki diplomatik hattın ve Kıbrıs Sorunu'nun geleceğini yeniden gündeme taşıdı. İktidarın desteklediği adayın kaybetmesi ve muhalefet liderlerinin tepkileri üzerine, Tudpam Yönetim Kurulu Üyesi ve dış politika uzmanı Zeynep Gizem Özpınar ile seçim sonuçlarının derin anlamını, Türkiye-KKTC ilişkilerinin geleceğini ve federasyon tezinin sınırlarını konuştuk.

Sayın Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman, seçim zaferinin hemen ardından yaptığı açıklamada tarafsız bir cumhurbaşkanı olacağını belirtti. Ancak kendisinin federasyon modeline olan bağlılığı biliniyor. KKTC'nin 'İki Egemen Devletli Çözüm' yönündeki kararlı duruşu, yeni dönemde nasıl bir diplomatik kriz veya belirsizlik içine girecektir? Erhürman'ın ilk diplomatik hamleleri ne yönde olmalıdır?

Burada asıl mesele bir “belirsizlik” değil, bir “yöntem farklılığı” meselesi. Tufan Erhürman'ın federasyon modeline yakın duruşu elbette biliniyor ama bu, Kıbrıs Türk tarafının bilhassa son beş yılda edindiği egemenlik bilincini ortadan kaldırmaz. Çünkü artık sahadaki gerçekler değişti. Rum tarafı, her defasında siyasi eşitliği reddederek federasyon zeminini fiilen ortadan kaldırdı. Bu durumda, yeni Cumhurbaşkanı'nın yapması gereken ilk şey, uluslararası toplumla temaslarında iki devletli yapının kalıcılığını fiilen gösterecek adımlar atmak olmalı. Yani diplomatik söylemde federasyon vurgusu yumuşak olabilir ama eylemde Kıbrıs Türk halkının egemenliğini güçlendiren adımlar atılmalıdır. Diplomasinin gerçek başarısı, söylenenlerden çok sahada atılan somut adımlarla ölçülür. Dolayısıyla Erhürman'ın ilk hamlesi, hem Türkiye ile istişare içinde kalmak hem de Avrupa'daki çevrelere “Kıbrıs'ta iki halkın kalıcı olarak yan yana yaşayabileceği bir düzenin ancak karşılıklı egemenlik temelinde mümkün olduğunu” anlatmak olmalı. Aksi halde federasyon arayışı, Rum tarafının oyalama siyasetine dönüşür.

Ankara'nın son dönemde açıkça desteklediği adayın seçimleri kaybetmesi ve MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin sonuçları tanımadığı yönündeki sert açıklamaları, Ankara ile yeni Cumhurbaşkanlığı makamı arasında bir gerginlik potansiyeli yaratmış mıdır? Tufan Erhürman'ın, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yürüteceği ilişkinin sağlıklı zemini nasıl kurulacaktır?

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Türkiye-KKTC ilişkileri, kişilere ya da partilere bağlı geçici bir bağ değildir. Bu ilişki, tarihsel bir dayanışma, güvenlik ortaklığı ve kültürel kardeşlik temelinde şekillenmiştir. Dolayısıyla seçim sonucu, kısa vadede bazı siyasi ton farklılıklarına yol açabilir; ancak bu, ilişkilerin özünü sarsacak bir durum yaratmaz. Söz konusu olan daha çok diplomatik iletişim biçiminin yeniden tanımlanmasıdır.

Sayın Tufan Erhürman da bunu gayet iyi fark etti. Seçimden hemen sonra yaptığı açıklamada, “Dış politika elbette Türkiye'yle yakın istişareyle yürütülecek, bundan kimsenin kuşkusu olmasın” diyerek, ilişkilerdeki stratejik bağın devam edeceği mesajını verdi.

Türkiye'nin “etkin ve fiili garantörlüğü” konusuna gelince; bu, Kıbrıs Türk halkı için sadece askeri bir güvence değil, varoluşsal bir sigortadır. 1974'ten bu yana Türkiye'nin garantörlüğü, adadaki barışın, istikrarın ve Kıbrıs Türklerinin güven içinde yaşamasının en temel teminatı olmuştur. Bugün bu düzenin değişmesi ne Ankara'nın stratejik çıkarlarıyla ne de KKTC'nin güvenlik gerçekleriyle bağdaşır. Bu nedenle Türkiye'nin garantörlüğünde herhangi bir geri adım beklemek gerçekçi olmaz. Erhürman'ın izlemesi gereken denge politikası, bağımsızlık vurgusuyla karşı karşıya gelmeden, iş birliğini güçlendirebilmektir.

Tufan Erhürman, oyların %62,80 gibi yüksek bir oranıyla seçimi ilk turda kazandı. Bu sonuç, sadece federasyon tezine destek olarak mı okunmalı , yoksa seçmen ekonomik sorunlar, şeffaflık ve liyakat gibi iç konulara dair bir 'yönetim değişikliği' mesajı mı verdi?

Bu sonuç sadece bir “federasyon tercihi” olarak okunamaz. Seçmen aslında çok net bir mesaj verdi: “Yönetimde değişim, şeffaflık ve ekonomik iyileşme istiyoruz.”. Son yıllarda yaşanan ekonomik zorluklar, liyakatsizlik eleştirisi vb. hususlar halkın büyük kesiminde bir yorgunluk yarattı. Dolayısıyla Erhürman'ın elde ettiği yüksek oy oranı, ideolojik bir tercihten ziyade bir “yönetim tarzı eleştirisidir. Halk, günlük yaşamına dokunan somut sorunların çözümünü önceliklendirdi. KKTC'nin ekonomik gerçekliği göz ardı edilemez. Türkiye'nin sağladığı finansal ve teknik destek, Kıbrıs Türk ekonomisinin sürdürülebilirliğini sağlayan temel unsurlardan biridir. Yeni dönemde bu desteklerin niteliği daha da önem kazanacak; artık mesele, sadece kaynak aktarmaktan öte, bu kaynakların etkin biçimde kullanılması ve yerel kapasitenin güçlendirilmesidir. Erhürman'ın izlemesi gereken yol, Türkiye ile iş birliğini ideolojik bir tartışmaya dönüştürmeden, ekonomik kalkınma ve toplumsal refah odaklı bir çerçevede sürdürmek olmalı.

Sayın Erhürman'ın federasyon yönündeki iradesi ile Türkiye'nin 'federasyon defteri kapanmıştır' tezi arasındaki makas nasıl kapanacaktır? Yeni Cumhurbaşkanı'nın, Rum tarafını müzakere masasına döndürme çabaları, Türkiye'nin 'Egemen Eşitlik' ön şartı olmadan başarıya ulaşabilir mi?

Aslında bakıldığında, Türkiye'nin “federasyon defteri kapanmıştır” ifadesi bir restleşme olmamakla birlikte , uzun yıllar sonuçsuz kalan müzakere süreçlerine verilen rasyonel bir cevaptır. Çünkü Rumlar, siyasi eşitlik ilkesini hiçbir zaman içselleştiremedi; Türk tarafını azınlık statüsünde tutmayı hedefleyen bir anlayıştan asla vazgeçmedi. Dolayısıyla sorunun temelinde Rumların “egemen eşitliği” reddetmesi yatıyor.

Erhürman'ın Rum tarafını yeniden masaya çağırma çabası kuşkusuz önemlidir ; ancak bu çağrının anlamlı olabilmesi için “egemen eşitlik” ilkesinin müzakere ön şartı olarak korunması gerekir. Aksi takdirde, Türk tarafı bir kez daha taviz veren konumuna düşer. Kilit nokta, eşit statüde müzakere etmektir; yani önce statüler tanınmalı, ardından çözüm yolları konuşulmalıdır. Bugün dünya da bu gerçeğe giderek daha fazla yaklaşıyor. Türk Devletleri Teşkilatı ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi kurumların, Kıbrıs Türklerinin haklı taleplerini daha açık biçimde dile getirmesi, iki devletli çözümün diplomatik meşruiyet kazandığının göstergesidir.